Rüçhaniyetli Alacaklarda Öncelik Sıralaması

Rüçhan kelimesinin üstünlük, öncelikli, imtiyaz, tekaddüm ve yeğlik (bir şeyin başkalarından üstün sayılması) gibi kelime anlamları vardır. Rüçhan hakkı da yasal olarak tanınan öncelik hakkı demektir([1]). 6183 sayılı Kanun’da zikredilen rüçhan hakkı; haciz, iflas, mirasın reddi ve terekenin resmi tasfiyeye tabi tutulması durumlarında, üçüncü şahısların alacakları karşısında, amme idarelerine alacaklarını tahsil etmelerinde öncelik hakkı veren ve amme idaresi alacağını güvence altına alan bir koruma müessesesidir.

Alacaklı – borçlu ilişkisinde borçlu edimini ifa etmezse; alacaklının, borçlunun mallarını haczettirip sattırarak alacağını tahsil etme hakkı vardır. Ancak alacağın nev’ine göre uygulanacak kanun değişmektedir. Eğer özel hukuk kaynaklı alacaklar söz konusu ise; tahsil 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’na göre; kamu kaynaklı alacaklar söz konusuysa 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’a göre tahsil sağlanır. Borçlunun birden fazla alacaklısı varsa ve haczedilen malın satış bedeli borçlunun tüm borçlarını ödemeye yetmeyecekse; bu durumda hangi alacaklıya ne kadar ödeme yapılacağı konusunda bir çekişme ortaya çıkacaktır. Bu durumda devreye alacakların tahsilinde rüçhan hakkı müessesesi girmektedir. Bu müessese özel hukuk alacakları açısından 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 100, 101, 206 ve 268. maddelerinde, kamu alacakları açısından 6183 sayılı Kanun’un 21 ve 69. maddelerinde düzenlenmiş olup, bu makalemizin konusunu 6183 sayılı Kanun’un 69. maddesi ile 21. Maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında yer alan düzenlemeler oluşturmaktadır.

II- ADİ ALACAKLININ İCRA İFLAS KANUNU’NA GÖRE KOYMUŞ OLDUĞU HACZE KAMU ALACAĞININ İŞTİRAKİ

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un “Amme Alacaklarının Korunması” başlıklı ikinci bölümü içerisinde 21. maddesi amme alacaklarında rüçhan hakkını düzenlemiştir. 21. maddenin birinci fıkrasına göre; üçüncü şahıslar tarafından haczedilen mallar paraya çevrilmeden evvel o mal üzerine amme alacağı için de haciz konulursa bu alacak da hacze iştirak eder ve aralarında satış bedeli garameten taksim olunur.

Hacze iştirak, ilk haczi koyduran alacaklının haczine, daha sonra aynı mala haciz koyduran alacaklıların, hacze hangi şartlarda iştirak edebilecekleri düzenleyen bir koruma müessesesidir. Garameten taksim ise; haczedilen tutarın alacak tutarını karşılamaması durumunda satış bedelinin alacaklılara, alacak tutarları oranında, orantılı taksimidir([2]).

İcra ve İflas Kanunu’na göre hacze iştirak edebilmek için alacaklının İcra ve İflas Kanunu 100. maddedeki şartları taşıması gerekir. Ancak amme idarelerinin, 6183 sayılı Kanun’a göre hacze iştirak ettikleri için([3]), İcra ve İflas Kanunu 100. maddedeki şartları taşıması gerekmez.

Örneğin; İcra ve İflas Kanunu’na göre hacze iştirak edecek alacaklının, alacağının ilk haciz tarihinden([4]) önce doğmuş olması (öncelik, tekaddüm şartı) gerekirken; kamu alacakların da bu şart aranmaz yani kamu alacağı 6183 sayılı Kanun’daki şartları taşıması halinde, ne zaman doğmuş olursa olsun hacizli malların satışına kadar hacze iştirak edebilir. Bu durumun tek istisnası, Amme İdaresi’nin koymuş olduğu hacze diğer alacaklı Amme İdaresi’nin iştirakidir. Buradaki iştirakte, 6183 sayılı Kanun’un 69. maddesine göre, iştirak edecek Amme İdaresi alacağının haciz tarihinden önce tahakkuk etme şartı aranmaktadır.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un yukarıda yer verilen 21. madde hükmünden de anlaşılacağı üzere; alacaklı amme idaresinin hacze iştirak edebilmesi için öncelikle üçüncü şahıslar tarafından haczedilen (burada kastedilen haciz kesin hacizdir) mallar paraya çevrilmeden evvel o mal üzerine haciz koyması ve bu haczi uygulaması gerekmektedir.

6183 sayılı Kanun’un 21. maddesine göre yapılan hacizlerde malların paraya çevrilmesi anı, hacizli menkul veya gayrimenkulün satışının yapıldığı tarihtir. Ödeme satış tarihinde de yapılabilir ya da icra dairesi hacizli malı alan kişiye 6183 sayılı Kanun’a göre, ödeme yapması için mühlet verebilir. Amme idaresinin hacze iştirakinde ödeme süresi değil satış tarihi esas alınır. İcra ve İflas Kanunu’na göre yapılan hacizlerde ise Kanun’un 100. maddesine göre para icra veznesine girene kadar hacze iştirak edilebilir yani burada iştirak edebilme tarihi olarak paranın icra veznesine ödendiği tarih esas alınır.

Üçüncü şahıs tarafından konulan ilk haczin imtiyazlı ya da imtiyazsız olması konusunda bir ayrım bulunmamaktadır. İmtiyazlı olması halinde de amme idaresi hacze iştirak eder ve satış bedeli “imtiyazlı alacak” ile “amme alacağı” arasında garameten taksim edilir.

6183 sayılı Kanun’un 21. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinde; genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacakları için tatbik edilen hacizlerde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 268. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi hükmünün uygulanmayacağı hüküm altına alınmıştır([5]). 2006 yılında getirilen bu hükümle bir menkul veya gayrimenkule rehinden önce ihtiyatî veya icrai haciz konulmuşsa amme idaresi genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacakları([6]) için rehinden sonra haciz koyarak rehinden önceki hacze iştirak edebilecektir.

  1. maddenin birinci fıkrasının son cümlesine göre; rehinden önceki ilk haciz üçüncü şahıslar tarafından yapılan bir hacizse (adi alacaklı)([7]) amme alacakları için uygulanan hacizden önce bir rehinli alacakta sıralamada yer alıyorsa([8]), amme alacağının rehinden önceki hacze iştirak edebilmesi için, bu alacağının genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacaklarından olması gerekmektedir. Eğer amme alacakları için uygulanan hacizden önce bir rehinli alacak sıralamada yer almıyorsa bu durumda alacağın nev’ine bakılmaksızın tüm amme alacakları hacze iştirak edebileceklerdir. 2007/4 Seri No.lu Tahsilat İç Genelgesi’nde vergi dairesinin haczinden önce rehinli alacak bulunması durumunda vergi dairesi haczinin genel bütçeye gelir kaydedilen vergi gelirlerinden olması halinde rehinden önceki (ilk)hacze iştirak edebileceği öngörülmüştür.
  2. maddenin birinci fıkrası son cümle hükmüne göre; amme idaresinin genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacakları dışındaki amme alacakları karşısında rehinli alacaklar korunmuştur. Genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacakları dışındaki amme alacakları, rehinden önce ihtiyati veya icrai haciz bulunması halinde hacze iştirak edemezler. 2007/4 Seri No.lu Tahsilat İç Genelgesi’nde Sosyal Güvenlik Kurumu’nun takip ettiği prim alacağının genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faizler alacaklarından olmaması nedeniyle rehinli alacaktan önce tesis edilmiş hacze iştirak etmesi mümkün bulunmamaktadır açıklaması yer almaktadır.

Genel Bütçeye Gelir Kaydedilen Vergi, Resim, Harçlar ve Vergi Cezaları

Kamu kurumları bütçeleri bakımından 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu kapsamındadırlar. Bu Kanun’a göre üç ana bütçe vardır;

1- Merkezi Yönetim Bütçesi

A- Genel Bütçeli Kuruluşlar([9]) (I Sayılı Cetvel)

B- Özel Bütçeli Kuruluşlar (II Sayılı Cetvel)

C- Düzenleyici ve Denetleyici Kuruluşlar([10]) (III Sayılı Cetvel)

2- Sosyal Güvenlik Kurumları Bütçesi([11])(IV Sayılı Cetvel)

3- Mahalli İdareler Bütçesi([12])

Merkezi Yönetim Bütçesi içerisinde yer alan Genel Bütçeli Kamu İdareleri’nin gelirleri her yıl Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısına bağlı B Cetvelinde sayılmaktadır. Genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faizler alacaklarının neler olduğu her yıl bu cetvelde yer almaktadır.

GENEL BÜTÇE’YE GELİR KAYDEDİLEN VERGİ, RESİM, HARÇLAR([13])

Gelir Ve Kazanç Üzerinden Alınan Vergiler Beyana Dayanan Gelir Vergisi Ve Kurumlar Vergisi, Gelir Vergisi Ve Kurumlar Vergisi Tevkifatı, Geçici Vergi
Mülkiyet Üzerinden Alınan Vergiler Veraset ve İntikal Vergisi, Motorlu Taşıtlar Vergisi
Dahilde Alınan Mal Ve Hizmet Vergileri Dahilde Alınan Katma Değer Vergisi, Özel Tüketim Vergisi, Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi, Şans Oyunları Vergisi, Özel İletişim Vergisi
Uluslararası Ticaret Ve Muamelelerden Alınan Vergiler Gümrük Vergileri (Resimleri), İthalde Alınan Katma Değer Vergisi
Damga Vergisi Damga Vergisi
Harçlar Yargı Harçları, Noter Harçları, Vergi Yargısı Harçları, Tapu Harçları, Pasaport Ve Konsolosluk Harçları, Gemi Ve Liman Harçları, Diploma Harçları, Trafik Harçları

Yargı para cezaları, idari para cezaları, trafik para cezaları, Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Kamu Bankası gelirleri, genel bütçeli idarelere ait özel gelirler, ecrimisil alacakları gibi gelirler genel bütçe geliri olmakla birlikte, genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezası ve bunlara bağlı zam ve faiz alacaklarından değildir. Genel Bütçeli İdarelerin vergi, resim, harçlar ve vergi cezaları dışındaki alacakları ile Özel Bütçeli Kuruluşlar, Düzenleyici Denetleyici Kuruluşlar, Sosyal Güvenlik Kurumları ve Mahalli İdareler Bütçesi içerisinde yer alan İl Özel İdaresi ve Belediyelerin([14]) tüm alacakları için rehinden sonra haciz koymaları durumunda rehinden önceki ihtiyati veya icrai hacze iştirak edemezler. Aşağıdaki tabloda altı çizili alacaklar rehinden önceki hacze iştirak edebilecek olan amme alacaklarıdır.

KAMU KURUMLARI GELİRLERİ (ALACAKLARI)

Genel Bütçeli Kuruluşların Gelirleri Vergi, Resim, Harç ile Vergi Cezaları ve Bunlara Bağlı Zam ve Faiz Gelirleri
Diğer Gelirler
Özel Bütçeli Kuruluşlar, Düzenleyici Denetleyici Kuruluşlar, Sosyal Güvenlik Kurumları ve Mahalli İdarelerin Gelirleri Vergi, Resim, Harç ile Vergi Cezaları ve Bunlara Bağlı Zam ve Faiz Gelirleri
Diğer Gelirler

III- REHİNLİ ALACAKLININ İCRA İFLAS KANUNU’NA GÖRE KOYMUŞ OLDUĞU HACZE KAMU ALACAĞININ İŞTİRAKİ

6183 sayılı Kanun’un 21. maddesinin 2. fıkrasında; rehinli alacaklıların hakları mahfuzdur hükmü yer almaktadır. 21. maddenin 1. fıkrası hükmünün rehinli alacaklılar açısından geçerliliği yoktur. 21. maddenin 2. fıkrası rehinli alacağın koymuş olduğu hacze iştiraki düzenler yani ilk haciz rehinli alacaklı tarafından yapılmıştır. İlk haciz rehinli alacaklı tarafından yapılmışsa, satış sonunda öncelikle rehinli alacağın alacağı ödenir.

Üçüncü kişiler ve kamu alacağı için haczedilen mallar üzerine, haciz tarihlerinden önce ve birinci sırada olmak kaydıyla rehin gibi temlik([15]) işlemi de tesis edilmiş olması durumunda, bu malların satış bedelinden öncelikle temlik alacaklısının alacağının ödenmesi, temlik alacağından sonra bir tutar kalması ve kalan bu tutarın da amme alacağı ile birlikte diğer haciz alacaklarını karşılamaması durumunda, kalan tutarın amme alacağı ile temlik alacaklısından sonra gelen ilk üçüncü kişi haczi arasında garameten paylaştırılması gerekmektedir([16]).

6183 sayılı Kanun’un 21. maddesinin 2. fıkrasının devamında; “…gümrük resmi, bina ve arazi vergisi gibi eşya ve gayrimenkulün aynından doğan amme alacakları o eşya ve gayrimenkul bedelinden tahsilinde rehinli alacaklardan evvel gelir” hükmü ile amme idaresinin malın aynından doğan alacakları rehin karşısında korunmuştur.

Malın Aynından Doğan (Aynî) Vergi Alacakları ve Cezaları

6183 sayılı Kanun’un 21. maddesinin 2. fıkrasında ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 206. maddesinin 1. fıkrasında([17]) malın aynından doğan vergi alacaklarının rüçhaniyetinden bahsedilmektedir.

Emlak vergisi, veraset ve intikal vergisi, motorlu taşıtlar vergisi gibi servetten alınan vergilerden kaynaklanan kamu alacakları; mükellefin geliri ve harcamasıyla[18] ilgili vergi borçlarından olmayıp, hacizli malın aynından (kendisinden) kaynaklandığından dolayı aynî vergilerin konusu o eşyanın kendisidir.

Malın aynından doğan vergi alacaklarının fer’ileri olan vergi cezası, tecil faizi, gecikme zammı gibi kamu alacaklarının malın aynından doğan alacak olup olmadığı konusunda mevzuatta açık bir hüküm bulunmamaktadır. Kanaatimiz malın aynından doğan alacakların en önemli özelliği olan eşyaya bağlılığın, malın aynından doğan vergi alacaklarının fer’ileri için geçerli olmayacağı yönündedir. Çünkü faiz ve zam gibi fer’i alacaklar borcun zamanında ödenmemesinden dolayı alınmaktadır. Ödemeyi yapmayan ise o eşyanın maliki veya zilyedidir ve ödeme eşyaya değil kişiye bağlıdır. Malın aynından doğan vergi alacakları eşyanın kendisine bağlı iken fer’ileri malın sahibine yani kişiye bağlıdır. Bu sebeple kanaatimizce malın aynından doğan vergi alacakları fer’ilerinin malın aynından doğan alacak kapsamında rehinli alacaktan önce ödenmemesi gerekmektedir.

Malın aynından doğan vergi alacakları rehinli alacağa dahi tekaddüm ederler. Malın aynından doğan vergi borçlarının rüçhanlı olarak ödenebilmesi için, haczedilen malın bu vergilerin konusu olması gerekir. Borçlunun gayrimenkulü haczedilerek, borçlunun Motorlu Taşıtlar Vergisinin önce ödenmesinden bahsedilemez. Araç haczedildiyse hacizli aracın Motorlu Taşıtlar Vergisi bu aracın malın aynından doğan kamu borcudur; gayrimenkul haczedildiyse sadece bu gayrimenkule ait Emlak Vergisi bu gayrimenkul için malın aynından doğan kamu alacağıdır.

Malın aynından doğan vergilerden bazıları;

— Motorlu Taşıtlar Vergisi

— Emlak (Akar) Vergisi (Bina ve arazi vergisi)

— Veraset ve İntikal Vergisi

— Gümrük Vergisi(Resmi)

Motorlu Taşıtlar Vergisi, Emlak (Akar) Vergisi (Bina ve arazi vergisi), Veraset ve İntikal Vergisi ve Gümrük Vergisi (resmi) alacağının malın aynından doğan alacak kapsamında öncelikle ödenebilmesi için, bu vergilerin konusu olan eşyanın, kendisinin haczedilip satılmış olması gerekir. Sadece verginin konusu olan eşyaya ait satış bedelinden öncelikle ödenirler, başka eşyaların satışında ise diğer vergiler gibi değerlendirilirler.

Malın aynından doğan vergiler gibi değerlendirilmesi gereken özellikli durumlardan bazıları;

— Katma Değer Vergisi Kanunu 55. madde (Vergi Teminatı)

— Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun 12. madde (Teminat Hükmünde Olan Eşya)

Katma Değer Vergisi Kanunu’nun “Vergi Teminatı” başlığı altında 55. maddesinde düzenlenen hükme göre; “Mükelleflerin, fabrika, imalathane, ticarethane, şube, satış mağazası ve depolarında mevcut ilk madde, yarı mamul ve mamul madde stokları, üçüncü şahıslara satılmış veya rehnedilmiş olsa dahi, Katma Değer Vergisi ile zam ve cezalarının teminatı hükmünde olup, bedellerinden ilk önce sözü edilen hazine alacağı([19]) tahsil olunur.”

Burada bahsedilen KDV alacağında, alacağın eşyanın aynından doğma şartından bahsedilmemiştir. Hacizli eşya ya da gayrimenkulün aynından doğmasa bile rüçhanlı olarak ödenecektir. Bu alacağın Katma Değer Vergisi Kanunu’ndan kaynaklanan rüçhan hakkı sadece 55. maddede tadadi olarak sayılan emtialar için geçerlidir.

6183 sayılı Kanun’un 12. maddesine göre; bar, otel, han, pansiyon, çalgılı yerler, sinemalar, oyun ve dans yerleri, birahane, meyhane, genel evler içerisinde bulunan eşya ve malzeme 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 270, 271. maddeleri hükümleri mahfuz kalmak şartıyla bu müesseselerin işletilmesinden doğan amme borçlarına karşı teminat hükmündedir. Noterden tasdikli kira sözleşmelerinde gayrimenkul sahibinin demirbaşı olarak kayıtlı eşya ve malzemesi ile otel, han ve pansiyonlardaki misafir ve kiracıların kendilerine ait eşyaları bu hükümden hariçtir.

