Malpraktis (Doktor Hatası) Nedeniyle Tazminat Davası

Doktor Hatası Nedeniyle Tazminat Davası açılması durumunda, Kanunda belirtildiği gibi kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar verenler, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Bedensel zararlardan bahsedecek olursak, Tedavi giderleri, Kazanç kaybı, Çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar, Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar olarak sıralayabiliriz.

Doktorlara ve Hastanelere Karşı Dava Açmak Mümkün Müdür?

Doktorlar ve hastaneler tarafından işlenen bazı kusurlar sonrasında bu durumlardan mağdur olan ve buna ek olarak maddi ya da manevi tazminatlar aracılığı ile hakkını talep eden kişilerin hangi gerekçelerle dava açabileceklerini bilmesi gerekiyor. Bu konuda özellikle haklı gerekçelerin bulunmasının şart olması sebebiyle mutlaka yasal geçerliliği olan bir duruma bağlanarak olayın yargılanması sağlanmalıdır.

Doktorlar ve Hastanelere Karşı Açılan Davaların Türleri

Doktorların yaptığı tüm tanı, teşhis ve tedavi işlemlerinin boyutlarının ne ölçülerde olduğuna bakılmaksızın en küçük kusurda bile karşı tarafın tazminat talebiyle dava açmasına uygun ortam hazırlayan sebeplerle karşılaşması söz konusu oluyor. Bu tür davalarda en sık rastlanılan vakalardan biri olan ölüm gerekçesi ile talep edilen maddi ve manevi tazminatlar gelmektedir. Bunlara ek olarak bedensel bütünlüğün bozulması, kalıcı hasarların ortaya çıkması, yanlış tanı ve tedavi yöntemlerinin hastaya uygulanmış olması gibi gerekçelerle maddi ve manevi tazminat davalarını açabilmek mümkün oluyor. Daha çok doktorun sahip olduğu iş disiplinine, bilgiye ve beceriye bağlı olarak öne çıkan bu dava türlerinin yanı sıra aynı zamanda hastanenin etkisinin daha yüksek olduğu bazı gerekçelerle de dava açılabilmektedir.  Tedavi sürecinin olağandan daha uzun süreyle gerçekleşmesi, sebepsiz yere tedavi uygulamalarının ya da ameliyatların yapılması, doktorun gizlilik ilkesine aykırı davranışlarda bulunması gibi sebeplerle kişilerin maddi ve manevi tazminat talebinde bulunması söz konusu oluyor. Hastaların yaşadıkları acil durumlar karşısında ilkeleri gereği yapması gereken tedavi uygulamalarını yapmayan sağlık görevlileri ve doktorlara karşı da işlem yapılması da söz konusu olmaktadır. Kişilerin bu durumda iken acil bir şekilde tedavi altına alınmaması ile birlikte ortaya çıkan her türlü sakatlık ya da hastalığın ardından yaşadıkları maddi zararlar için maddi tazminat ve buna ek acı ve keder gerekçesi ile manevi tazminat talep etmeleri mümkün olabiliyor. Son olarak kişilerin hastaneden çıkışlarının yapılması aşamasında çoğunlukla karşılaştığı vakalardan olan yüksek ücret talep edilmesi durumlarında da kişilerin tazminat talebinde bulunması söz konusu oluyor.

Yanlış Teşhis ve Tedavi Nedeniyle Kişi Ölürse Tazminat Hakkı Ne Olur?

Doktorlar tarafından ya da hastanenin tedavi aşamalarında ortaya koyduğu bazı kusurların ardından tedavi altındaki kişilerin hayatını kaybetmesinin sonucunda ölen kişinin yakınları destekten yoksun kalma gerekçesi ile tazminat talep etmektedir. Destekten yoksun kalma gerekçesi ile bu davalar açıldığı için tazminat talebinde bulunacak kişilerin ölen kişinin birinci dereceden akrabası olması şartı aranmazken yaşadığı dönemde bakmakla yükümlü olduğu kişilerin de tazminat talep etmesi söz konusu olabiliyor. Hatta ölen kişinin yardımı ve hizmetine muhtaç durumda yaşayan kişilerin de ölümlerin ardından tazminat talebinde bulunması söz konusu olabiliyor. Yardım ve hizmet vakalarında tazminat miktarlarının hesaplanmasında ölen kişinin eğer hayatına devam ediyor olsaydı ne kadar daha yardımda bulunabileceği fikrinden hareketle bir öngörüde bulunarak rakam belirlenir. Aktif dönem hesabı olarak adlandırılan bu hesaplamalarda kişilerin ücret bordroları ve vergi dilimi bilgilerinin alınması ile birlikte detaylı bir araştırma yapılır. Kişilerin aynı gerekçelerle doktorun ya da hastanenin bu ölümlerdeki en büyük sorumlu olduğu kanısından hareketle manevi tazminat taleplerini de açıkça belirtmeleri söz konusu oluyor.