Eşya ve malzemelerin teminatı ayni teminattır diğer bir ifadeyle menkul rehnidir. Bu sebeple maddede sayılan hizmet işletmeleri içerisinde bulunan teminat hükmündeki eşya ve malzemenin haczedilerek satılması durumunda, bu yerlerin işletilmesinden doğan amme borçları öncelikle ödenir. Bu yerlerin işletilmesinden doğan amme borçları teminat hükmünde olan eşya ve malzemenin satış bedelinden ilk önce ödendiğinden sebeple, bu özelliği ile aslında malın aynından doğan amme borcuna benzemektedir. Maddeden de açıkça anlaşılacağı üzere bu yerlerin işletilmesinden doğmayan (Emlak Vergisi borcu gibi) amme borçları için bu eşya ve malzemeler teminat hükmünde değildir.

Açıklamalarımızı toparlayacak olursak; haczedilen eşyanın ve gayrimenkulün satış bedelinden öncelikle; satış masrafı,  daha sonrada eşya ve gayrimenkulün aynından doğan borçlar ödenir. Sonrasındaki ödeme sırası ise rehinli alacağın haciz sırasına göre değişmektedir.

  1. Eğer rehinli alacak hacizde birinci sırada yer alıyor ise (yani rehinden önce haciz konulmamış ise); öncelikle rehinli alacağa ödemesi yapılır. Rehinli alacak birinci sırada haciz koymuşsa, amme alacağı dahil hiçbir alacakla garameten taksime girmez, satış bedelinden alacaklı olduğu tutarın tamamı ödenir. Haciz tutarı alacağının tamamını karşılamaya yetmezse; amme idaresi ve diğer alacaklılara herhangi bir ödeme yapılmaz. Rehinli alacağın, alacağının tamamı ödendikten sonra haciz tutarından kalan miktar olursa; rehinli alacaktan sonraki sıra aynen devam eder ve rehinli alacaktan arda kalan tutar bu sıralamaya göre taksim edilir.
  2. Eğer rehinli alacak birinci sırada yer almıyor ise (birinci sırada adi alacaklı haciz koymuşsa); amme idaresinin haciz sırasının rehinden önce mi sonramı olduğuna bakılır. Bu durumda da ikili bir ayrım söz konusu olmaktadır.

Amme idaresi rehinden önce haciz koymuşsa([20]); amme idaresi alacağının genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacakları olup olmadığına bakılmaksızın yani nev’i sınırlaması olmaksızın tüm amme idarelerinin hacze konu, 6183 sayılı Kanun kapsamındaki bütün amme alacakları, kendisinden önce üçüncü kişi tarafından (ilk haciz) konulan hacze iştirak ederler ve satış tutarı aralarında garameten taksim olunur.

Amme idaresi rehinden sonra haciz koymuşsa; bu durumda amme idaresinin alacağının nev’ine bakılır. Eğer amme idaresinin alacağı genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacaklarından ise üçüncü kişi tarafından konulan ilk hacze iştirak eder ve satış bedeli aralarında garameten taksim olunur. Amme idaresinin alacağı, genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacakları dışında bir amme alacağı ise amme idaresi rehinden önceki hacze iştirak edemez.

IV- KAMU ALACAĞININ BORÇLUNUN İFLASI, MİRASIN REDDİ, TEREKENİN RESMİ TASFİYESİ HALLERİNDE DİĞER ALACAKLILAR KARŞISINDAKİ DURUMU

6183 sayılı Kanun’un 21. maddesinin 3. fıkrasına göre; “Borçlunun iflası, mirasın reddi ve terekenin resmi tasfiyeye tabi tutulması hallerinde amme alacakları imtiyazlı alacak olarak 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 206. maddesinin üçüncü sırasında, bu sıranın önceliğini alan alacaklar da dahil olmak üzere tüm imtiyazlı alacaklar ile birlikte işleme tabi tutulur”. Burada kurum ya da amme alacağının çeşidi bakımından herhangi bir ayrım söz konusu değildir. Tüm kamu kurumları, amme alacakları için nev’i sınırlaması olmaksızın üçüncü sırada yer alacaklardır. A/1 Seri No.lu Tahsilat Genel Tebliği’nde açıklandığı üzere; üçüncü sırada, bu sıranın önceliğini alan bir alacağın bulunması halinde, amme alacakları da öncelikli alacakla aynı sırada yer alacak ve bu alacaklar tamamen tahsil edilinceye kadar diğer imtiyazlı alacaklara bir pay ayrılmayacaktır. Öncelik hakkı bulunan alacak ile amme alacağı toplamının, bu sıraya tahsis edilen tutardan fazla olması halinde ise tahsis edilen tutarın garameten taksim edileceği tabiidir.

2004 sayılı Kanun’un 206. maddesine göre üçüncü sırada yer alan alacaklar arasında önceliğe sahip bir alacağın bulunmaması halinde, amme alacağı ile bu sırada yer alan alacaklar birlikte işleme tabi tutularak garameten taksim suretiyle paylarını alacaklardır. Ayrıca, amme alacağının, özel kanunlarında 2004 sayılı Kanun’un 206. maddesinin üçüncü sırasında imtiyazlı alacak olarak tanımlanan alacaklardan da önceliğinin bulunduğuna ilişkin özel hükümlerin yer alması halinde bu hükümlere göre işlem yapılması gerekmektedir.

V- AMME ALACAKLISI İDARENİN KOYMUŞ OLDUĞU HACZE ADİ VE REHİNLİ ALACAKLILARIN İŞTİRAKİ

Yargıtay kararlarında([21]) açıkça belirtildiği gibi amme idaresinin koyduğu hacze, adi ve rehinli alacaklıların daha sonra koydukları hacizle aynı derecede iştirak etmeleri mümkün değildir. Çünkü adi ve rehinli alacaklılar İcra ve İflas Kanunu 268. maddeye göre hacze iştirak ederler, Amme İdaresi ise 6183 sayılı Yasa’ya göre haciz işlemlerini yapar. 6183 sayılı Yasa özel bir düzenleme niteliğinde olduğundan dolayı İcra ve İflas Kanunu hükümleri burada uygulanmaz. 6183 sayılı Kanun’un 69. maddesi amme idaresinin diğer bir amme idaresinin haczine iştirakini düzenlerken, amme idaresinin koymuş olduğu hacze adi ve rehinli alacaklıların iştirakinden bahsetmemiştir.

Bir taşınmaz mala amme idaresi haciz şerhi koyduğunda, 6183 sayılı Kanun’un 73. maddesi gereğince, alacaklı Amme İdaresi’nin muvafakatı alınmaksızın mahcuz (hacizli) malların tasarrufu mümkün olmadığından, mahcuz taşınmaz malın maliki tarafından temlikine(devrine) veya bir aynî hak tesisine müsaade edilmemektedir.

Amme İdaresi’nin haczinden sonra, borçlunun başka borçları için, Amme İdaresi tarafından haczedilmiş menkul veya gayrimenkul üzerine rehin tesis edebilmesi veya adi alacaklının Amme İdaresi’nin haczinden sonra haciz koyabilmesi 6183 sayılı Kanun’un 73. maddesinde belirtildiği üzere Amme İdaresi’nin iznine bağlıdır.

Haczin tapu siciline şerh verilmesinden sonra taşınmaz malın temliki veya üzerinde bir aynî hakkın tesisi halinde, hak sahibinin hacizli taşınmaz malın paraya çevrilmesi sırasında kendi haklarının hacizden sonra geleceğini kabul ettikleri, düzenlenecek resmî senette veya zabıt defterinin akit tablosunda, eğer yapılan işlem tapu dairesinde resmî senet düzenlenmesini gerektirmiyorsa (intikal, icar şuf’a, vefa, iştira hakları şerhi gibi) alınacak talepnamede bu husus açıkça belirtilecektir. Özellikle mahcuz (hacizli) malın rehnedilmesi halinde, haczin, ipotek hakkına takaddüm ettiği tapu kütüğünün “Mülâhazat” hanesinde belirtilecektir([22]). Amme İdaresi’nin koymuş olduğu hacizden sonra, hacizli mal üzerine borçlu tarafından bir rehin tesis edildiğinde tapu kütüğünde açıkça haczin rehin alacaklısına önceliği olduğu belirtilecektir yani bu durumda rehin alacaklısının haciz sahibine karşı bir önceliği olmayacaktır.

VI- AMME ALACAKLISI İDARENİN KOYMUŞ OLDUĞU HACZE DİĞER AMME ALACAKLISI İDARELERİN İŞTİRAKİ

6183 sayılı Kanun’un 69. maddesinin birinci fıkrasına göre; her amme idaresi, diğer bir amme idaresi tarafından yapılan hacizlere, amme alacağı bu haciz tarihinden önce tahakkuk etmiş olmak şartıyla; haczedilen mallardan herhangi biri paraya çevrilinceye kadar iştirak edebilir. Burada hacze iştirak tarihi olarak ödeme tarihi değil hacizli malların satış tarihi esas alınmaktadır. Amme İdareleri’nin İcra ve İflas Kanunu’na göre yapılan hacizlere iştirakinde, amme alacağının doğduğu tarihe bakılmazken; Amme İdaresi’nin 6183 sayılı Kanun’a göre koymuş olduğu ilk hacze, diğer alacaklı Amme İdareleri’nin iştirakinde bu Amme İdareleri’nin alacaklarının haciz tarihinden önce tahakkuk etme şartı aranmaktadır.

6183 sayılı Kanun’un 69. maddesinin ikinci fıkrasında bahsedilen hacze iştirakte garameten taksim müessesesi yoktur. Hacze iştirak halinde, hacizli malın bedelinden ilk önce, ilk haciz alacaklısı idarenin alacağının tamamı tahsil olunur. Artanı hacze iştirak tarihi sırası ile alacaklarına mahsup edilmek üzere, hacze iştirak eden dairelere ödenir.

VII- ÖRNEKLER

Ali Ağa, Mehmet Çiftçi’den alacağı 10.000,00 TL için takip yapmış ve bu takip kesinleşmiştir. Borçlu Mehmet Çiftçi’ye ait araç icra dairesi tarafından haczedilmiştir. Hacizli araç üzerinde diğer alacaklılar tarafından konulan hacizler konuluş tarihleri itibariyle, fer’i alacaklar da dahil olmak üzere her sıralama için oluşturulan tablodaki gibidir. 19 Ocak 2012 tarihinde hacizli araç 16.200,00 TL’ye satılmıştır. Hacizli aracın satış ve takip masrafları 200,00 TL’dir. Hacizli aracı satın alan kişi, parayı ödemek için icra memurundan 3 günlük bir mehil müddeti almıştır ve araç satış bedeli 22 Ocak 2012 tarihinde icra veznesine ödenmiştir. Hacizli aracın satış bedeli 16.200,00 TL, her ihtimaldeki sıralamaya göre alacaklılar arasında hacze iştirak durumlarına göre dağıtılacaktır.

  1. İhtimal; Haciz sırasının aşağıdaki gibi olması durumunda,
Haciz Sırası Haczi Koyan Alacaklı Alacak Nev’i Alacak Tutarı
1. Sıra Ali AĞA Sözleşme 10.000,00 TL
2. Sıra Hacı DAYI Sözleşme 15.000,00 TL
3. Sıra Denizbank-Rehin Kredi 7.500,00 TL
4. Sıra Aksaray SGK İl Müdürlüğü SGK Prim Alacağı 5.000,00 TL
5. Sıra Aksaray Vergi Dairesi Katma Değer Vergisi 10.000,00 TL
6. Sıra Nakil Vasıtaları Vergi Dairesi Motorlu Taşıtlar Vergisi 1.000,00 TL

Mehmet ÇİFTÇİ’nin toplam borç tutarı 48.500,00 TL’dir. Hacizli aracın satış bedelinin toplam borç tutarını karşılamaması nedeniyle alacaklılar arasında garameten taksimat yapılacaktır. Ancak garameten taksimat tüm alacaklılar arasında değil; İcra ve İflas Kanunu ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamında hacze iştirak edebilmesine olanak tanınan alacaklılar arasında yapılacaktır. 6183 sayılı Kanun’a göre Amme İdareleri hacizli malın paraya çevrilmesine kadar hacze iştirak edebilirken, İcra ve İflas Kanunu’na göre hacze iştirak eden özel hukuk alacaklıları satış bedelinin icra veznesine girdiği tarihe kadar hacze iştirak edebilirler.

Örneğimize göre; Amme İdareleri hacizli malın paraya çevrildiği tarihe yani satışın yapıldığı 19 Ocak 2010 tarihine kadar; İcra ve İflas Kanunu’na göre hacze iştirak edecek alacaklılar ise satış bedelinin icra veznesine ödendiği 22 Ocak 2010 tarihine kadar hacze iştirak edebileceklerdir. Satış bedeli 16.200,00 TL’den öncelikle satış ve takip masrafı olan 200,00 TL ödenir. (16.200,00 – 200,00 = 16.000,00 TL) 6183 sayılı Kanun’un 21. maddesinin ikinci fıkrası ve İcra ve İflas Kanunu’nun 206. maddesinin birinci fıkrası gereğince, hacizli aracın aynından doğan borcu olan 1.000,00 TL’lik Motorlu Taşıtlar Vergisi ödenir. (16.000,00 – 1.000,00 = 15.000,00 TL)

Amme alacaklısı idarenin, üçüncü şahıs tarafından yapılan hacze iştirak edebilmesi için; Amme İdaresi’nin ve rehinli alacaklının haciz sırasına bakılır. Eğer Amme İdaresi, rehinli alacaktan sonra haciz koymuşsa, Amme İdaresi’nin ilk hacze iştirak edebilmesi için amme alacağının genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacaklarından olması gerekir. Örneğimizde, rehinli alacaklıdan sonra Aksaray SGK İl Müdürlüğü ve Aksaray Vergi Dairesi haciz koymuştur. Bu durumda Aksaray SGK İl Müdürlüğü’nün SGK prim alacağı genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacaklarından olmadığından dolayı ilk hacze iştirak edemez. Hacizli aracın satış bedelinden kalan 15.000,00 TL; birinci sıradaki ilk haciz alacaklısı Ali AĞA ve beşinci sıradaki Aksaray Vergi Dairesi arasında alacakları oranında garameten taksim edilecektir.

  Alacak Tutarı Toplam Alacak İçindeki Oranı Garameten Taksimat Tutarı
Ali AĞA  10.000,00 TL  10.000,00/20.000,00=%50  15.000,00x%50=7.500,00TL
Aksaray Vergi Dairesi  10.000,00 TL  10.000,00/20.000,00=%50  15.000,00x%50=7.500,00TL
 20.000,00 TL %100  15.000,00 TL
  1. İhtimal; Haciz sırasının aşağıdaki gibi olması durumunda,
Haciz Sırası Haczi Koyan Alacaklı Alacak Nev’i Alacak Tutarı
1. Sıra Ali AĞA Sözleşme 10.000,00 TL
2. Sıra Hacı DAYI Sözleşme 15.000,00 TL
3. Sıra Aksaray SGK İl Müdürlüğü SGK Prim Alacağı 5.000,00 TL
4. Sıra Denizbank-Rehin Kredi 7.500,00 TL
5. Sıra Aksaray Vergi Dairesi Katma Değer Vergisi 10.000,00 TL
6. Sıra Nakil Vasıtaları Vergi Dairesi Motorlu Taşıtlar Vergisi 1.000,00 TL

Satış bedeli 16.200,00 TL’den öncelikle satış ve takip masrafı olan 200,00 TL ödenir. (16.200,00 – 200,00 = 16.000,00 TL) Hacizli aracın aynından doğan borcu olan 1.000,00 TL’lik Motorlu Taşıtlar Vergisi ödenir. (16.000,00 – 1.000,00 = 15.000,00 TL) Amme İdaresi, rehinli alacaktan sonra haciz koymuşsa, Amme İdaresi’nin ilk hacze iştirak edebilmesi için amme alacağının genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacaklarından olması gerekir. Amme İdaresi rehinli alacaktan önce haciz koymuşsa Amme İdaresi alacağının nev’ine bakılmaksızın tüm alacaklı Amme İdareleri hacze iştirak eder.

Örneğimizde; rehinli alacaktan önceki Amme İdareleri’nin hepsi hacze iştirak eder. Rehinli alacaktan sonraki sıradaki Aksaray Vergi Dairesi’nin KDV alacağı, genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacaklarından olması sebebiyle hacze iştirak edecektir. Hacizli aracın satış bedelinden kalan 15.000,00 TL; birinci sıradaki ilk haciz alacaklısı Ali AĞA, üçüncü sıradaki SGK prim alacaklısı Aksaray SGK İl Müdürlüğü ve beşinci sıradaki KDV alacaklısı Aksaray Vergi Dairesi arasında alacakları oranında garameten taksim edilecektir.

  Toplam Alacak Tutarı Toplam Alacak İçindeki Oranı Garameten Taksimat Tutarı
Ali AĞA  10.000,00 TL  10.000,00/25.000,00=%40  15.000,00x%40=6.000,00TL
Aksaray Vergi Dairesi  10.000,00 TL  10.000,00/25.000,00=%40  15.000,00x%40=6.000,00TL
Aksaray SGK İl Müdürlüğü 5.000,00 TL 5.000,00/25.000,00=%20  15.000,00x%20=3.000,00TL
 25.000,00 TL %100  15.000,00 TL
  1. İhtimal; Haciz sırasının aşağıdaki gibi olması durumunda,
Haciz Sırası Haczi Koyan Alacaklı Alacak Nev’i Alacak Tutarı
1. Sıra Ali AĞA Sözleşme 10.000,00 TL
2. Sıra Hacı DAYI Sözleşme 15.000,00 TL
3. Sıra Aksaray Vergi Dairesi Katma Değer Vergisi 10.000,00 TL
4. Sıra Aksaray SGK İl Müdürlüğü SGK Prim Alacağı 5.000,00 TL
5. Sıra Denizbank-Rehin Kredi 7.500,00 TL
6. Sıra Nakil Vasıtaları Vergi Dairesi Motorlu Taşıtlar Vergisi 1.000,00 TL

Borçlu Mehmet ÇİFTÇİ’nin, Amme İdareleri’nin haczinden sonra hacizli alacak üzerinde rehin tesis edebilmesi, 6183 sayılı Kanun’un 73. maddesine göre alacaklı Amme İdareleri’nin muvaffakatına bağlıdır. Amme İdaresi’nin izin vermesi halinde rehinli alacak 5. sırada haciz sıralamasında yer alabilecektir.

Satış bedeli 16.200,00 TL’den öncelikle satış ve takip masrafı olan 200,00 TL ödenir. (16.200,00 – 200,00 = 16.000,00 TL) Hacizli aracın aynından doğan borcu olan 1.000,00 TL’lik Motorlu Taşıtlar Vergisi ödenir. 16.000,00 – 1.000,00 = 15.000,00 TL) Amme İdareleri’nin koymuş olduğu tüm hacizler rehinli alacaktan önce olduğu için tüm Amme İdareleri, Amme İdareleri alacaklarının genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacaklarından olup olmadığına bakılmaksızın, hacze iştirak edebileceklerdir. Hacizli aracın satış bedelinden kalan 15.000,00 TL; birinci sıradaki ilk haciz alacaklısı Ali AĞA, üçüncü sıradaki KDV alacaklısı Aksaray Vergi Dairesi ve dördüncü sıradaki SGK prim alacaklısı Aksaray SGK İl Müdürlüğü arasında alacakları oranında garameten taksim edilecektir.

  Toplam Alacak Tutarı Toplam Alacak İçindeki Oranı Garameten Taksimat Tutarı
Ali AĞA  10.000,00 TL  10.000,00/25.000,00=%40  15.000,00x%40=6.000,00TL
Aksaray Vergi Dairesi  10.000,00 TL  10.000,00/25.000,00=%40  15.000,00x%40=6.000,00TL
Aksaray SGK İl Müdürlüğü 5.000,00 TL 5.000,00/25.000,00=%20  15.000,00x%20=3.000,00TL
 25.000,00 TL %100  15.000,00 TL
  1. İhtimal; Haciz sırasının aşağıdaki gibi olması durumunda,
Haciz Sırası Haczi Koyan Alacaklı Alacak Nev’i Alacak Tutarı
1. Sıra Denizbank-Rehin Kredi 7.500,00 TL
2. Sıra Ali AĞA Sözleşme 10.000,00 TL
3. Sıra Hacı DAYI Sözleşme 15.000,00 TL
4. Sıra Aksaray Vergi Dairesi Katma Değer Vergisi 10.000,00 TL
5. Sıra Aksaray SGK İl Müdürlüğü SGK Prim Alacağı 5.000,00 TL
6. Sıra Nakil Vasıtaları Vergi Dairesi Motorlu Taşıtlar Vergisi 1.000,00 TL

Satış bedeli 16.200,00 TL’den öncelikle satış ve takip masrafı olan 200,00 TL ödenir. (16.200,00 – 200,00 = 16.000,00 TL) Hacizli aracın aynından doğan borcu olan 1.000,00 TL’lik Motorlu Taşıtlar Vergisi ödenir. (16.000,00 – 1.000,00 = 15.000,00 TL) Rehinli alacak ilk haciz alacaklısı olduğu için alacağının tamamı olan 7.500,00 TL ödenir. (15.000,00 – 7.500,00 = 7.500,00 TL) Rehinli alacağın ödemesi yapıldıktan sonra haciz sıralaması aşağıdaki gibi devam eder ve satış bedelinden kalan 7.500,00 TL bu sıralamaya göre devam eder.

Haciz Sırası Haczi Koyan Alacaklı Alacak Nev’i Alacak Tutarı
1. Sıra Ali AĞA Sözleşme 10.000,00 TL
2. Sıra Hacı DAYI Sözleşme 15.000,00 TL
3. Sıra Aksaray Vergi Dairesi Katma Değer Vergisi 10.000,00 TL
4. Sıra Aksaray SGK İl Müdürlüğü SGK Prim Alacağı 5.000,00 TL

Bu durumda sıralamada artık rehinli alacak olmadığına göre nev’i sınırlaması olmaksızın yani Amme İdareleri’nin alacaklarının genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacaklarından olup olmadığına bakılmaksızın, tüm Amme İdareleri birinci sıradaki hacze iştirak eder. Hacizli aracın satış bedelinden kalan 7.500,00 TL; birinci sıradaki alacaklı Ali AĞA, üçüncü sıradaki KDV alacaklısı Aksaray Vergi Dairesi ve dördüncü sıradaki SGK prim alacaklısı Aksaray SGK İl Müdürlüğü arasında alacakları oranında garameten taksim edilecektir.

  Toplam Alacak Tutarı Toplam Alacak İçindeki Oranı Garameten Taksimat Tutarı
Ali AĞA  10.000,00 TL  10.000,00/25.000,00=%40  7.500,00x%40=3.000,00TL
Aksaray Vergi Dairesi  10.000,00 TL  10.000,00/25.000,00=%40  7.500,00x%40=3.000,00TL
Aksaray SGK İl Müdürlüğü 5.000,00 TL 5.000,00/25.000,00=%20  7.500,00x%20=1.500,00TL
 25.000,00 TL %100  7.500,00 TL
  1. İhtimal; Haciz sırasının aşağıdaki gibi olması durumunda,
Haciz Sırası Haczi Koyan Alacaklı Alacak Nev’i Alacak Tutarı
1. Sıra Aksaray SGK İl Müdürlüğü SGK Prim Alacağı 5.000,00 TL
2. Sıra Ali AĞA Sözleşme 10.000,00 TL
3. Sıra Hacı DAYI Sözleşme 15.000,00 TL
4. Sıra Denizbank- Rehin Kredi 7.500,00 TL
5. Sıra Aksaray Vergi Dairesi Katma Değer Vergisi 10.000,00 TL
6. Sıra Nakil Vasıtaları Vergi Dairesi Motorlu Taşıtlar Vergisi 1.000,00 TL

Satış bedeli 16.200,00 TL’den öncelikle satış ve takip masrafı olan 200,00 TL ödenir. (16.200,00 – 200,00 = 16.000,00 TL) Hacizli aracın aynından doğan borcu olan 1.000,00 TL’lik Motorlu Taşıtlar Vergisi ödenir. (16.000,00 – 1.000,00 = 15.000,00 TL) İlk haciz Amme İdaresi tarafından koyulmuş olduğundan dolayı, birinci sıradaki Amme İdaresi olan Aksaray SGK İl Müdürlüğü’nün alacağının nev’ine bakılmaksızın tamamı ödenir. (15.000,00 – 5.000,00 = 10.000,00 TL) Bu ödemeden sonra kalan 10.000,00 TL için, haciz sırası aşağıdaki şekilde devam eder.

Haciz Sırası Haczi Koyan Alacaklı Alacak Nev’i Alacak Tutarı
1. Sıra Ali AĞA Sözleşme 10.000,00 TL
2. Sıra Hacı DAYI Sözleşme 15.000,00 TL
3. Sıra Denizbank- Rehin Kredi 7.500,00 TL
4. Sıra Aksaray Vergi Dairesi Katma Değer Vergisi 10.000,00 TL

Aksaray Vergi Dairesi KDV alacağı için rehinli alacaktan sonra haciz koyduğundan dolayı alacağının genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacaklarından olması sebebiyle hacze iştirak edecektir. Hacizli aracın satış bedelinden kalan 10.000,00 TL; yeni sıralamaya göre, birinci sıradaki ilk haciz alacaklısı Ali AĞA ve dördüncü sıradaki KDV alacaklısı Aksaray Vergi Dairesi arasında alacakları oranında garameten taksim edilecektir.

  Alacak Tutarı Toplam Alacak İçindeki Oranı Garameten Taksimat Tutarı
Ali AĞA  10.000,00 TL  10.000,00/20.000,00=%50  10.000,00x%50=5.000,00TL
Aksaray Vergi Dairesi  10.000,00 TL  10.000,00/20.000,00=%50  10.000,00x%50=5.000,00TL
 20.000,00 TL %100  10.000,00 TL

VIII- DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’a göre haciz işleminin yapılması neticesinde; alacaklı Amme İdareleri ile özel hukuk kaynaklı adi ve rehinli alacakların, hacizli malın satışı sonucu, satış bedelinden alacakları tutarlar sıralamaya, rehinli alacaklıların sıralamadaki durumuna ve amme idaresi alacağının rüçhan hakkına göre değişmektedir. Bu sıralamalar ne şekilde olursa olsun, satış bedelinden öncelikle haciz ve satış masrafları ödenir. Sonrasında haczedilip satışı yapılan menkul veya gayrimenkulün aynından doğan kamu alacakları ödenir. Bu ödemeler de yapıldıktan sonra; ilk haciz alacaklısı yani malın fiilen haczini yaptıran alacaklı, eğer rehinli alacaklı ise alacağın tamamı ödenir ve kalan tutar olursa rehinden sonraki sıralamaya göre taksimat yapılır.

Eğer ilk haciz alacaklısı özel hukuk hükümlerine göre haciz koyan adi alacaklı ise; amme idaresinin haczi, rehin alacaklısının haczinden sonra ise genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacakları, ilk haciz alacaklısı olan adi alacaklının koymuş olduğu hacze iştirak eder ve satış bedeli aralarında garameten taksim olunur. Genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faiz alacakları dışındaki amme alacakları rehinden önceki, adi alacaklı tarafından konulan ihtiyati veya icrai hacze iştirak edemez.

Eğer Amme İdaresi’nin haczi rehin alacaklısının haczinden önce ise nev’i sınırlaması olmaksızın tüm Amme İdareleri ilk hacze iştirak eder ve satış bedeli aralarında garameten taksim olunur. Daha önceki bölümlerde de açıkladığımız üzere; Amme İdaresi haczinden sonra adi veya rehinli alacak için haciz konulması alacaklı Amme İdaresi’nin iznine bağlıdır. İlk haciz alacaklısı Amme İdaresi ise, satış bedelinden alacaklı olduğu tutarın tamamını alır. Kalan tutar olursa sıralamaya göre taksim edilir. Bütün açıklamalarımızı daha iyi anlaşılması için tablolaştıracak olur isek; hacizli menkul veya gayrimenkulün satış bedelinden yapılacak ödemelerin sırası tablodaki gibi olmalıdır.

 

([1])          http//www.tdk.gov.tr erişim tarihi: 08.05.2012

([2])          Tüm alacaklıların alacaklarını ödemeye yetmezse, ilk haczi koyan icra dairesince bir sıra cetveli yapılması ve tüm alacaklılara tebliğ edilerek kesinleşmesi gerekir. Sıra cetveli, bedeli paylaşıma konu mal üzerine ilk haczi koyan alacaklı ile buna iştirak edecek alacaklılar dikkate alınarak düzenlenir. Sıra cetveli yapma görevi, ilk haczi koyan icra müdürlüğüne ait olup, üçüncü kişi ve idare hangi icra dairesine ödeme yapacağını belirleyemez.

([3])         6183 sayılı Kanun’un 1. maddesinde Devlete, İl Özel İdarelerine ve Belediyelere ait kamu alacaklarının 6183 sayılı Kanun’a göre tahsil edileceği; ancak aynı idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğan alacaklarının 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamında olmadığı yer almaktadır. Bu idarelerin akitten, haksız fiil ve haksız iktisaptan doğan alacakları kamu alacakları kapsamında değildir ve özel hukuk hükümlerine göre yani 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’na göre tahsil edilir. Özel kanunlarında 6183 sayılı kanuna atıf yapılan kamu kurumu alacaklarının da 6183 sayılı kanun kapsamında tahsili sağlanır.

([4])         İcra ve İflas Kanunu 100. maddedeki ilk haciz malın fiilen haczedilmesidir. Çünkü İcra ve İflas Kanunu’nda hacze iştirak şartlarında paranın icra veznesine girene kadar hacze iştirak edebilme imkanı vardır. Geçici haciz ve ihtiyati hacizde; kesin hacze çevrilmeden malın fiili haczi ve satışı yapılamaz bu yüzden de ilk haciz alacaklısı, haczi fiilen yapan alacaklıdır.

([5])         “Rehinden önce ihtiyati ve icrai haciz bulunması halinde amme alacağı dahil hiçbir haciz rehinden önceki hacze iştirak edemez.” (2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu md. 268/1-son cümle)

([6])         Genel bütçe gelirlerinin hepsinin önceliği yoktur. 6183 sayılı kanunla öncelik tanınan genel bütçe gelirleri; vergi, resim, harç ile vergi cezaları (Vergi Ziyaı, Usulsüzlük ve Özel Usulsüzlük) ve bunlara bağlı zam ve faiz alacaklarıdır.

([7])         Adi alacaklar, kanunlarda herhangi bir ayrıcalığı bulunmayan teminatsız alacaklardır. Adi alacaklar imtiyazlı veya imtiyazsız olabilirler.

([8])         Buradaki haciz sırası; 1. sırada 3. şahıs, 2. sırada rehinli alacaklı, 3. sırada Amme İdaresi’nin olması durumudur.

([9])         Genel bütçe, Devlet tüzel kişiliğine dahil olan ve 5018 sayılı Kanun’a ekli (I) sayılı cetvelde yer alan kamu idarelerinin bütçesidir.

([10])        Bağımsız İdari Otoriteler (BİO), Üst Kurullar

([11])        Sosyal Güvenlik Kurumu ve Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü

([12])       Mahalli İdareler 5018 sayılı kanuna göre; yetkileri belirli bir coğrafi alan ve hizmetlerle sınırlı olarak kamusal faaliyet gösteren belediye, il özel idaresi ile bunlara bağlı veya bunların kurdukları veya üye oldukları birlik ve idarelerdir. Köyler Mahalli İdareler içerisinde yer almasına rağmen bütçeleri bakımından 5018 sayılı Kanun kapsamında değildirler. Köyler 442 sayılı Köy Kanunu’na tabi olduklarından köy alacaklarının tahsili de bu kanuna göre yapılır ancak köylere ait idari para cezalarının tahsili 6183 sayılı Kanun’a göre yapılır. 442 sayılı Köy Kanunu’nun 45. maddesi gereğince köy parasını usulsüz sarf eden köy muhtarı ve ihtiyar meclisi üyeleri hakkında ilçe idare kurulları tarafından verilen tazmin kararlarına istinaden tahakkuk ettirilecek alacaklar ile aynı Kanun’un 46. maddesine istinaden mecburi işleri gördürmeyen ve toplanması isteğe bağlı olmayan paraları toplamayan ve toplattırmayan köy muhtarı ve ihtiyar meclisi üyelerine köyün bağlı bulunduğu idare kurulunca verilen ve köy sandığına teslim edilmesi gereken para cezalarının, 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre takip ve tahsili gerekmektedir.

([13])       2012 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’na bağlı B Cetveli’nde yer alan 2012 yılında Genel Bütçe’ye gelir kaydedilecek olan vergi, resim ve harçlar.

([14])       Örneğin Emlak Vergisi geliri Genel Bütçe geliri değildir, Mahalli İdareler Bütçesi içerisinde yer alan Belediyelerin vergi gelirlerindendir.

([15])       İcra hukukunda temlik alacakları da rehinli alacak gibi değerlendirilmektedir

([16])       19.01.2010 tarih ve B.07.1.GİB.4.07.17.03/TAH. ÖZG:09-08/ sayılı Özelge

([17])      ”Alacakları rehinli olan alacaklıların satış tutarı üzerinde, gümrük resmi ve akar vergisi gibi Devlet tekliflerinden muayyen eşya ve akardan alınması lazım gelen resim ve vergi o akar veya eşya bedelinden istifa olunduktan sonra rüçhan hakları saklıdır.” (2004 sayılı İİFK. Md. 206/1.)

([18])       Harcama Vergileri; Katma Değer Vergisi, Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi, Özel Tüketim Vergisi, Damga Vergisi ve Harçlar’dır.

([19])       Hazine; 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na ekli (I) sayılı cetvelde yer alan Genel Bütçeli Kamu İdareleri’nden oluşur. Genel Bütçeli Kamu idareleri, Devlet Tüzel Kişiliği’ni oluştururlar, Devlet Tüzel Kişiliği içerisindeki bu kurumların ayrı birer bütçeleri yoktur, tek bütçeleri vardır o da Devlet Bütçesi’dir. Bu Kanuna ekli I sayılı cetvelde yer alan kamu idarelerinin tüm gelirleri Hazine veznelerine girer, giderleri bu veznelerden ödenir. Bu idareler özel vezne açamaz.

([20])      6183 sayılı Kanun’un 73. maddesine göre, Kamu haczinden sonra borçlunun hacizli mallarla ilgili tasarrufları Amme İdaresi’nin iznine bırakılmıştır. Bu durumda borçlunun hacizli mal üzerine başka bir borcu için rehin tesis edebilmesi için Amme İdaresi’nin muvafakat vermesi gerekir.

([21])      Yrg. 19. HD’nin, 12.06.2003 tarih ve E: 2003/4285, K: 2003/6218 sayılı Kararı.

([22])      Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nün 1390 sayılı Mülkiyet Hakkına Tahdit Edici Şerhler Hakkında Genelgesi

İzale-i Şuyu / Ortaklığın Giderilmesi Davası

Paylı veya elbirliği mülkiyeti şeklinde tescilli taşınmazlarda ortaklığın giderilmesi amacıyla açılan davalara izale-i şüyu ( ortaklığın giderilmesi ) davası denir. Örneğin anne veya babanızın vefatı neticesinde bir daire ya da apartman ya da arsa, tarla miras kaldı. Kardeşlerin bir kısmı satılmasını isterken diğer bir kısmı satılmasını istemiyor ise bu durumda satışı isteyen kişiler izalei şüyu açar ve mahkeme kararıyla satışı sağlayarak satış bedelinin mirasçılara veraset ilamındaki paylarına göre dağıtılmasını sağlar.Fakat bir çok satış ve mahkeme süreci, mahkeme yoluyla satışın zararlı bir satış olacağı düşüncesiyle uzlaşma ile sonuçlanmaktadır. Paydaşlar sadece taksim veya sadece satış isterlerse talebe bağlı kalınarak karar verilmelidir. Taraflar satış istemiş ise hâkim bu taleple bağlıdır. Taksimine karar veremez.