Bedensel Zarar Gerekçesiyle Tazminat Hakkı

Yanlış tedavi, teşhis ya da sağlık görevlilerinin çeşitli kusurları sonrasında geçici veya kalıcı olarak kişilerde bedensel zararların oluşması söz konusu olabiliyor. Geçici iş göremezlik durumlarında kişilerin kayıp yaşadığı kazançlarla birlikte harcadıkları tüm masrafın tazminata dahil edilerek talep edilmesi söz konusuyken kalıcı hasarlar söz konusu olduğunda kişinin kazançlarında herhangi bir azalma olmasa dahi bedensel zarardan dolayı güç kaybı tazminatı adı altında tazminat talep edilmesi mümkün olmaktadır. Bu süreç boyunca kişinin yaşadığı bedensel zararlar için doğrudan tedavi giderlerini ve iyileşme sürecini kapsayan tedavilerin tüm masraflarını talep edebilen kişiler aynı zamanda yaşadıkları sıkıntılar için de manevi tazminat talebinde bulunabilirler.

Zaman Kaybı Nedeni ile Açılan Tazminat Davaları

Doktorların tecrübesizlikleri, dikkatsizlikleri ve özensizlikleri ile birlikte hastanelerin sağlık hizmeti verirken yaptığı yanlışlıklar sırasında hastalara yaşattığı zararların tazminat davaları yolu ile kişilere geri verilmesi söz konusu olabiliyor. Kaybedilen zaman ve harcanan para karşılığında belirlenen maddi ve manevi tazminat bedelleri hesaplanarak davaya dahil ediliyor.

Kusurlu Ameliyatlardan Dolayı Açılan Tazminat Davaları

Sağlık hizmetleri için tazminat davalarını içine alan dava konularında en sık karşılaşılan vakalar ameliyatlarda yaşanan problemlerle birlikte ortaya çıkanlar olmaktadır. Kusurlu ameliyat olarak bilinen bu olaylarda hastaların bedenlerinde ameliyat sırasında ameliyathanedeki araç gereçlerin unutulması gibi olaylarla karşılaşılması halinde ameliyatın kusurlu olarak değerlendirilmesi söz konusu oluyor. Ameliyatlardan kısa bir süre sonra fark edilmesinin yanı sıra uzun yıllar sonra ortaya çıkan ağrılar ya da hastalıklar sonrasında da bu tür vakaların gerçekleşmiş olduğu fark edilirse kişilerin tazminat talebinde bulunması söz konusu olabilecektir.

Kusurlu ameliyatların ardından tazminat taleplerinde bulunulduğunda tazminatlar hesaplanırken bazı harcamalar dikkate alınarak maddi tazminatın belirlenmesi sağlanır. Bu hesaplamalarda ameliyatlardaki kusurlardan dolayı ortaya çıkan ek masraflar, harcanan ilaç giderleri, ulaşıma harcanan miktarların dahil edilmesi sağlanıyor. Buna ek olarak çalışma ya da kazançta meydana gelen kayıpların da tazminata dahil edilmesi ve aynı zamanda manevi tazminat talebinde bulunulması da söz konusu oluyor.

Başka Bir Rahatsızlığı Tetikleyen Tedaviler için Tazminat Hakkı

Doktorlar tarafından hastalara ilk aşamada yapılan işlem hastalıklarının tanınması ve doğru teşhisin konulmasıdır. Bu süreçte hastaların yanlış teşhisler doğrultusunda sağlık hizmetleri almaları söz konusu olduğunda bazı yeni ve daha önce var olmayan rahatsızlıklarla karşılaşılması mümkün olabiliyor. Bu tür durumlarla karşılaşmamak adına doktorlar başta olmak üzere tüm sağlık görevlilerinin her bir hastanın kendisine has özelliğine ve sağlık durumuna göre bir tedavi belirlemesi ile doğru hastalık teşhislerini yapması gerekmektedir. Böyle durumlardan mağdur sıfatına sahip olan kişilerin maddi ve manevi tazminat istemi ile haklarını alması söz konusu olabiliyor. Tazminat miktarı belirlenirken kişinin yeni ortaya çıkan hastalığının tedavisi için gereken masrafların karşılanması sağlanır.