Tapu kaydı üzerindeki mülkiyet çekişmesi, tapu kaydının düzeltilmesine ilişkin tüm davalar, şuf’a davası, tamirat ve tadilat masraflarının alacağına ilişkin dava, tescil davaları, tapu iptali ve tescil davaları var ise ön mesele yapılıp, bunların düzeltilmesi için davacıya süre verilir, ya da bu dava sonucu beklenir.

Geçerli bir taksim sözleşmesi var ise ortaklığın giderilmesi istenemez, açılmış olan dava reddedilir, Taraflar son tapu kaydına göre belirlenir ve ad ve soyad, v.b. farlılık arzediyor ise düzeltilmeden karar verilemez. Maliklerden birisi belli değil ya da bulunamıyor ise o malik için kayyım atanır.

Kat mülkiyetine çevrilmek suretiyle ortaklığın giderilmesi mümkün değil ise satış yolu ile ortaklığın giderilmesi istenebilir.

Paydaşlar ittifakla satışın kendi aralarında yapılmasını istemiş iseler mahkeme bu talebe uymak zorundadır. Ancak böyle bir talep yok ise paydaşların talebi gözönüne alınarak umum arasında satış yapılmalıdır. Hazinenin paydaş olduğu davalar ise mutlaka umuma açık yapılmalıdır.

DAVA HANGİ MAHLEMEDE AÇILIR?

Taşınır ve taşınmaz mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ait davalar sulh hukuk mahkemesinde açılmaktadır.

ORTAKLIĞIN GİDERİLMESİ DAVASINI KİMLER AÇABİLİR ?

Ortaklığın giderilmesi davasını taşınmaz malda tapu ile malik olan paydaş veya paydaşların dava açması gerekir.

Bir taşınmaz malda, mülkiyet hissesi olmayıp intifa hakkı bulunan şahsın ortaklığın giderilmesi davası açması mümkün değildir.İştirak halindeki mallarda tasfiye memurunun dava açma hakkı vardır.Müşterek mülkiyette, borçlu paydaşın payı belli olduğundan, alacaklının bu payı müstakilen haczettirip satması mümkün olduğundan izalei şüyu davasını açmaya gerek yoktur.  Bir gayrimenkulu ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile iktisap eden kimse, tapu ile malik olduğundan bu mala ait ortaklığın giderilmesi davasını açabilir.

ORTAKLIĞIN GİDERİLMESİ DAVASININ  KİME KARŞI AÇILIR?

Ortaklığın giderilmesi davası, davacıların dışında kalan paydaşlar aleyhine açılır. Bütün paydaşların davalı olarak gösterilmesi şarttır. Ortaklığın giderilmesi davalarında, usul kanununun diğer davalarda aradığı anlamda husumet yoktur. Her paydaş payı oranında hakka sahip olduğundan şekil bakımdan davaya dahil edilmeleri gerekmektedir. Bu sebepledir ki bu tür davalarda, davalının mahkûm olması hali bahse konu olmadığından, mahkeme masraflarının paylar oranında paydaşların tamamına ait olması esası konmuştur. Ortaklığın giderilmesi davasının davalıları konu taraf teşkilidir. Paydaşların kimi sağ kimi ölü olup ölenlerin mirasçılarının kimler olduğu bilinmez. Paydaşların kimler olduğu ve pay miktarları taşınmaz mallarda ancak tapu kaydı ile tespit edilir. Davalı olarak gösterilmeyenler varsa onların davaya dahil edilmesi gerekir.

Tapuda paydaş olmayan kimselerin davaya dahil edilmesi mümkün değildir. Başkasının arsasına kaçak inşaat yapan şahısların arsasının aynı ile ilgilisi olmadığından davaya katılmaları gerekmez.

Tapunun beyanlar hanesine miktar fazlası Hazineye aittir şerhi varsa bu şerh Hazineye mülkiyet hakkı bahşetmediğinden Hazinenin davaya dahil edilmesi gerekmez, taşınmaz bu şerhle birlikte satılır.

Yine tapuda paydaş olmayan 3. şahsa ait ev veya ağaç meşruhatının bulunması onların davalı olarak gösterilmesini gerektirmez. Onlar dilerlerse satıştan sonra tapu paydaşları aleyhine sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre alacak davası açabilirler.

ORTAKLIĞIN GİDERİLMESİ DAVASININ AÇILAMAYACAĞI HALLER:

Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların ortaklığının giderilmesi dava yolu ile istenemez.

Ortaklığın giderilmesi taşınmazın tamamı için söz konusu olur. Belirli bir payın ortaklığının giderilmesi mümkün değildir.(6.HD. 04.02.1982T.959E.-985K.)

Tapulu taşınmaz mallar gibi taşınır mallarında ortaklığının giderilmesi istenebilir. Mülkiyeti muhafaza kaydıyla satılan motorlu aracın da ortaklığının giderilmesi mümkündür. Arzın teferruatı sayılan taşınır mallar yalnız başına ortaklığın giderilmesine konu teşkil eder.

Tapu kaydında, ortaklarca şüyuun idame mükellefiyeti veya kooperatiflerce yapılan binalar için Kooperatif  Tüzüğüne devrin imkansızlığı konmuşsa, bu gibi hallerde ortaklığın giderilmesi istenemez.

M.K. md.627’de şuyuun idame mükellefiyeti olmadıkça paydaşlardan her birinin taksim talebinde bulunabileceği hükmü konmuştur. Paydaşlar bu hükme göre ortaklığın devamı için sözleşme yapma hakkını haizdirler. Sözleşmenin yazılı olması yeterlidir, resmi şekil ve tapuya tescil zorunluluğu yoktur. Bu sözleşme 10 yılı geçemez. On yılın başlangıcı sözleşmenin ortaklarca tanzim edildiği ve hukuki tasarrufun yapıldığı tarihtir. On yıl dolmadan haklı sebeplerin varlığı halinde bu sözleşmenin feshi ve ortaklığın giderilmesi dava konusu edilebilir.

Müşterek mülkiyet devamlı bir maksada tahsis edilmişse, o tahsis devam ettiği sürece ortaklığın giderilmesi istenemez. Bu tahsis M.K.md.627 uyarınca azami 10 yıl olabilir. Ancak iki taşınmaz arasında tahsis edilen ve sübjektif ayni haklara konu olan malların süre ile sınırlı olmaksızın hiçbir zaman ortaklığın giderilmesi talep edilemez.

Ortaklığın giderilmesi M.K.md.627/f:son uyarınca münasip olmayan bir zamanda istenemez. Örneğin taşınmaz malların anormal olarak fiyatının düştüğü devrede inşaatın henüz devam ettiği bir zamanda bu malların ortaklığının giderilmesi istenemez.

Kamulaştırılan taşınmazlarda buna ilişkin karar ilgililere tebliğ edildikten sonra o taşınmazın devir ve temliki yapılamayacağından bu durumdaki taşınmazların satış yoluyla ortaklığının giderilmesi istenemez.

Kamu mallarının ortaklığının giderilmesi talep edilemez. Bu nedenle dava konusu taşınmazlarda okul, hastane gibi kamu malı varsa kamu malı varsa onun ifrazı(ayrılması) için davacı tarafa süre verilmesi ondan sonra geri kalan kısım için davanın yürütülmesi gerekir.

Hazinenin kamu malı niteliğinde olmayan özel mülke konu olan taşınmazdaki paydaşlığı o malın ortaklığının giderilmesine engel teşkil etmez.

Başkasının arsasına yapılan bina, M.K.md.654’e girmeyen temelli yapı ise arzdan ayrı olarak o yapının ortaklığının giderilmesi istenemez.

Karı koca arasında mal ayrılığı rejimi varsa birlikte maliki oldukları her bir malın ortaklığının giderilmesini dava yolu ile istemeleri mümkündür. Karı koca arasındaki cebri icranın imkânsızlığı bu gibi davalara uygulanmaz.

Muris adına tapuda kayıtlı taşınmaz malın, mirasçılar arasında ortaklığın giderilmesi için tapuda intikal muamelesinin yapılması şart değildir. İbraz edilecek veraset ilamına göre intikal muamelesi yapılmadan da ortaklığın giderilmesine karar verilebilir.

Ortaklığın giderilmesi davalarında davaya konu olan taşınmaz malın kirada olması, hacizli veya ipotekli bulunması, üzerinde irtifak veya intifa hakkı olması, geçerli satış vaadi sözleşmesi ile veya haricen satılmış bulunması bu davaların görülmesine mani değildir. Ancak bütün paydaşlar taşınmazı belirli bir süre bir şahsa kiralamışlarla kira süresince ortaklığın giderilmesi davası açamazlar.

GÖZ ÖNÜNDE TUTULACAK ESASLAR:

  1. Taraflara, usulün 509 ve 510. maddeleri uyarınca davetiye çıkarılır.
  2. Tapu kayıtları çıkarılır.
  3. Tapuda paylar gösterilmemişse davacıdan veraset belgesi istenir.
  4. Mahalline fenni bilirkişi ile tapu uygulaması yapılır ve fiilen taksimin mümkün olup olmayacağı hususlarında keşif yapılır, rapor alınır.
  5. Karşılık ilavesi ile de taksimin mümkün bulunup bulunmadığı incelenir.
  6. Satış isteğinin bulunup bulunmadığı da göz önünde tutulacaktır. Eğer satış isteği yoksa, satış suretiyle paydaşlığın giderilmesine gidilemeyecektir.
  7. Taşınmaz üzerinde taraflarca herhangi bir anlaşmazlık varsa, bu anlaşmazlığın halline kadar dava geriye bırakılacaktır.
  8. Anlaşmazlığın değeri 5.918,00 YTL’den fazla ise anlaşmazlık tespit edildiği günden itibaren 10 gün içinde davacıya Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılması için mehil verilecektir.(HUMK.md.567)
  9. Anlaşmazlığın değeri 5.918,00YTL’den az ise sulh hakimi anlaşmazlığı tetkik edip neticeye varacaktır.
  10. Ortaklığın giderilmesi davasının konusunu teşkil eden taşınmaz tapuda kayıtlı olmadığı anlaşılırsa, davacı da tescil işlemini yaptırmak için süre isterse, davacıya süre verecektir.HGK 12.03.1947 gün ve 3-69/55 sayılı kararı da bu durum teyid eder niteliktedir.
  11. Taşınır malların taksimi mümkün değilse, satılarak paydaşlara payları oranında satış bedeli paylaştırılacaktır. Bunun için de taşınır malın değeri bilirkişiye tespit ettirilecektir.

 

Aksaray Avukat Ortaklığın giderilmesi İzale-i Şuyu Dava Avukatı

Av.Derviş Ali ERKOL

Mirasın Reddi İcra Takibine İtiraz

Mirasın reddi demek aslında adından da anlaşıldığı üzere mirasçıların mirası reddetmesi demektir. Murisin ( ölen ve miras bırakan kişi ) , bıraktığı mirastan fazla borcu varsa, mirasçılar bu borçlardan sorumlu olmak istemezler. Bu nedenle de mirası reddetme haklarına sahiptirler. Medeni Kanun’un 605. maddesinde bu durum açıkça ortaya konulmuştur. Yasal olan ve atanmış olan mirasçılar, miras reddi hakkına sahiptirler.

Bununla birlikte murisin öldüğü tarihte, ödeme yetisine sahip olmadığı, borç batağında olduğu açıkça belli ise veya resmen tespiti söz konusu olmuşsa mirasçılar mirası reddetmiş sayılmaktadır. Reddi miras, ölümden sonraki hakları asla etkilemez. Mesela yetim aylığı, ölen kişiye değil kalan kişiye ait bir hak olmaktadır.

Reddi miras yapılmış olması, borçlardan hemen kurtulma anlamı taşımaz. Sizlere belgeler ulaşır ve bu belgelerin içeriğine göre gerekli itirazlar yapılmalıdır. Bu itirazlarda zaman anlamında değişiklikler söz konusu olmuştur.

Daha önce yapılabilecek olan itirazlar için süre sınırı yoktu. 12 Hukuk Dairesi, borçlu taraf reddi miras halindeyken süresiz olarak şikâyette bulunabilir şeklinde karar vermekteydi. Fakat daha sonrasında değerlendirmeyi şikâyete değil süreye göre yapmaya karar verdi. Bu nedenle itirazla süreye göre değerlendirilecektir. Size gelen belgelerin niteliğine göre, gereken sürelerde dönüş yapılması gereklidir.

İlamsız ödeme emri ve kambiyo takibi için yedi gün, ilamlı takip için de yedi gün süreli itiraz söz konusu olmaktadır. Gelen belgelere ve o belgelere uygun sürelere göre itirazda bulunmanız gerekir.

Mirasın Reddi Yapanın Mirasçılarının Durumu

Reddi miras yapıldığı zaman, mirası reddetmiş olan mirasçının, mirasçılık ile ilgili hakları son bulur. Sadece mirası reddeden kişiye ait sorumluluklar söz konusudur. Mirasın reddi durumunda, farklı sonuçlar ortaya çıkabilmektedir.

Ret durumunda mirasçı kişinin yasal veya atanmış mirasçı olması durumu sonuçları etkilemektedir. Aynı zamanda mirası reddeden mirasçı sayısı ve bunarla benzer koşullar değişik sonuçlar ortaya koyabilmektedir.

Yasal mirasçı olan kişilerden biri mirası reddederse, miras açıldığı zaman hiç hakkı kalmaz. Sanki bu kişi sağ değilmiş gibi, her şey hak sahiplerine geçer. Miras açıldığı zaman bu kişi ile ilgili hak veya sorumluluk söz konusu değildir. Bu kişi yok sayılır ve her şey miras ile ilgili hak sahiplerine geçmektedir.

Mirası red eden mirasçılara yapılan icra takibine süresinde itiraz edilmesi gerekmektedir.

Reddi Miras-İcra Şikayet Süresi-İtiraz Süresi (Mirasın Reddi Kararının İcra Takibine Etkisi)

YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

2013/2240 E. 2014/929 K.

“İçtihat Metni”

Hukuk Genel Kurulu 2013/2240 E. , 2014/929 K.”İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İzmir 10. İcra Hukuk Mahkemesi

TARİHİ :13/06/2013

NUMARASI :2013/259-2013/418

Taraflar arasındaki “ borca itiraz nedeniyle takibin iptali ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 10.İcra Hukuk Mahkemesince itirazın reddine dair verilen 07.11.2012 gün ve 2012/581 E. 2012/790 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı-borçlular vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 27.02.2013 tarih, 2013/287 E. 2013/6266 sayılı ilamı ile;

..Alacaklı vekili tarafından muris O…in borcu için mirasçısı sıfatı ile A.. Ö.., M.. Ö.. ve Ş. Ö..(Aksakal) hakkında kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile icra takibine başlandığı, örnek 10 no’lu ödeme emrinin adı geçenler vekiline 16.08.2012 tarihinde tebliğ edildiği, yasal sürede itiraz edilmemesi üzerine takibin kesinleştiği görülmüştür.

Mirasçı borçlular vekili 23.08.2012 tarihinde icra mahkemesine yaptığı başvuruda, borçluların İzmir (kapatılan) 14. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/657 Esas, 2011/609 Karar ve 2011/764 Esas ve 2011/708 Karar sayılı ilamları ile mirası reddettiklerini ileri sürerek takibin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Hakkında icra takibi yapılan borçlular, mirası reddettiklerini bildirerek hakkındaki takibin iptalini icra mahkemesinden isteyebilirler. Mirasçı sıfatı ile hakkında takip yapılan borçlunun bu başvurusu, İİK. nun 16.madde kapsamında şikayet olarak kabul edilmelidir. Bu konudaki şikayet ise taraf ehliyetine ilişkin olup kamu düzeni ile ilgili olduğundan, İİK. nun 16/2.maddesi uyarınca süreye de tabi değildir.

Somut olayda, borçlu mirasçıların, takip tarihinden önce muris O..Ö..in mirasını reddettikleri mahkeme kararları ile kanıtlandığına göre, mahkemece takibin iptaline karar verilmesi gerekirken istemin süresinde olmadığından bahisle reddine karar verilmesi doğru olmadığı gibi, dosya üzerinde karar verildiği ve alacaklı kendini bir vekille temsil ettirmediği halde alacaklı yararına Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca vekalet ücretine hükmedilmesi de isabetsizdir…)

gerekçesi ile bozulmasına karar verilerek dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, takibin iptali istemine ilişkindir.

Davacı-borçlular vekili, davalı tarafından miras bırakanları Osman Örter’in düzenlediği bono nedeniyle aleyhlerine İzmir 26. İcra Müdürlüğü’nün 2012/10050 Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, takip talebinde neden kendilerine karşı takip yapıldığına ilişkin bir kayıt bulunmadığını, ayrıca daha evvel mirası reddettiklerini, bu nedenle murislerinin borçlarından sorumlu olmadıklarını ileri sürerek takibin iptalini istemişlerdir.

Davalı(alacaklı), yanıt vermemiştir.

Mahkemece, davacılara kambiyo senetlerine özgü takip nedeniyle ödeme emri çıkarıldığı, en son tebligatın 16/08/2012 tarihinde borçlular vekiline tebliğ edildiği, eldeki davanın ise 23/08/2012 tarihinde açıldığı, kambiyo senetlerine karşı itirazların 5 gün içerisinde yapılması gerektiği, itirazın süresinde olmadığı gerekçesi ile evrak üzerinde itirazın reddine karar verilmiştir.

Davacılar( borçlular) vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuştur.

Yerel Mahkeme, azınlık görüşündeki bir kısım gerekçeyi tekrarla itirazın süresinde olmadığı gerekçesi ile önceki kararda direnmiş; ancak bozmada değinilen davalı(alacaklı) vekili lehine vekalet ücreti hükmedilmesine ilişkin hükme direnme kararında yer vermemiştir.

Direnme kararını temyize davacı- borçlular vekili getirmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacıların(borçluların) isteminin borca itiraza mı, yoksa şikayet yolu ile takibin iptaline mi ilişkin olduğu; buna göre istemlerinin süreye tabi olup olmadığı; mahkemece takibin iptaline karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; alacaklı A.. M.. tarafından Bursa 9.İcra Dairesi’nin 2012/4290 Esas sayılı icra dosyası ile O..Ö.. mirasçıları denilmek suretiyle borçlular Ş..Ö..A.. A.. Ö.. ve M.. Ö.. aleyhine 23.09.2009 vade tarihli 14.000.- TL bedelli bonoya dayalı olarak 11.04.2012 tarihinde, kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip başlatıldığı, dosyanın yetkisizlik kararı üzerine İzmir 26.İcra Dairesine gönderildiği, adı geçen icra dairesi tarafından da 09.08.2012 tarihli 10 nolu ödeme emrinin davacı-borçlular vekiline 16.08.2012 tarihinde tebliğ edildiği, 23.08.2012 tarihinde ise eldeki davanın açıldığı görülmektedir.

Davacı-borçlular aleyhinde takibe konu bononun keşidecisi olan O..Ö..n mirasçıları olarak takip yapıldığı, davacı- borçluların da takip tarihinden evvel İzmir 14.Sulh Hukuk Mahkemesince verilen 24.03.2011 Tarih, 2011/657 E. 2011/609 K. ve 05.04.2011 Tarih, 2011/764 E. 2011/708 K. sayılı ilamları ile mirası reddettiklerinden miras bırakanlarının borçlarından sorumlu olmayacaklarını, aleyhlerine takip yapılamayacağını ileri sürerek takibe karşı koydukları anlaşılmaktadır.

İmzaya itiraz dışındaki diğer (borcun mevcut olmadığı, ödendiği, ertelendiği, zamanaşımına uğradığı, takas, yetki itirazı gibi) bütün itirazlara borca itiraz denilmektedir ( İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Prof. Dr. Baki Kuru syf. 665). Davacı- borçlular mirası redden dolayı borçlu olmadıklarını ileri sürdüklerine göre, başvuruları 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 169.maddesine dayalı borca itiraz niteliğindedir. Aynı kanunun 168/5.maddesi uyarınca borçluların, borca itirazını, ödeme emrinin tebliğinden itibaren 5 gün içerisinde dilekçe ile icra mahkemesine bildirmeleri gerekir.

Somut olayda; davacı- borçlular vekiline ödeme emrinin 16.08.2012 tarihinde tebliğ edildiği, davanın ise 5 günlük itiraz süresi geçtikten sonra 23.08.2012 tarihinde açıldığı anlaşıldığından, yerel mahkemece itirazın reddine ilişkin olarak verilen karar yerindedir.

Hukuk Genel Kurulu görüşmeleri sırasında bir kısım üyeler tarafından, mirası ret kurumunun Türk Medeni Kanunu’nda düzenlendiğini, mirası reddin tespitine ilişkin mahkeme kararlarının varlığının ileri sürülmesinin borca itiraz sebebi kabul edilmesinin salt süresinde ileri sürülmediği için etkisiz hale getirilmesi sonucunu doğuracağı ve mirası reddeden mirasçıları kanuna aykırı olarak, borcu ödemek zorunda bırakabileceği, bu nedenle İİK’nun 16.maddesi uyarınca süresiz şikayet yolu ile ileri sürülmesi gerektiği görüşü savunulmuşsa da, yukarda açıklanan nedenlerle ve süresinde itiraz edilmeme halinde borçluların koşulları varsa menfi tespit davası açabilecekleri gerekçesi ile bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, direnme kararı onanmalıdır.

SONUÇ :Davacılar-borçlular vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, yukarıda açıklanan nedenlerle 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla direnme kararının ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin

alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 19.11.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

Dolandırıcılık, Başkasının Yeşil Kartını Kullanma Suçun Oluşmadığı, Beraat

T.C.
YARGITAY
15. CEZA DAİRESİ
ESAS NO. 2017/3790
KARAR NO. 2017/8745
KARAR TARİHİ. 5.4.2017

ÖZET: Başkasının yeşil kartını kullanarak sağlık hizmetinden faydalanmanın nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturmayacağı..… üzerinde herhangi bir tahrifat yapılmaksızın suçta kullanılan yeşil kartın başkasına ait olduğunun görevlilerce basit bir denetim sonucunda kolaylıkla tespit edilmesinin mümkün olduğu, sanıkların eyleminin aldatma özelliğinden yoksun olması sebebiyle hile boyutuna ulaşmadığı ve gebe takibi, doğum ve muayene işlemlerinin 5510 Sayılı Kanun kapsamında genel sağlık sigortası çerçevesinde ücrete tabi olmaksızın devlet tarafından karşılanacağı, bu sebeple kamunun herhangi bir zararı oluşmayacağı anlaşılmakla; sanıklara yüklenen nitelikli dolandırıcılık suçunun yasal unsurları itibariyle oluşmadığı

Sanıkların nitelikli dolandırıcılık suçundan beraatlarına dair hükümler, o yer Cumhuriyet Savcısı ve katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;

KARAR

Sanık …’ın sanıklardan …’ın eşi olduğu, sanık …’nın,….. Kaymakamlığı İdare Kurulu Bürosu tarafından kendisine sağlık hizmetlerinden faydalanması için tahsis edilen yeşil kart sağlık cüzdanını, eltisi olan diğer sanık …’a hamileliği sırasında kontrol ve muayenelerde kullanması amacıyla …’ın eşi … tarafından istenmesi üzerine verdiği, sanık …’ın …’a ait yeşil kart sağlık cüzdanı ile ……Hastanesinde 24/06/2011, 13/07/2011, 18/07/2011 ve 20/07/2011 tarihlerinde muayene olduğu ve 20/07/2011 tarihinde doğum yaptığı, sanıkların bu şekilde katılan … zarar uğratmak suretiyle atılı suçu işledikleri iddia edilen olayda;

Üzerinde herhangi bir tahrifat yapılmaksızın suçta kullanılan yeşil kartın başkasına ait olduğunun görevlilerce basit bir denetim sonucunda kolaylıkla tespit edilmesinin mümkün olduğu, sanıkların eyleminin aldatma özelliğinden yoksun olması sebebiyle hile boyutuna ulaşmadığı ve gebe takibi, doğum ve muayene işlemlerinin 5510 Sayılı Kanun kapsamında genel sağlık sigortası çerçevesinde ücrete tabi olmaksızın devlet tarafından karşılanacağı, bu sebeple kamunun herhangi bir zararı oluşmayacağı anlaşılmakla; sanıklara yüklenen nitelikli dolandırıcılık suçunun yasal unsurları itibariyle oluşmadığı gerekçesiyle verilen beraat hükümlerinde bir isabetsizlik görülmemiştir.

SONUÇ : Yapılan yargılama sonunda, yüklenen suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçe gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, o yer Cumhuriyet savcısı ve katılan vekilinin atılı suçun unsurlarının oluştuğuna dair temyiz itirazlarının reddiyle, beraate dair hükümlerin ONANMASINA, 05/04/2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Aile Hukuku-Boşanma Davaları

Aile Hukuku Nedir?

Ülkemizde aile hukuku aile ile alakalı tüm konuları içeren ve Medeni Kanun kapsamında olan bir hukuk dalıdır. Aile hukuku içerisinde nişanlanma, evlenme, boşanma, nafaka, mal rejimi, velayet, evlat edinme, soy bağı, kayyımlık, diğer nafaka türleri ve işlemleri ile kadın hakları ve çocuk hakları gibi konular incelenmektedir. Kadın hakları ile çocuk hakları farklı bir alan olsalar da aile hukuku içerisinde değerlendirilmektedir.

Ülkemizde aile birliğine büyük önem verilmektedir. Anayasada da bu konu belirtilmiş ve aile; toplumun temeli olarak gösterilerek, eşler arasındaki eşitliğe dayandığı belirtilmiştir. Aile hukuku denilince ilk akla gelen boşanma davaları ve boşanma konuları olmaktadır. Ancak bunlardan farklı olarak nişanlanma ve evlenme konuları da bu hukuk dalı içerisindedir. Aynı zamanda evliliğin hükümsüzlüğü ve soy bağı konuları da bu hukuk dalı içerisinde incelenmektedir. Velayet ve evlat edinme gibi konularda bu hukuk dalı içerisinde incelenmekte ve davalar görülmektedir. Boşanma sonrası ortaya çıkan nafaka ve nafakanın diğer türleri de bu hukuk dalı içerisinde incelenmektedir. Ayrıca evlilik ile oluşan mal rejimi konusu da bu hukuk dalı ile incelenmektedir.

Günümüzde yeniden düzenlenen yasalar ve kanunlar ile aile birliği ve kadın erkek eşitliği konusunda yol alınmıştır. Oluşan Aile Mahkemeleri görülen davalar ile yeni içtihatlar oluşturmaya başlamıştır. Aile birliği ve mal rejimi konusunda erkek egemen zihniyet değişmeye başlamıştır. Özellikle eski dönemdeki mal rejimi yasasının değiştirilmesi ile Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi kabul edilmiştir. Bu şekilde kadınlarında mal varlığının olması ve boşanma sonrasında erkekler üzerine olan mallar nedeni ile kadınların mağdur olmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Yasalarımızda farklı mal rejimlerinin kabul edilebilmesi de mümkün olabilmektedir. Evlilik sözleşmeleri ile farklı mal rejimleri arasından tercih yapılabilmektedir.

Aile Hukuku Neden Var?

Evlenmek ve sonrasında boşanmak konuları ile tarafların mağdur olmasını önlemek amacı ile aile hukuku geliştirilmiştir. Evlilik için belirli kuralların ve şartların getirilmesi ve aynı zamanda boşanmak içinde belirli şartların ve kuralların getirilmesi aile kurumunun güçlenmesini sağlamaktadır. Bunun yanında aile içerisindeki anlaşmazlıkların çözülmesi ve boşanma konularının da düzenlenmesi bu şekilde yapılmaktadır. Boşanmak ve sonrasında mal paylaşımı ile velayet ve nafaka gibi konularında belirli kurallara bağlanması aile hukuku ile mümkün olmaktadır. Bu durum keyfi şekilde evlenmenin ve boşanmanın önüne geçilmesi ve mağduriyetlerin azalması anlamına gelmektedir. Yasal olarak haklara sahip olmak aile kurumunun önemini ve ciddiyetini vurgulamak ve temellendirmektedir. Ülkemizdeki aile hukukunda boşanma işlemleri için iki farklı dava türü bulunmaktadır.

Aile Hukukunda Boşanma Davaları

Aile Hukukunda Çekişmeli Boşanma Davaları

Yasalarımızda evli olan kişilerin boşanma konusunda belirttiği hükümler bulunmaktadır. 4721 sayılı Medeni Kanununda boşanma konusunda belirli şartlar ve hükümler bulunmaktadır. boşanmak isteyen kişiler mahkemeye bu şartların yerine geldiğini kanıtlamak zorundadır. Yasalarımızda boşanma konusunda belirtilen şartlar; hayata kast, zina, onur kırıcı davranış, suç işleme, kötü davranış, haysiyetsiz yaşam sürmek, terk, akıl hastalığı ve evlilik birliğinin temelden sarsılması olmaktadır. Ülkemizde en çok evlilik birliğinin temelden sarsılması nedeni ile boşanmalar gerçekleşmektedir. Boşanma davası açılırken boşanma davasını açan taraf bu nedenlerden birini sunmak ve kanıtlamak zorundadır. Bu iddia ve kanıtlanması oldukça önemlidir. Mahkemenin vereceği boşanma veya boşanmayı onaylamama kararı sonrasında taraflar üç sene boşanma davası açamazlar. Bu sebeple boşanma nedeni mahkemeye kanıtlanacak ve geçerli bir neden olmalıdır.

Çekişmeli boşanma davası açılması konusunda davayı açan tarafın kusursuz olması gerekliliği yoktur. Diğer taraftan daza az kusurlu olması veya tamamen kusurlu olması davayı açmasına engel değildir. Boşanmanın gerçekleşmesinde kusurlu olmak veya olmamak önemli değildir. Kusur durumu nafaka, tazminat ve velayet konularında önemlidir. Boşanmak konusunda yukarıda belirtilen nedenlerin gerçekleşmiş olması ve bunun mahkemeye kanıtlanabilmesi yeterli olmaktadır. Mahkeme kusurlu tarafı ve kusur oranını belirlediğinde nafaka ve tazminat gibi konular görüşülmektedir.

Tarafların açacakları çekişmeli boşanma davaları için son altı aydır ikamet ettikleri yerdeki Aile Mahkemesi veya taraflardan birinin ikamet ettiği yerdeki Aile Mahkemesine dava açabilirler. Aile Mahkemesi olmayan yerlerde Asliye Hukuk Mahkemesi bu davaları görmektedir. Boşanma davasının görüşülmeye başlanması ile mahkeme taraflara karşı geçici tedbirler alabilmektedir. Velayet, nafaka ve mal paylaşımı konularında davanın bitimine ve karar verilene kadar geçici kararlar ve tedbirler alınabilmektedir. Boşanma davasının açılmasından sonra çocuğun dava bitip velayet konusunda karar verilene kadar kimde kalacağı ve taraflardan birisinin geçimi konusunda nafaka alması ile ailenin evinde oturup, oturmayacağı gibi konular hakkında kararlar verilebilmektedir.

Boşanma davaları sonrasında boşanma nedeni ile zarara uğrayan taraf kusursuz olması veya daha az kusurlu olması durumunda kendisinden daha fazla kusuru olan taraftan tazminat talep edebilmektedir. Bu tazminatlarda boşanma ile yaşanılan maddi zorluk ve kayıplar nedeni ile maddi tazminat istenebilmektedir. Bunun yanında kişilik haklarının zarar görmesi nedeni ile de manevi tazminat talebinde bulunabilmektedir. Bunların yanında nafaka talepleri de mahkemeye sunulabilmektedir. Geçimin sağlanması nedeni ile nafaka talep edileceği gibi çocuğun bakımı için iştirak nafakası da talep edilebilmektedir.

Aile Hukukunda Anlaşmalı Boşanma Davaları

4721 sayılı Medeni Kanunun 166. maddesinde anlaşmalı boşanma davası belirtilmiştir. Bu maddede en az bir yıl evli kalmış eşlerin, birlikte boşanmak konusunda başvuru yapması veya diğer eşin başvurusunu kabul etmesi ile anlaşmalı boşanma davasının açılacağı belirtilmektedir. Bu davada kararın verilmesi için hakim iki tarafında boşanmak konusunda iradesinin olduğu ve bunu serbest şekilde açıkladığını görmesi gerekmektedir. Bunun yanında tazminat, nafaka ve velayet gibi konularda da anlaşmaya varılmış olması ve bunların hukuka uygun şekilde yapılmış olması gerekmektedir. Velayet konusunda her ne kadar taraflar bir karar varmış olsalar da mahkeme çocuğun menfaati gereğince farklı bir karar verebilmektedir. Mahkeme tarafından yapılan değişikler ile de tarafların boşanmayı istedikleri ve uzlaştıklarını belirtmesi ile boşanma gerçekleşmiş olmaktadır.

Anlaşmalı boşanma davası açılabilmesi için evliliğin bir yıldan uzun olması gerekmektedir. Evliliğin bir yılını doldurmadan boşanmak isteyen eşler, aralarında anlaşmış olsalar bile anlaşmalı boşanma davası açamamaktadır. Bunun yanında boşanmak isteyen tarafların her konuda anlaşmış olmaları gerekmektedir. Aralarında tazminat, nafaka ve velayet ile mal paylaşımı konusunda anlaşmış olmaları gerekmektedir. Bu anlaşma mahkemeye yazılı olarak sunulmalıdır. İki tarafından imzaladığı anlaşmalı boşanma protokolüne göre mahkeme kararını verecektir. Bu sebeple hazırlanacak protokol oldukça önemlidir. Hukuka aykırılık içermeyen ve tarafların haklarının korunduğu bir protokol yapılması gerekmektedir.

Aile Hukukunda Nafaka Davaları ve Türleri

Tedbir Nafakası Nedir, Kimlere Verilir?

Tarafların boşanma davası açması ile mahkeme bazı konularda re’sen karar alabilmektedir. Mahkeme tarafından boşanma davasının açılması ile bakıma ihtiyaç duyan ve yoksulluk yaşayacak olan tarafa mahkeme sonuçlanıp nafaka kararı verile kadar bir nafaka bağlanmasına karar verebilir. Bu tedbir nafakası olmaktadır. Mahkeme taraflardan birisine boşanma davasının açılması ile yaşayacağı ekonomik sıkıntılardan kurtulması ve zorluk yaşamaması için bu nafakayı bağlamaya karar verebilmektedir. Tedbir nafakasının verilmesi konusunda kadın veya erkek ayrımı yapılmamaktadır. Bu durum erkeğinde tedbir nafakası almasını mümkün hale getirmektedir. Ayrıca tedbir nafakası için kusur durumuna da bakılmaz. Mahkemenin görülmesi ve duruşmaların devam etmesi süresinde aldatan eşe bu nafaka bağlanabilmektedir.

Yoksulluk Nafakası Nedir, Kimlere Verilir?

Boşanma kararının verilmesi ile bağlanacak olan yoksulluk nafakası, yoksulluk çekebilecek eşe diğer taraf tarafından ödenmesi gereken paradır. Bu nafakanın bağlanabilmesi için nafaka bağlanacak olan tarafında nafaka ödeyecek olan taraftan daha az kusurlu olması gerekmektedir. Ancak bu şekilde yoksulluk nafakası bağlanabilmektedir.

İştirak Nafakası Nedir, Kimlere Verilir?