Hastaneler ya da Doktorlar Tarafından Hatalar Yapılırsa Tazminat Ne Olur?

Sağlık hizmetlerinin doğru bir şekilde gerçekleşerek istenilen başarıya ulaşılmasında mutlaka özenli bir sağlık hizmetinin verilmesi gerekmektedir. Bu durum da ancak tedavinin yapıldığı asıl ortam olan hastane ya da ameliyathanenin bakımlı ve tedaviye uygun bir yapıya sahip olması ile mümkün olur. Hastanenin bu konudaki bir eksikliğinden dolayı tedavi edilmek zorunda kalan kişinin yaşadığı zararların karşılanmasını tazminatlar yoluyla talep etmesi mümkün olmaktadır.

Estetik Ameliyatlarda Kişiler Tazminat Talep Edebilir Mi?

Bedensel olarak kusurlu görülen alanların istenilen estetik görüntüye kavuşması ya da vücutta beğenilmeyen bir bölgenin istenilen biçime kavuşması adına yapılan estetik ameliyatlarında kişilerin ameliyatlardan sonra istedikleri ya da bekledikleri performansı alamamaları da olası bir durumdur. Bu tür durumlarla karşılaşan hastaların maddi açıdan yaşadıkları zararın ve manevi açıdan yaşadıkları ruhsal sıkıntının çözümlenmesi adına tazminat taleplerinin karşılık bulması mümkün olabiliyor.

Hastaya Bilgi Verilmeden Yapılan Ameliyatla Ortaya Çıkan Zarar için Tazminat Hakkı

Sağlık hizmetlerinde en küçük kusurlarda dahi doktorların ya da diğer sağlık görevlilerinin sorumluluğu dahilinde tedavi işlemleri uygulanırken herhangi bir işlemin hastadan ya da yakınlarından izin alınmadığı takdirde gerçekleştirilmesi tazminat taleplerinin ortaya çıkmasında yeterli olmaktadır. Çoğu zaman ameliyatlar sırasında karşılaşılan bu vakalarda hastane ya da doktor tarafından kişinin mutlaka ameliyat olmaya ikna olduğu ve buna onay verdiği konusunda bir bilgisi bulunmalıdır. Bu bilgiler ve onay sırasında ameliyatların ne şekilde gerçekleşeceği, nasıl yapılacağı, kim tarafından yapılacağı gibi bilgilere yer verilerek işlemler uygulanır. Bu şartlar yerine getirilmeden yapılmış olan ameliyatlar hukuka aykırı olarak değerlendirilirler.

Zaman zaman doktorlar ya da hastaneler tarafından hastanın kendisinden veya hastanın yakınlarından onay alınmadan ameliyatların yapılması ve bunun sonucunda gerekli tedavinin başarıyla sağlanmış olduğu durumu ortaya çıkabiliyor. Böyle vakalarla karşılaşıldığı zaman her bir olayın kendi içindeki özel durumuna bakılarak karar verilmesinden hareketle somut örnekler üzerinden ilerlenir. Bu noktada kişilerin ameliyatı olmasalar ne durumda olacaklardı bilgisinden yola çıkılarak ya da yapılan ameliyatın gereksiz bir şekilde yapılıp yapılmamasına bakılarak karar verilmesi sağlanır. Hastalar zararlarla karşılaşırlarsa bu tür gerekçelerle zararlarının karşılığını almak adına tazminat davaları açabiliyorlar. Tüm bu vakaların davalara konu olmaması adına hastanelerin ve doktorların sağlık hizmetlerini verirken yasal gerekliliklere uygun hareket ederek süreci devam ettirmeleri sorunların ortaya çıkmasının önüne geçecektir.

Kayıt Tutma ve Gizlilik Sorumlulukları Dikkate Alınmazsa Tazminat Hakkı Ne Olur?

Hasta ve doktor arasında ilişkinin gizli bir şekilde korunması adına hastaya uygulanan tüm tedavi yöntemlerinin ve işlemlerin ancak iki kişi arasında kalması sağlanmalıdır. Hastanın bilgisine başvurulmadan kişilerin bilgileri açığa çıkarsa bu durumda hastanın haklarının tazminini talep etmesi söz konusu olabiliyor. Ayrıca hastanenin veya doktorun sorumluluğunda olan kayıt tutma yükümlülüğünün de yerine getirilmemesinin ardından tazminat davası açılması mümkün olmaktadır.

Sağlık Görevlileri Acil Hasta ya da Yaralılarla İlgilenmezse Tazminat Hakkı Nedir?