Boşanma kararının verilmesi ile tarafların ortak çocuklarının velayeti konusu da karara bağlanmaktadır. Bu durumda taraflardan birisi çocukların velayetini almaktadır. Çocukların velayetini alan taraf, çocukların bakım ve eğitimi gibi konular için diğer taraftan bir nafaka alabilmektedir. Bu nafaka türüne iştirak nafakası denmektedir. Aynı zamanda çocuk bakım nafakası olarak da isimlendirilebilmektedir. Bu nafakayı alan kişi velayetin kendisinde olması durumunda çocuğun 18 yaşına gelene kadar nafakayı almaktadır. Çocuğun 18 yaşından sonra eğitimine devam etmesi durumunda da nafaka alınabilmektedir.

Yardım Nafakası Nedir, Kimlere Verilir?

Türk Medeni Kanunun 364. maddesi ve devamında maddelerinde belirtilen yardım nafakası, ödenmediği sürece yoksulluğa düşecek kişilere bağlanabilmektedir. Bu durum yakın akrabalar için de geçerli olmaktadır. 18 yaşını geçmiş ancak eğitimine devam eden kişilerde bu nafakadan yararlanabilmektedirler.

Aile Hukukunda Velayet Davaları

Eşler arasında evlilik birliğinin sürmesi halinde 18 yaşın altındaki çocukların velayeti anne ve babada bulunmaktadır. Ortak olarak çocukların yetiştirilmesi konusunda yasal olarak karar sahibi olmaktadırlar. Evlilik birliğinin sonlandırılması ile mahkemelerde velayet konusunda da karar verilmektedir. Bu durumda çocuklar boşanan eşlerden birinde kalmakta ve velayeti bir taraf almaktadır. Velayeti alan taraf çocuğun bakımını üstlenmektedir. Velayeti alamayan taraf ise belirli zamanlarda çocuğu görmek ve yetiştirilmesine yardım etmektedir. Boşanma davaları sonrasında verilen velayet kararları kesin hüküm içermediği için sonradan velayetin değiştirilmesi davaları açılabilmektedir.

Velayet ilk olarak boşanma davalarında karara bağlanmaktadır. Bu durumda boşanma davalarında boşanmanın gerçekleşmesi ile velayet konusunda da karar verilmektedir. Bu davalarda velayetin verilmesi konusunda çocuğun menfaatleri ön planda tutulmaktadır. Bu davalarda velayet konusunda tarafların bir anlaşmaya varmış olmaları mahkemenin bu yönde karar vermesi için yeterli ve bağlayıcı değildir. Mahkemeler velayetin verilmesi konusunda çocuğun menfaatini ön planda tutmaktadır. Bu sebeple tarafların verdikleri velayet kararından farklı bir karar vermeleri söz konusudur. Bu davalarda çocuğun yaşının küçük olması, bebeklik çağında olması durumunda genel olarak anneye verildiği gözlenmektedir. Ancak bunun aksi durumlarda olabilmektedir. Mahkeme bazı durumlarda çocuğun velayetini anne ve babadan farklı kişilere de verebilmektedir. Az rastlanan bir durum olsa da bu yönde bir karar verilebilmektedir.

Boşanma davalarında boşanmanın karara bağlanması sonrasında velayet konusu karara bağlanmaktadır. Bu davalarda bir taraf çocuğun velayetini almaktadır. Ancak bu karar kesin bir hüküm değildir. Bu durum velayetin daha sonra değiştirilebileceği anlamına gelmektedir. Velayeti alamayan taraf çocuğun velayetini alabilmek için velayetin değiştirilmesi davası açabilmektedir. Bu davalarda mahkemeye velayetin değiştirilmesinin çocuğun menfaatine olduğunu kanıtlaması ve somut şekilde göstermesi gerekmektedir. Bu şekilde Velayet diğer tarafa verilebilmektedir.

İddet Müddeti (Bekleme Süresi) Nedir?

Medeni Kanunda boşanma kararının alınması ve kararın kesinleşmesi sonrasında kadının 300 gün evlenemeyeceği belirtilmiştir. Bu 300 günlük süreye iddet müddeti yani bekleme süresi denmektedir. Kanunda yer alan bu madde boşanma sonrasında kadının hamile olmasının anlaşılması ile doğacak çocuğun soy bağının bilinmesi için bulunmaktadır. Bu durum doğacak çocuğun menfaatini gözetmek amacı ile yasalarda bulunmaktadır.

Günümüzde bir kadının hamile olup olmadığı ise birçok test ile kolayca öğrenilebilmektedir. Bu sebeple 300 gün süren bekleme süresine yani iddet müddetine gerek kalmamaktadır. Bir kadının boşanmanın kesinleşmesinden sonra 300 beklemeden evlenmesi için iddet süresinin kaldırılması davası açabilmektedir. Bu davada kadının hamile olmadığını rapor ile kanıtlaması yeterli olmaktadır. Bu şekilde beklemeden yeniden evlenmesi mümkün olabilmektedir.

Yabancı Ülkelerde Verilen Boşanma Davalarının Ülkemizde Tanıma Ve Tenfiz Davası

Yabancı bir ülkede yapılan boşanmalar tanıma ve tenfiz davası açılmadığı sürece Türkiye’de geçerli olmamaktadır. Böyle bir durumda boşanma sonrasında nafaka ve tazminat ile velayet gibi haklardan Türkiye’de yararlanmak mümkün olamayacaktır. Bunun yanında yeniden evlenmek istendiğinde Türkiye’de hala evli olarak gözükmesi nedeni ile sorun yaşanabilmektedir. Bu durumlar ile karşılaşmamak için yabancı bir ülkede yapılan ve karara bağlanan boşanma davaları sonrasında bu kararın mahkemelerimizde de tanınması için tanıma ve tenfiz davaları açılmalıdır.

Evlilik Sözleşmesinin Nedir, Nasıl Hazırlanır?

Evlilik sözleşmeleri evlenmeden önce veya sonra hazırlanabilen ve noter ile onaylatılarak geçerlilik kazandırılan anlaşmalardır. Tarafların mal rejimi ve nafaka ile tazminat gibi konularda aralarında bir anlaşma yapmalarının önünü açmaktadır. Özellikle mal rejiminin Edinilmiş Mallara Katılım Rejiminden farklı bir şekilde tercih edilmesi için gerekebilmektedir. Nişanlılık veya evlilik içerisinde taraflar mal rejimi konusunda yasalara uygun olacak şekilde farklı bir paylaşım tercih edebilmektedirler. Bunun resmiyet kazanması için de evlilik sözleşmesi yapmaktadırlar. Boşanma sırasında bu sözleşme geçerli olmakta ve mal paylaşımı bu sözleşemeye göre yapılabilmektedir.

AKSARAY BOŞANMA AVUKATI

AVUKAT DERVİŞ ALİ ERKOL

Nafaka Davası Nasıl Açılır

Nafaka Nedir?

Boşanma davasının sürdüğü sırada veya boşanma davasının sona ermesinden sonra maddi olarak zorluk yaşayacak kişinin talep edeceği ve bu kişiye bağlanacak olan ve her ödenmesi gereken paraya nafaka denmektedir. Her nafaka türü için farklı şartlar gerekmektedir. Bu şartların yerine gelmiş olması durumunda nafaka alınması mümkün olabilmektedir.

Nafaka Davası Nasıl Açılır?

Mahkemenin boşanma davası sırasında veya boşanma sonrasında ekonomik durumunun boşanma nedeni ile kötüleşmekte olan tarafın, ekonomik durumu daha iyi olan taraftan alacağı mali güçle yaşamına devam etmesi nafaka ile mümkün olabilmektedir. Tedbir nafakası, iştirak nafakası ve yoksulluk nafakası olarak üç farklı türde nafaka bulunması mümkündür. Bu farklı türlerdeki nafakaların kazanılması konusunda gerekli şartların varlığı gerekmektedir. Tedbir nafakası boşanma davasının sürdüğü sırada eşlerden ekonomik olarak sorun yaşayan tarafın talep ettiği ve ona verilecek olan mali destek anlamına gelmektedir. Tedbir nafakası alınması için nafaka isteyen tarafın bunu mahkemeden talep etmesi gerekmektedir.

Alınacak olan tedbir nafakası geçici bir nafakadır. Tedbir nafakası ödenme süresi boşanma sürecinin bitmesi ile sona ermektedir. Yoksulluk nafakası ise boşanma sonrasında alınabilecek olan nafaka çeşididir. Bundaki amaç evlilik içinde belirli bir mali gelire sahip olmakta olan tarafın boşanma sonrasında bu mali olanaklarını kaybetmesi ve yoksulluğa düşmesinin önlenmesidir. Boşanma konusunda eşinden daha fazla kusura sahip olan tarafın yoksulluk nafakası alması mümkün değildir. Örnek olarak eşini aldatan bir tarafın yoksulluk nafakası olması mümkün değildir. İştirak nafakası ise çocuğun bakımı için gerekli olan mali desteğin verilmesi için ödenen bir nafaka türü olmaktadır. İştirak nafakası alabilmek için tek şart velayeti almış olan tarafın bunu talep etmesidir. Mahkeme çocuğun velayetini alan tarafa iştirak nafakası ödenmesine hükmetmektedir. Nafaka talepleri konusunda aksaray avukat aracılığı ile talepte bulunulması ve davaların avukatlar ile yürütülmesi sonucun alınmasında oldukça önemlidir.

Nafaka Türleri Nelerdir?

Boşanma davaları sonrasında ve boşanma davalarının sürdüğü süre içerisinde alınabilecek ü. Farklı türde nafaka bulunabilmektedir. Bunlardan birisi tedbir nafakası olmaktadır. Tedbir nafakası boşanma davasının sürdüğü süre içerisinde eşlerden birisinin maddi anlamda zor durumda olmasının ve durumun giderilmesi için mahkeme tarafından hükmedilecek bir nafakadır. Bu nafaka boşanma davasının sürdüğü süre boyunca ödenecektir. Tedbir nafakası sadece boşanma davasının süresi boyunca alınabilmektedir. Davanın sonlanması ile bu nafakanın ödenmesi de bitecektir. Boşanma davasının sona ermesinden sonra alınabilecek olan iki farklı nafaka türü de bulunabilmektedir. Bunlardan birisi iştirak nafakası olmaktadır. Bir diğeri ise yoksulluk nafakası olmaktadır. Bu iki nafakanın alınabilmesi için gerekli olan bazı şartlar bulunmaktadır. 

Tedbir Nafakası Nedir, Tedbir Nafakası Nasıl Alınabilmektedir?

Tedbir nafakası boşanma davası sürerken eşlerden birisinin yoksulluğa düşecek olması durumunda verilecek olan nafaka türüdür. Tedbir nafakasının alınabilmesi için boşanma davası sürecinde hayat standardının belirli ölçüde düşmesi gerekmektedir. Bu nafaka türü genel olarak kadınlar tarafından talep edilen ve alınan bir nafakadır. Kadının çalışmıyor ve ev işleri ile uğraşıyor olması nedeni ile boşanma sürecinde eşinden gelen maddi olanaklardan mahrum kalması nedeni ile bu yardımın devam ettirilmesi için bu nafaka ödenmesine mahkeme yapılan talebe göre karar vermektedir.

Yoksulluk Nafakası Nedir, Yoksulluk Nafakası Nasıl Alınabilmektedir?

Talep edilen nafaka türlerinden birisi olan yoksulluk nafakası boşanma sonrasında alınabilecek olan bir nafaka türü olmaktadır. Yoksulluk nafakasının ödenmesi konusunda amaç evlilik içerisinde maddi bir gelire sahip olan tarafın, boşanma sonrasında bu maddi gelirden mahrum kalması ve yoksulluğa düşmesinin önlenmesidir. Yoksulluk nafakası alabilmek için kanunda belirtilen şartların yerine getirilmiş olması gerekmektedir. Bu şartlardan en önemlisi boşanmayı gerektiren olaylarda nafaka talep eden tarafın diğer taraftan daha az kusurlu olmasıdır. Boşanma konusunda diğer taraftan daha fazla kusuru olan tarafın yoksulluk nafakası talep etmesi mümkün değildir.

Bu konuya örnek verme gerekirse; aldatma nedeni ile açılmış olan bir boşanma davasında mahkemenin kararı ile boşanmanın gerçekleşmesi ve aldatmanın kabulü ile aldatan eşin yoksulluk nafakası alması mümkün değildir. Yoksulluk nafakasının alınabilmesi konusunda dava sürecinin daha başarılı bir şekilde yürütülmesi gerekmektedir. Bunun yanında nafaka talebine maruz kalan ve eşine nafaka ödemek istemeyen kişilerinde boşanma davasını doğru şekilde yönetmeleri gerekmektedir. Bazı durumlarda mahkeme boşanma davasında iki tarafı da eşit kusurlu olarak görebilmektedir. Bu durumda nafakaya hükmedecek olan hakim incelemeyi yaparak nafakanın ödenip ödenmeyeceği konusunda bir karar vermektedir. Eğer iki eşit kusur durumunda eşlerden birisinin yoksulluğa düşeceği belirlenmiş ise bu nafakanın verilmesi mümkün olabilmektedir.

İştirak Nafakası Nedir, İştirak Nafakası Nasıl Alınabilmektedir?

Boşanma sonrasında velayeti alan tarafın çocuğun bakımı konusunda diğer taraftan alacağı nafakaya iştirak nafakası denmektedir. Bu nafaka türü halk arasında çocuk bakım nafakası olarak bilinmektedir. İştirak nafakasının alınmasındaki tek şart ise velayetin alınmış olmasıdır. Çocuğun velayetini alan kişiye hakim çocuğun temel ihtiyaçlarının karşılanması konusunda iştirak nafakası ödenmesine hükmetmektedir.

Kimler Nafaka Alabilmektedir?

Boşanma süresi içerisinde ve boşanma davasının sonrasında nafaka alabilecek olan kişiler;

  • Düşük gelire sahip veya geliri olmayan kişiler,
  • İş sözleşmesinin sona erdirilmiş yani işinden kovulmuş veya işten çıkartılmış olan kişiler,
  • Ev hanımları,
  • Asgari ücret ile çalışmakta olan kişiler,
  • Geçici bir şekilde çalışan ve düzenli bir işi veya geliri olmayan kişiler nafaka talebinde bulunabilmektedir.

Kimler Nafaka Alamaz?

Boşanma sonrasında özellikle yoksulluk nafakası alamayacak olan kişiler;

  • Resmi bir şekilde evli olmasa bile fiili olarak başkası ile evli gibi yaşayan kişiler,
  • Belirli bir gelire sahip olan ve boşanma sonrasında yoksulluk çekmeyecek olan kişiler,
  • Maaşı, aylık geliri, dul aylığı, emekli maaşı, yıllık maaşı ve buna benzer düzenli bir geliri olan kişiler,
  • Yeterli oranda sosyal yardım alan, kira geliri olan, yurtdışından gelire sahip olan, işsizlik maaşı alan kişiler,
  • Mesleği olan, mesleğini icra eden ve buna bağlı olarak belirli bir kazancı olan kişiler,
  • Memurlar,
  • Bankada belirli bir miktarda parası olan ve faiz gelirine sahip olan kişiler,
  • Bir mesleğe veya bir yeteneğe sahip olan ancak bunu kullanmaktan bilerek imtina eden kişiler,
  • Kumar bağımlısı olan kişiler,
  • Eşi ile aynı gelire sahip olan kişiler,
  • Eşi yoksul olan kişiler yoksulluk nafakası alamazlar.

 

Nafaka Davaları – Nafaka Davası Nasıl Açılır

Nafaka Artırma Davası Nasıl Açılır

Boşanma davalarında nafakaya ilişkin olarak verilen kararlar kesin hüküm niteliğinde kararlar değildir. Bu durum şu anlama gelmektedir. Değişen hayat şartları ile nafaka tutarında bir artırım veya indirim yapılması mümkün olabilmektedir. İki tarafında hayat standartlarında yaşayacakları değişimler ile nafakanın artırılması mümkün olabilmektedir. Bu konuda velayeti alınan çocuğun masraflarının artması iştirak nafakasının da artmasına gerek duyulmasını ortaya çıkartmaktadır. Böyle durumlarda nafaka artırımı için dava açılmalıdır. Bunun yanında yıllar içinde hayat pahalılığı ve enflasyona bağlı olarak kira giderleri ve diğer giderlerin artması durumu da nafaka miktarının artırılmasına neden olabilmektedir.

Nafaka artırımı konusunda dava açılması bu mağduriyetlerin giderilmesine neden olabilmektedir. Ayrıca nafaka artırımı konusunda açılacak davalarda mahkemeden enflasyona bağlı olarak her yıl nafakanın artırılması talebinde de bulunulması mümkün olabilmektedir. Bu şekilde sürekli dav açılmasına gerek kalmadan nafakanın artırılması sağlanmış olabilmektedir.

Nafaka İndirme Davası Nasıl Açılır

Nafakanın ödenecek tutarında indirim yapılması yine değişen hayat koşulları ile mümkün olabilmektedir. Bu konuda genel olarak nafaka borçlusunun yaşam standartlarında bir düşüş, maaşının azalması, iş değişikliği ve işsiz kalması gibi durumlar nedeni ile nafakanın azaltılması talebinde bulunması mümkün olabilmektedir.

Nafakanın Kaldırılması Davası Nasıl Açılır

Nafakanın tutarının azaltılması ve artırılmasının mümkün olabileceği gibi nafakanın kaldırılması da mümkün olabilmektedir. Nafakanın alacaklısının nafakayı alabilmek için ortaya koyduğu gerekçelerin ve şartların yerine getirilmediğinin tespit edilmesi durumunda nafaka borçlusunun nafakayı iptal etmesi mümkün olabilmektedir. Bu konuda örnek olarak nafaka ödenen eski eşin belirli bir gelire sahip olması, yeni bir işe girmesi, başkası ile evlenmesi veya evli gibi yaşaması durumları nafakanın iptal edilmesini sağlayabilmektedir.

Geçmişe Dönük Nafakalar Nasıl Tahsil Edilir?