Türk Ceza Kanunu’nun ilgili maddeleri uyarınca acil durumda olan hasta veya yaralıların tedavi edilmesinde özenli davranmayan hastanelerin ya da sağlık görevlilerinin ceza alması düzenlenmiştir. Acil durumlarda yapılmayan tedavilerin ardından kişilerin sakatlık ya da çeşitli hastalıklarla baş etmek zorunda kalması maddi ve manevi tazminatların alınmasında gerekçe olabiliyor.

Hastanelerin bu tür yükümlülükleri yerine getirmemesi ile haklarında dava açılmasının önüne geçmek adına mutlaka ilk yardım servisleri başta olmak üzere her birimlerinde acil durumlar için hazır bulunması gerekmektedir. Buna ek olarak hastanenin acil durumda kendisine ulaşan hastalar için mutlaka gerekli tedaviyi yapacak oldukları bir alanı hazır etmeleri ve ihtiyaç duyulan sağlık araç gereçlerini de o alanda temin etmeleri zorunlu olmaktadır. Bu tür durumlarda hastanede sorumlu olan kişiler müdürler ve nöbetçi tabipler olmaktadır. Tazminat davalarını açarak haklarını almak isteyen kişilerin davalarını hastane yönetimlerine, sorumlu müdürlere ya da nöbetçi tabiplere karşı açması mümkün oluyor.

Aşırı Ücret Talep Eden Sağlık Kurumlarına Karşı Açılan Davalar

Sağlık mevzuatlarında yapılan düzenlemelerde sağlık kurumlarının yaptıkları sağlık hizmetleri karşılığında ne kadar bir ücret talep edecekleri ile ilgili kesin yargılara varılmamıştır. Bu durumda hastaların farklı fiyatlarla karşılaşmasının önüne geçmek için bir standardın belirlenmemiş olması bazı sağlık kurumlarının kötü niyetli davranarak ekstra ücretler talep etmesi durumunu da ortaya çıkarıyor. Her ne kadar hastanelerin günlük yatak ücretleri için belirli bir limit Özel Hastaneler Tüzüğü ile özel hastaneler kapsamında belirlenmiş olsa da hastanelerin tedaviler sırasında yapılması zorunlu olmayan hizmetleri vermesi ile birlikte yüksek ücretler talep etmesi söz konusu olabiliyor. Çoğu zaman tahliller, ameliyat şartları için gerekli araç gereçlerin temin edilmesi, ilaçların fiyatları masrafların ücretlere dahil edilmesi ile kişilerin ekstra yüklerle karşılaşması söz konusu olmaktadır. Hatta hastaneler yapmadıkları işlemler ve vermedikleri sağlık hizmetleri için de zaman zaman ekstra ücretleri faturalara yansıtabiliyorlar. Özellikle tedavilerin yapılmış olandan çok daha fazla yapılmış gibi faturalara yansıtılması hastaların hiç beklemediği faturalarla karşılaşmasının yolunu açmaktadır. Gerekli yasal düzenlemenin oluşturulmaması ile birlikte bu konuda kötü niyetli kişilerin daha rahat bir şekilde davranması söz konusu olurken sağlık hizmetlerinde etik kurallarına göre kişilerin mutlaka bilgi alması sağlanmalıdır. Tedavi ücretleri hakkında bilgi sahibi olmayan hastaların karşılaştıkları rakamlara itiraz etmek ve haklarını geri alabilmek adına maddi tazminat talebinde bulunması söz konusu olabiliyor.

Sağlık alanını ilgilendiren dava konularının hemen hemen hepsinde doktorların ya da hastanenin sebep olduğu kusurlarla istenmeyen durumların ortaya çıkması söz konusu olduğunda Türk Ceza Yasası tarafından ortaya konmuş maddeler dikkate alınarak bir karar verilmesi sağlanmaktadır. Ancak ücretlerin hastane tarafından şişirildiği ve aşırı ücretlerin talep edildiği durumlarda kişilerin Borçlar Yasası hükümlerine göre haklarını talep etmesi söz konusu oluyor. Bu yasalarla sağlık alanı içinde haksız fiil olarak belirlenmiş durumların kişilerin kendilerine ait olaylarında meydana gelmesinin ardından hak aranması sürecine davalarla aracılık edilmesi sağlanmalıdır. Yine Borçlar yasası dahilinde kişilerin vekillik sözleşmelerine ve vekaletsiz iş görmeye ilişkin ortaya çıkan haklarının talep edilmesini sağlaması da söz konusu olabiliyor. Benzer dava konuları karşısında taraf konumuna düşen kişilerin aynı zamanda Sağlık Mevzuatındaki hükümlere de dikkat ederek işlemlerin yapılmasını sağlaması gerekmektedir.