Geçmişe dönük olarak nafaka borcunun nafaka borçlusundan icra yolu ile alınması mümkündür. Nafaka borçlusunun nafakayı düzenli bir şekilde ödememesinden veya hiçbir şekilde ödememesinden kaynaklanan durumlar nedeni ile geçmişe dönük olarak nafakanın türüne göre ilamlı veya ilamsız olarak icra takibi başlatılması ve alacağın tahsil edilmesi mümkündür.

Nafaka Ödememenin Cezası Nedir?

Nafaka borçlusu olan kişinin her ay düzenli olarak nafakayı ödemesi gerekmektedir. Burada nafakanın ödenmemesi durumunda alacaklı olan kişinin icra yolu ile nafakayı tahsil etmesi mümkün olmaktadır. Nafakanın aylık olarak düzenli bir şekilde ödenmemesinin cezası ise üç ay tazyik hapsi olmaktadır. Nafaka borçlusunun nafakayı ödememesi durumunda ise üç ay hapis cezası alması mümkündür. Üç ay tazyik hapis cezasına mahkum edilen kişinin hapse girdikten sonra nafakayı ödeyerek hapis cezasını ortadan kaldırması mümkün olabilmektedir. Üç aylık hapis cezasının yatılması durumunda ise nafakanın ortadan kalması söz konusu değildir. Nafakanın borçlusu hapis yatmış olsa bile nafakayı ödemekle yükümlü olmaktadır. Burada nafakanın borçlusu nafakayı ödeyemeyecek maddi durumda ise nafakanın azaltılması veya nafaka kaldırılması konusunda dava açabilmektedir.

Nafaka Davası Avukatı

Nafakaya ilişkin olarak yaşanan sorunların çözümü konusunda bireyler nafaka davası avukatı ile iletişime geçerek yaşadıkları anlaşmazlıklar konusunda hukuki olarak yardım alabilmektedir. Nafaka davasının avukatları nafakanın artırılması veya indirilmesi ile nafakanın kaldırılması konularında yardımda bulunabilmektedirler.

Boşanırsam Nafaka Alabilir Miyim?

Boşanma ile nafaka alınması konusunda hangi türde nafakanın talep edileceği oldukça önemlidir. Talep edilecek olan nafaka türüne göre gerekli olan şartların yerine getirilmesi durumunda nafaka alınması mümkün olabilmektedir. Bu konuda yoksulluk nafakası için nafaka talep edilen eşten daha fazla kusurlu olmamak gerekmektedir. Bunun sağlanması ve maddi olanaksızlığın olması ile bu nafaka alınabilmektedir.

Çalışan Eş Nafaka Alabilir Mi?

Asgari ücret ile çalışmakta olan eşler boşanma davası sonrasında yoksulluk nafakası alabilmektedirler. Burada nafaka verecek eşinde maddi durumu oldukça önemlidir.

Kusurlu Eş Nafaka Alabilir Mi?

Yoksulluk nafakasının alınması konusunda nafaka talep edecek tarafın diğer taraftan az kusurlu olması şartı vardır. Ayrıca çocuk bakımı için alınacak nafakada velayetin alınmış olması yeterlidir.

Nafaka Ödemezsem Ne Olur?

Nafaka ödenmemesi durumunda öncelikle icra takibi ile karşılaşılması mümkündür. Buna rağmen ödeme yapılmaz ise tazyik hapsi cezası alınması mümkündür. Nafakanın ödeme güçlüğü nedeni ile ödenememesi durumunda nafakanın indirilmesi ve kaldırılması konusunda dava açılması gerekmektedir. Ödenemeyecek tutarda olan nafakalar mahkeme tarafından ödenecek tutara indirilmekte veya kaldırılmaktadır. Bu sebeple bir nafaka avukatı ile bu davaların açılması ve nafaka konusundaki ödemelerin düzenli olarak yapılması sağlanabilmektedir.

 

Yargıtay Kararı – Nafaka Davası Nasıl Açılır Boşanma

YARGITAY : BOŞANMA PROTOKOLÜNDE YAZILI NAFAKANIN İNDİRİLMESİ

YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ ESAS: 2013/14812 KARAR: 2013/17433

YOKSULLUK VE İŞTİRAK NAFAKASININ KALDIRILMASI – İNDİRİLMESİ, BOŞANMA PROTOKOLÜNDE YAZILI NAFAKANIN İNDİRİLMESİ

4721 sayılı TMK.nun 175.maddesi gereğince, “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.” Aynı kanunun 176/4.maddesinde ise; “Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir”.

YARGITAY : YOKSULLUK NAFAKASININ DEĞİŞEN KOŞULLARA GÖRE UYARLANMASI

YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ ESAS: 2013/12951 KARAR: 2013/15374

YOKSULLUK NAFAKASININ DEĞİŞEN KOŞULLARA GÖRE UYARLANMASI, YOKSULLUK VE İŞTİRAK NAFAKASININ ARTIRILMASI DAVASI, YOKSULLUK VE İŞTİRAK NAFAKASININ İNDİRİLMESİ KARŞI DAVASI

AKSARAY AVUKAT DERVİŞ ALİ ERKOL-BOŞANMA AVUKATI

Velayet Davası Nasıl Açılır

Velayet Davası Nasıl Açılır sorusu, boşanıp ve çocuklarının velayetinde sorun olan anne ve babanın ortak sorularından ve sorunlarındandır. Velayet boşanma davasında talep edileceği gibi, boşanma sonrasında da velayetin değiştirilmesi, velayetin geri verilmesi istenebilir. Velayetin değiştirilmesi veya geri istenmesi açılacak velayet davası ile mümkündür.

Velayet davasında önemli olan somut olaydır, davada  kesin ve tek bir kriter belirlemek mümkün değildir. Velayet davasında asıl olan velayete konu olan çocuğun menfaatlerini kimin koruyacağı,  ihtiyaçlarının (maddi ve manevi) nasıl kimin daha iyi karşılayacağı, çocuğun hangi tarafa ruhsal ve fiziksel gelişimini sağlıklı bir şekilde sağlıklı bir ortamda yetişmesini  yaşamasını faydalı olacağının tespiti önemlidir.

Velayet boşanma davası açılması durumunda ayrıca velayet davası açılmasına gerek yoktur. Hakim boşanma ile birlikte çocuğun velayeti konusunda da çocuğun çıkarını düşünerek karar verir. Ayrıca boşanma davası sırasında çocuğa dava başlangıcında tedbir nafakası, boşanmaya karar verilmesi durumunda iştirak nafakası bağlar.

Velayet davası da çocuklar genel olarak anneye bırakılmaktadır. Fakat  bu mutlak bir kural değildir. Bu hak ve görevin gereği gibi kullanılmaması halinde kaldırılması ve değiştirilmesi için Açılacak  velayet davası ile velayet değiştirilebilir. Velayet hakkı kural olarak  birbiriyle evli olan ana ve babaya tanınmıştır.

Boşanma Sonrası Çocukların Velayeti ve Velayet Davası Nasıl Açılır

Boşanma konusu psikoloji olarak en çok çocukları etkilediği gibi hukuki sürecin en çok dikkatle incelediği konu çocukların menfaatini içeren konu velayet konusudur. Boşanma davası sonucu ortaya çıkan en büyük sorunlardan biri evlilik birliği içerisinde beraber, ortak yürütülen velayetin boşanmadan sonra kimde kalacağı hususudur. Bu konuda taraflar fazlası ile anlaşmazlığa düşmekte, çocukları karşı tarafa karşı kullanabilecekleri bir koz olarak görüp çocuğun menfaatini göz ardı etmeleridir. Çocuğun menfaati boşanma davası sonucu oluşan velayet davasının en önemli noktasıdır. Her ne kadar taraflar çocuğun menfaatini unutarak hareket etseler de hakim çocuğu göz ardı etmez ve ona göre kararını verir.

Velayetin öneminden bu kadar bahsettik bir kez de tanımlarsak şunları ifade edebiliriz: küçüklerin, kısıtlıların gerek şahısları üzerinde gerek onlara ait mallarda özen gösterme, koruma ve onları temsil etme konusunda kanun koyucunun evlilik birliği süreci içinde anne ve babaya ortak olarak yüklediği bu sorumluluğun boşanma davası ile bir tarafa devretmesidir. Bu konuda kısıtlının veya çocuğun menfaati göz önüne alınarak velayet verilir.

Çocuğun Velayeti Verilirken Hakimin Önemle üzerinde Durduğu Kıstaslar:

Kendisine geniş bir takdir yetkisi tanıyan kanun koyucu hakimin bu takdir yetkisini başına buyruk kullanmaması için ona davalarda önüne gelen olayları inceleme ve analiz etme yükümlülüğü getirerek haklı ile haksızı ayırma yetisini kaybetmemesini sağlamıştır. Hakim velayet davalarında inceleyeceği hususlar şu şekildedir:

  • Çocuk algılama ve konuşabilme yeteneğime sahipse hakim çocuğu dinler ve onun fikirlerini dikkate alır. Çocuğun kimle kalacağının önemi büyüktür.
  • Tarafların durumları incelenir her durumdan. Bu sadece ekonomik anlamda bir kıstas değildir. Çocuğu ahlaki ve karakteristik yönden iyi etkileyecek, örnek olacak taraf hangisidir.
  • Boşanma davasında boşanmanın nedeni nedir?
  • Çocuğun menfaatinin ilk sırada tutulması

Hakim bu ve buna benzer birtakım kıstaslar eşliğinde velayete karar verir. Velayet kararı kesin bir karar olmamakla beraber hakimin kontrol etmesi gereken bir konudur.

Velayet Davası Nasıl Açılır – Sıkça Sorulan Sorular

VELAYET DAVASINDA ÇOCUĞUN YAŞININ ÖNEMİ NEDİR

  • Genel olarak yaşı itibarı ile anne bakım ve ilgisine muhtaç olan çocukların velayeti anneye bırakılır. Kesin bir yaş sınırı olmamakla birlikte uygulamada genel olarak 7 yaşına kadarki çocukların velayetleri anneye bırakılmaktadır.
  • Ancak baba  olağanüstü hallerde (Örneğin: Annenin akıl sağlığının çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini olumsuz etkileyecek derecede bozuk olması  annenin hayasız yaşam sürmesi  madde bağımlısı olması… vs.) çocuğun velayetinin kendisine bırakılmasını talep edebilir  bu durumda iddialarını ispat edebilirse çocuğun yaşına bakılmaksızın velayet babaya da bırakılabilmektedir.

VELAYET DAVASINDA ÇOCUĞUN CİNSİYETİNİN ÖNEMİ NEDİR

  • Velayet Davasında  çocuğun cinsiyetinin hiçbir önemi yoktur. Halk arasında  kız çocuğunun velayeti anneye  erkek çocuğunki babaya bırakılır şeklinde yaygın bir anlayış vardır  bu anlayış kesinlikle doğru değildir.

VELAYET DAVASI DİLEKÇESİ NASIL YAZILIR

  • Velayet Davası Nasıl Açılır sorusu ile birlikte, Velayet davası ile ilgili olarak dava dilekçesi nasıl hazırlanır, içeriği nasıl olmalı, ne gibi deliller sunulmalı gibi tüm sorularınıza cevap verecek dilekçe örnekler bölümünde bulabilirsiniz. Yanlız burada hatırlatılması gereken önemli husus dava dilekçesi konu ve olayalar çerçevesinde her dava ve dilekçesini ayrı özelliği vardır. Bu yüzden hukuksal olarak avukat desteği alınmasını tavsiye ediyoruz.
  • Velayet davası Dava dilekçelerinde konularına göre farklılık göstermesi sebebiyle, ana başlıklar altında dava dilekçesi örneğini veriyoruz. Mahkemenin adı, Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri,  Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası,  Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri, d) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri,  Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri,  İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği, Dayanılan hukuki sebepler, Açık bir şekilde talep sonucu,  Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası, olarak sıralayabiliriz.
Velayet Davası Nasıl Açılır

Boşanma Sonucunda Velayet ve Hakkında Bilinmesi Gerekenler –Velayet Davası Nasıl Açılır

Boşanmanın Çocuklar Üzerinde Ortaya Çıkardığı Sonuçlar

Boşanma eşlerin arasındaki hukuki bağı bitirmekle beraber yeni yükümlülükler ve sorumluluklar iki tarafa da yüklemektedir. Ayrıca boşanmanın gerçekleşmiş olması sorunların hepsini ortadan kaldırmayarak yeni sorunların ortaya çıkmasına da neden olabilmektedir. Özellikle çocuklu ailelerde eşlerin boşanması bu sorunların artmasına neden olmaktadır. Çocuklu ailelerdeki en büyük sorun çocukların durumlarıyla ilgili ortaya çıkan sorunlardır. Bu sorunları üç madde altında birleştirme gerekirse ilki çocukların ebeveynleri ile ilişkisinin nasıl devam edeceği, süreceğidir. İkincisi çocukların bakımlarının nasıl olacağıdır. Bakımdan kasıt çocukların zaruri ihtiyaçlarının karşılanmasının yanında eğitim, öğretim hayatlarındaki sorunlarının çözümü ve bu iki noktayı da önemli ölçüde çözecek olan ama iki sorundan da daha büyük olan velayet sorunudur. Velayet kavramı nedir peki?

Velayet Nedir, Neden Büyük Bir Sorundur?

Velayet ana babanın çocukları üzerindeki hak ve sorumluluklarını ifade eden kurumdur. Boşanmadan önce hukuki bağı koruyarak evlilik birliği içinde yaşayan ana baba çocukları üzerindeki velayet hakkı ortaktı. Fakat boşanma sonrası hukuki bağları biten anne babanın çocuk üzerinde ortak bir velayet hakkına sahip olması beklenemez bu yüzden hakim kararı ile, velayet kesin bir hüküm olmamakla beraber yani gelişen olaylar nedeni ile değiştirilme imkanına sahip demektir, velayet sadece anne veya babaya devredilmektedir. Anne ve baba boşanma sonucu velayetin kendilerinde kalmasını istemeleri nedeni ile boşanma sürecinin ardındaki bu sorun çocuk açısından da oldukça önemli bir sorun olmaktadır.

Boşanma Davasını Yürüten Hakim Velayet Kararını Nasıl Verir?

Boşanma davasını yürüten hakim velayeti anaya ya da babaya verirken ana babanın yararını gözetmez. Yararı gözetilen menfaatinin önde olduğu kişi çocuktur. Medeni Kanunumuz velayet konusunda hakime geniş bir takdir yetkisi tanımakla beraber hakimin belli kıstasları göz önüne alarak velayeti taraflardan birine bırakması gerektiğini de ifade etmektedir.

Hakim velayeti ana ya da babaya devrederken çocuğun menfaatini gözetir dedik. Peki menfaat gözetme ne demektir? Yani hakim çocuğun ruhsal, karaktersel olarak gelişiminde hangi taraf onu daha iyi yönde eğitecek onun kişisel haklarına saygı duyarak ve onu gözeterek büyütecekse veya ergin olana kadar bakacaksa velayeti o tarafa verir. Eğer çocuk belli bir yaşın üstündeyse yani konuşabiliyor, algılayabiliyor ve fikirlerini ifade edebilecek kadar düşünme kabiliyetine sahipse hakim çocuğun kararını da önemser ve ona sorular sorar. Ana ve babanın yaşamı velayet konusunda göz önüne alınacak diğer kıstaslardan biridir. Ana uyuşturucu bağımlısı veya kendine zarar verecek ölçüde ruhsal olarak hasta ise çocuğun gelişimi için velayet babaya verilir.Boşanma sürecinde tarafların velayeti kimin alacağını belirlemesi hakimi bağlamaz.

Verilen Velayet Kararı Değiştirilemez Mi?

Hakim velayeti alacağı tarafı belirledikten sonra bireylerin başı boş olmalarına tabi ki izin vermez. Çocuğun menfaati için aile bireyleri üzerinde önlemler alır. Velayeti alan tarafın olumsuz davranışlar sergilemesi ve davranışlarında ısrarla durması üzerine hakim velayeti alıp diğer ebeveyne verebileceği gibi çocuğa vasi de atayabilir. Velayetin değiştirilmesi için diğer ebeveyn dava açma hakkına sahiptir.

Hakim Kardeşleri Ayırır Mı?

Hakimin menfaatini gözetmesi gereken kişinin çocuk(lar) olduğunu dile getirmiştik. Onların fiziksel ve ruhen sağlıklı büyümeleri için her türlü önlemi alacak olan hakim karakteristik olarak bozulmamaları ve kardeş yoksunluğu çekmemeleri nedeni ile kardeşleri birbirinden genelde ayırmayarak bütün çocukların velayetini bir ebeveynde toplar fakat algılama yeteneği gelişmiş olan çocuğun tercihi üzerine ebeveyn o çocuğun velayetini diğer ebeveyne de verebilir.

AKSARAY BOŞANMA AVUKATI DERVİŞ ALİ ERKOL

Evlilik Sözleşmesi Nedir Nasıl Nerde Yapılır

Evlilik Sözleşmesi Nedir

Türk Medeni Kanun uyarınca evlenen kişilerin yasal olarak belirlenen edinilmiş mallara katılım rejiminden farklı olarak bir mal rejimi belirleme hakları bulunmaktadır. 2002 yılında Türk Medeni Kanunda yapılan düzenleme ile evlenen çiftlerin mal rejimi edinilmiş mallara katılım rejimi olarak belirlenmiştir. Ancak aynı kanunda eşlerin aralarında bir anlaşmanın olması ile yasalarımızda belirtilen diğer farklı mal rejimlerinden birisi de seçmeleri mümkün hale getirilmiştir. Bu durum isteyen çiftlerin aralarında anlaşarak edinilmiş mallara katılım rejiminden farklı olarak bir mal rejimi belirlemelerine olanak sağlamaktadır. Yapılacak evliliklerden önce veya evliliklerden sonra eşler aralarında bir anlaşma yaparak ve bunu yazılı hale getirerek mal rejimini değiştirebilirler. Yapılacak olan bu mal rejimine anlaşmasına mal rejimi sözleşmesi denmektedir. Halk arasında evlilik sözleşmesi olarak bu sözleşme ile üç farklı mal rejimi arasında biri tercih edilebilmektedir. Bu farklı mal rejimlerinden birinin seçilmesi ile edinilmiş mallara katılım rejiminden farklı şekilde bir mal rejimi kabul edilmiş olacaktır.

Farklı mal rejiminin kabul edileceği bir sözleşmenin yapılması konusunda internet ortamında birçok sözleşme örneği bulunabilmektedir. Ancak yapılacak olan sözleşmeler eşler arasında olacağı ve farklı mal rejimlerinin seçilmesi ile mal varlıklarının farklı olacağı düşünülürse örnek sözleşmelerin yeterli olmayacağı anlaşılabilmektedir. Yapılacak mal rejimi sözleşmeleri konusunda noterlerinde yüzeysel bir şekilde sözleşmeleri yaptıkları bir gerçektir. Bu konuda zaman ayrılarak detaylı bir şekilde ortada olan tüm malların tasnif edilmesi ve evlilik içerisinde edinilecek mallar konusunda tarafların verdikleri karar ile uygun bir sözleşme avukatlar tarafından hazırlanabilmektedir. Yasal ve hukuk normları ile kuralları açısından hiçbir sorunun olmadığı bu sözleşmeler ile başarılı bir şekilde mahkemelerce kabul edilmekte ve boşanma sırasında sorunsuz bir şekilde mal paylaşımı yapılabilmektedir.

Evlilik Sözleşmesi Nasıl Yapılır?

Evlilik sözleşmeleri yazılı bir belge olacak şekilde evlenmeden önce veya sonra yapılabilmektedir. Sorunsuz ve boşanma sırasında mahkemenin kabul edebileceği bir şekilde düzenlenecek sözleşmelerin oluşturulması önemlidir. Düzenlenecek bir belge ile tarafların imza atması ve noter tarafından bu belgenin onaylanması gerekmektedir.

Evlilik Sözleşmesi Ne Zaman Yapılır?

Halk arasında evlilik sözleşmesi olarak mal rejimi sözleşmesi tarafların evlenmeden önce nişanlı oldukları dönemde de yapılabileceği gibi evlendikten sonraki dönem içerisinde de yapılabilmektedir.

Evlilik Sözleşmeleri Nerede Yapılır?

Mal rejimi sözleşmelerinin yapılması konusunda zamanın geniş tutulması yanında mekanında bir önemi yoktur. Sözleşmenin yasal olarak geçerlik kazanması için noter onayının olması yeterli olacaktır. Noter tarafından bir onayın alınması durumu, tarafların yapmak istedikleri ve aralarında düzenledikleri sözleşmeyi yazılı olarak veya sözlü olarak notere sunmaları ve noter huzurunda sözleşmenin yazıya dökülerek noter ve taraflarca imzalanması ile olmaktadır. Bu şekilde mal rejimi sözleşmeleri geçerlik kazanmış ve boşanma sırasında mahkeme tarafından kabul edilecek bir seviyeye ulaşmış olacaklardır.

Tarafların aralarında bir sözleşme yapmaları konusunda iki farklı yol bulunabilmektedir. Aralarında bir sözleşme yapmaları ve bunu imzalayarak noterden onay almaları veya notere sözlü olarak başvurarak burada bir sözleşmenin yazılması olabilmektedir. Bu iki farklı yöntemden birisinin tercih edilmesi mümkün olabilmektedir. Bir avukat tarafından da bu sözleşme hazırlanarak noter onayı alınabilmektedir. Bu farklı yöntemlerin mahkemeye sunulan evraklar olarak aralarında bir farkı bulunmamaktadır. Her iki sözleşme de geçerlilik konusunda aynı olmaktadır.

Evlenme kararı alan tarafların evlilik başvurusu yaptıklarında hangi mal rejimini seçecekleri konusunda bir tercihte bulunma hakları bulunmaktadır. Bunun yazılı olarak evlenme başvurusunda iletmeleri gerekmektedir. Evlenme işleminin yapıldığı ve başvurunun değerlendirildiği sırada evlendirme memurları tarafları bu konuda bir soru sormazlar. Bu konuda bir tercih yapılmadığı sürece eşler edinilmiş mallara katılım rejimine dahil olmaktadırlar. Bunun yanında evlendirme memurları yapılan başvurularda mal rejimi konusunda yapılan sözleşmenin incelenmesi ile yasalara aykırı bulunması durumunda yeniden düzenlenmesini isteyebilmektedirler. Yapılan mal rejimi sözleşmelerinin yasalara uygun olması gerekmektedir. Yasalara ve kanuna aykırı şekilde düzenlenen mal rejimi sözleşmeleri tarafların anlaşmış olmaları durumunu kabul etmeyerek geçersiz sayılacaktır. Bu sebeple yapılacak mal rejimi sözleşmelerinin yasalara ve kanuna uygun şekilde yapılmaları gerekmektedir. Evlenme sırasında sunulan mal rejimi sözleşmesinin kabul etmesi ile nüfus kütüğündeki ilgili bölüme bu konudaki tercih yazılacaktır.

Evlilik Sözleşmesi Nasıl Yapılır?

Evlilik sözleşmesi olarak bilinen mal rejimi sözleşmeleri evlenmeden önce, nikah sırasında veya evlendikten sonra yapılabilmektedir. Evlenme başvurusunda bu belge verilebilmekte veya sonradan da düzenlenebilmektedir. İki tarafında imzalanması gereken belge noter onaylı olmalıdır. Noter tarafından alınacak onay konusunda iki farklı yol bulunmaktadır.

  • Tarafların aralarında hazırladıkları ve imzaladıkları belgeleri notere götürerek onaylatmaları ilk yol olmaktadır.
  • Diğer bir yol olarak da tarafların notere anlaşmalarını ve mal rejimi konusundaki tercihlerini söz ile iletmeleri ve burada yazılı hale getirilerek taraflar ve noter tarafından imzalanması ile olmaktadır.

Mal Ayrılığı Sözleşmesi

Tarafların yapacakları mal rejimi sözleşmelerinde hangi rejimi tercih edecekleri konusunda ciddi bir araştırma yapmaları gerekmektedir. Bu konuda mal ayrılığı rejimi tercih edilebilecek uygun rejimlerden birisi olmaktadır. Bu konuda herkes oldukça farklı tasarruflar kullanmak isteyebilmektedir. Evlenmeden önceki mal durumu ve sonrasında edinilmesi planlanan mallar ile alakalı olarak tarafların düşünceleri mal rejiminin tercihi konusunda oldukça önemlidir. Başarılı bir şekilde mal rejimi tercih edilmesi konusunda deneyimli ve bu konuda uzman olan bir avukata danışmalarında yarar bulunmaktadır. Mal rejiminde bilinmesi gereken en önemli konu edinilmiş mallar olmaktadır. Hangi malların edinilmiş olduğunun bilinmesi mal rejimi konusunda oldukça önemlidir.

Hangi Mallar Edinilmiş Mal Olarak Kabul Edilmektedir?

Edinilmiş mallar konusunda yasalarımızda açık bir ifade ve tanım bulunmaktadır. Bu ifadeye göre eşlerin bedelini ödeyerek veya emekleri karşılığında elde ettikleri mallara veya varlıksal değerlere edinilmiş mal denmektedir. Bu tanıma göre çalışarak maaşınız ile aldığınız tüm mallar, biriken paralar ve hisse senedi ile tüm yatırımlar bu kapsama girmektedir. Bunun yanında kişisel malların getirileri de edinilmiş mal ve değer olmaktadır. Size ait ve kişisel olan bir evin kira geliri edinilmiş bir mal ve varlık olmaktadır. Bunun yanında kişiye miras kalan bir evin kira geliri de edinilmiş mal olmaktadır. Ayrıca miras ile kalan paranın faizi de edinilmiş mal olmaktadır. Eşler diğer eşlerin kişisel mallarından elde ettikleri gelirler üzerinde hak sahibi olmaktadırlar.

Hangi Mallar Edinilmiş Mal Olarak Değerlendirilmez?

Edinilmiş malların dışında kalan mallara kişisel mallar denmektedir. Bu mallar genel olarak bir emek verilmeden elde edilmiş mallar olmaktadır. Ayrıca bir manevi tazminat ve türdü bir alacakta kişisel mal olmaktadır. Kişilere kalan miraslar kişisel mal olmaktadır. Birisi hakkında kazandığı manevi tazminat geliri kişisel mal olmaktadır. Bir şans oyunundan kazandığı para kişisel mal olmaktadır. Bunun yanında bağış yolu ile kendisine verilen mal ve parada kişisel mal olmaktadır. Genel tanım itibari ile bir emek ve harcama yapılmadan elde edilen mallara kişisel mallar denmektedir. Buna evlenmeden önce sahip olunan mallarda dahil olmaktadır. Bu sebeple yapılacak mal rejimi sözleşmelerinde bu konular iyice bilinmeli ve ona göre bir mal rejimi tercih edilmelidir.

Eşlerin evlenme öncesinde yada evlendikten sonra sahip oldukları veya olacakları malların mülkiyet ve yönetiminin karı kocadan hangisine ait olacağı, bu malları kimin kullanacağı, sözkonusu mallardan ve bu malların gelirlerinden karı kocadan hangisinin, hangi oranda yararlanacağı,

Mallardan kaynaklanan sorunların hangi oranda kime ait olacağı ve evliliğin sona erdiği durumlarda malların nasıl paylaşılacağı gibi hususlar Yeni Medeni Kanunumuzda ‘mal rejimi sözleşmeleri’ diğer adı ile ‘evlilik sözleşmeleri’ ile çözüme kavuşmaktadır.

Evlilik Sözleşmesi Nedir Nasıl Nerde Yapılır – Diğer Konular

1. Medeni kanunumuzda mal rejimi- Evlilik sözleşmesi çeşitleri;

  •     Edinilmiş Mallara Katılma (yasal rejim)
  •     Mal Ayrılığı
  •     Paylaşmalı Mal Ayrılığı
  •     Mal Ortaklığı’ dır.

2.  Mal rejimi sözleşmesi

  •     Evlilik sözleşmesi evlenmeden önce veya sonra yapılabilir.
  •     Taraflar istedikleri mal rejimini kanunda yazılı sınırlar içinde seçebilir, kaldırabilir, değiştirebilirler.
  •    Evlilik sözleşmesi karı kocanın rızasına dayanan, kanunda düzenlenmiş bir çeşit Aile Hukuku Sözleşmesi’dir.

3. Mal rejimi sözleşmesi- Evlilik sözleşmesi ayırt etme gücüne (temyiz kudretine) sahip olanlar tarafından yapılabilir.

  •    Küçükler ve mahcurlar (kısıtlılar) bakımından velinin, vasinin (yasal temsilcinin) izni alınması gerekir.

4) Mal rejimi sözleşmesi- Evlilik sözleşmesi geçerli olması için resmi şekilde (noterde) yapılmalıdır.

  •    Sözleşme noter tarafından resen düzenleme şeklinde yapılır. Sözleşmenin yapılması gibi, değiştirilmesi ,ortadan kaldırılmasıda aynı şekle tabi olur.

5) Eşler evlilik sözleşmesi yapmak zorunda değillerdir. Ancak, bu takdirde, eşler arasında yasal rejim olan ‘edinilmiş mallara katılma rejimi’ geçerli olacaktır.

  • Edinilmiş mallara katılma rejimi, edinilmiş mallar ile eşlerden her birinin kişisel mallarını kapsar.
  • Çalıştığı iş nedeniyle maaş, ücret vs.
  • Sosyal güvenlik kuruluşları ödemeleri,
  • Çalışma gücü kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar

 

AKSARAY BOŞANMA AVUKATI DERVİŞ ALİ ERKOL

İddet Süresinin Kaldırılması

İddet Müddeti Ne Demektir?

Boşanma davalarının açılacağı ve görüleceğinin kesinleşmesinin ardından boşanmış olan kadınların 300 gün beklemesi gereken bir süre bulunmaktadır. İddet müddeti olarak belirlenmiş olan bu süre boşanmadan sonra kadının hamile olması durumu hakkında şüpheye düşülmemesi için konulmuştur. Daha önceleri hamileliğin belirlenmesi hem zor olmakta hem de olası bir hamileliğin son zamanlarında ortaya çıkan bir durum olmaktaydı. Bu yüzden kanunlarda kadının boşanmanın ardından 300 günlük bir sürede beklemesi gerektiği belirtilmiştir. Yasada hala devam ediyor olmasına rağmen bu noktada teknolojinin ve sağlıktaki ilerlemenin artık hamileliğin tespiti noktasında daha başarılı sonuç verdiğinin bilinmesi gerekmektedir. Bundan dolayı doktor raporları oluşturularak kadınların yasada beklemesi gereken süre olarak belirlenmiş 300 günlük süreye ulaşmadan hakkında karar verilmesi söz konusu olabiliyor. İddet müddeti sürelerini beklemek istemeyen kişilerin bu taleplerini mahkemede dile getirerek bu sürenin kaldırılmasına yönelik taleplerini iletmek üzere mahkemeye ulaştırması söz konusu olmaktadır. Türk Medeni Kanunu 2002 yılında güncel kurallara bağlı olarak düzenlenmiş olmasına rağmen boşanmadan sonra kadın için belirlenen bekleme süreleri noktasında bir değişiklik yapılmamıştır. Kadınlar için zorunlu tutulmuş olan bu süreler boşanmış olan erkekler için geçerli olmamaktadır. Boşanmış olan erkekler diledikleri takdirde istedikleri zaman tekrar evlenebilmektedirler.

İddet Müddeti Nedeniyle Kadın Ne Kadar Beklemek Zorundadır?

İnsanlardaki hamilelik sürelerinin 9 ay 10 gün olmak üzere toplamda 280 gün olduğu dikkate alınırsa erken ve geç doğumlar da hesaba katılarak 300 günlük bir sürenin belirlenmesi uygun görülmüştür. Bu nedenle Türk Medeni Kanunu’nda da 300 günlük bir sürenin uygulamaya koyulması söz konusu olmuştur. Kadınlar bu 300 günlük süreyi beklemeden tıpkı erkekler gibi daha erken sürelerde evlenmek istediklerini beyan ederlerse teknolojinin sağladığı olanaklar ölçüsünde bunun sağlanması da mümkün olabiliyor. Kadının hamile olup olmadığına ilişkin yapılan testler sayesinde kadının hamile olmadığı doktor raporları ile kanıtlanırsa bu durumda iddet müddeti süresinin uygulamadan kaldırılması söz konusu olmaktadır. Bunu gerçekleştirmek isteyen kişilerin iddet müddetinin kaldırılması davasını açması gerekli olmaktadır.

İddet Müddetinin Kaldırılması Davaları

Boşanma davasının ardından 300 gün beklemek durumunda kalan kadınlar aile mahkemelerine durumu ortaya koyan resmi bir dilekçe ile başvurarak bu sürenin kaldırılmasını sağlayabilmektedir. Dava süreci doğru yönetildiği ve hukuki gereklilikler yerine getirildiği takdirde davalar kısa sürede tamamlanabilmektedir. Mahkemeler tarafından kadının hamile olmadığı ancak doktor ya da hastane tarafından alınmış olan raporlar ile mümkün olmaktadır. İddet müddeti davalarının olumlu sonuçlanması için dava için gerekli belgelerin hazırlanması ve mahkemeye iletilmesi kadar kişilerin davanın hukuki süreçlerine ilişkin gereklilikleri de yerine getirmiş olması gerekmektedir. Bu sebeplerden dolayı dava süreçlerinin bu alanda uzman bir avukat yardımı ile yürütülmesi çok daha kısa sürelerde olumlu sonuçlar alınmasını sağlayacaktır.

İddet Müddeti Kaldırma Süreleri

Boşanmanın gerçekleşmesinin ardından tekrar evlenmek isteyen kişiler için en önemli konu bunu yapmaları için önünde engel olan iddet müddetinin kaldırılmasını sağlamak olmaktadır. 300 gün olarak belirlenmiş süreyi beklemeden evlenmek isteyen kişiler için davaların ne kadar başarılı şekilde yürütüldüğü dava sonucuna da etki etmektedir. Alanında uzman bir avukat ile davanın yürütülmesi halinde 1 ile 3 hafta arasında kişilerin sonuç alması söz konusu olabiliyor. Avukatlardan yardım alınmadan davaların yürütülmesi söz konusu olduğunda oluşabilecek muhtemel hatalardan dolayı davanın 4 ile 5 haftaya kadar sürmesi de mümkün olmaktadır.

Boşanma Davası Kesinleşirse Ne Zaman Evlenilebilir?

Boşanma davalarının kesinleşmesinin ardından kadınlar için yeniden evlenmek ancak 300 günlük iddet müddeti sürelerinin bitmesi ile mümkün olmaktadır. Ancak kişiler bu süreyi beklemeden davalarını açarak evlenebilmektedirler. Erkekler açısından bu şekilde bir süre sınırlaması bulunmamaktadır. Kadınlar için süre sınırı koyulmasının sebebi hamilelik durumunun kesin şekilde tespit edilmesidir. Kadınlar süreyi kaldırmak amacıyla 300 günü beklemeden iddet müddetinin kaldırılmasına yönelik davalarını açabilirler.

İddet Süresinin Kaldırılması Davası Nasıl Olur

Kadın için hukukda belirlenen 300 günlük bekleme süresinin dolmaması, yeniden evlenme engel bir durumdur. Bekleme süresini boşanan kadın yerleşim yeri Aile Mahkemesi başvuru yaparak hamile olmadığını raporla belgelemesi durumunda bu süre mahkemece kaldırılır.

Boşanan kadın boşanma kararından sonra 300 gün geçmedikçe evlenemez. Bekleme süresi içinde Doğum yaparsa süre biter. Boşanan eş boşandığı eşten hamile olmadığını kanıtlaması veya eski eşiyle tekrardan evlenmesi durumunda iddet süresi kaldırılır.

AKSARAY BOŞANMA AVUKATI DERVİŞ ALİ ERKOL