Son yıllarda sayıları azalmış olsa da özel hastaneler başta olmak üzere pek çok sağlık kurumunun tedavi ya da hastane ücretlerini ödemeyen hastaları rehin etmesi durumu da tazminat taleplerinin alınmasında yeterli bir sebep sayılabilmektedir. Bu durumlarda hastanenin kendilerine sağlık hizmeti almak üzere gelen hastaları kesinlikle bilgilendirmesi ve hastaların taleplerine uygun bir şekilde hareket etmesi gerekiyor. Örneğin, acil bir vaka olarak hastaneye gelen kişinin öncelikle sağlık etiği gereği tedavisinin yapılması gerekmektedir. Bunun ardından daha detaylı tedavilerin kendisine ne kadara mal olacağı hakkında bilgi verilmeli ve bu rakamı yüksek bulan hastaların kamu hastanelerine sevk edilmek istediklerini söyledikleri anda da özel hastaneler tarafından acil bir şekilde sevk işlemlerinin yapılması sağlanmalıdır. Yasalarla ve kanunlarla suç olduğu kesin bir şekilde belirtilmiş olan bu durumlarla karşılaşan kişilerin mutlaka Cumhuriyet savcılıklarına başvurarak haklarını talep etmesi gerekmektedir. Hasta hakları konusunda bilgi sahibi olan kişilerin sağlık hizmetlerini başarılı bir şekilde alması ve olası zararlarını temin etmeleri mümkün olmaktadır.

Doktor Hatası Nedeniyle Tazminat Davası – Yargıtay Kararları

SEZARYEN AMELİYATI SIRASINDA GAZLI BEZ UNUTULMASI NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT

T.C. Danistay 15.Dairesi Esas: 2015/1411 Karar: 2016/72 Karar Tarihi: 21.01.2016

İŞLEM İPTALİ İSTEMİ – USUL HÜKÜMLERİNE UYULMAMIŞ OLUNMASI SEBEPLERİNDEN DOLAYI İNCELENEN KARARI BOZULACAĞI KURALI – HÜKMÜN ONANMASI

ÖZET: İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kararın Bozulması” başlıklı maddesinin. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştayın; a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi, c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir. Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemine konu kararın hukuka ve usule uygun olduğu, kararın bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

İstemin Özeti: Davacının, 18/11/2011 tarihinde Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde sezaryenle doğum yapmasından sonra karın bölgesinde sancı ve şiddetli ağrılar oluşmasına bağlı olarak gidilen Manisa Merkez Efendi Devlet Hastanesi’nde, karın bölgesinde yabancı cisim tespit edildiği, davalı idarenin hizmet kusuru nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen manevi zararlarının tazmini istemiyle dava sonucunda, Manisa 2. İdare Mahkemesi’nce; davacının karın bölgesinden 14/02/2012 tarihinde Manisa Merkez Efendi Devlet Hastanesi’nde ameliyatla çıkarılan yabancı cismin 18/11/2011 tarihinde Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan sezaryen ameliyatında unutulduğu, cerrahi operasyonlardan sonra genel olarak yapılan ameliyat kesisini kapatmadan önce kullanılan malzemelerin sayımının öncelikle ameliyat hemşiresi tarafından yapılıp kayda alınması, ameliyat bitiminde ameliyatı yapan hekim ve ameliyat hemşiresi tarafından tutanağın imzalanması gerektiği, kişinin operasyon bölgesinde gazlı bez (spanch) unutulması olayında gazlı bez sayımını doğru yapmayan ameliyat hemşiresinin uygulamasının tıp kurallarına uygun olmadığı, ameliyattan sorumlu cerrahın ise ameliyat sahasının kapatmadan önce yeterli kontrolü yapmamasının bir eksiklik olduğu hususlarının Adli Tıp raporuyla tespit edilmesi karşısında, sağlık hizmetleri gibi bir an olsun aksamaması gereken bu hizmetin kusurlu olarak yürütüldüğü gerekçesiyle manevi tazminat isteminin kısmen kabulü, kısmen reddi yolunda verilen kararın, taraflarca aleyhlerine ilişkin hükümler yönünden hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmaların Özeti: Davalı idarece, temyiz isteminin reddi gerektiği savunulurken, davacı tarafından savunma verilmemiştir.

KARAR: 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kararın Bozulması” başlıklı 49. maddesinin 1. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştayın; a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi, c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir.

Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçelerindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemine konu kararın hukuka ve usule uygun olduğu, kararın bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle; temyiz istemlerinin reddine, Manisa 2. İdare Mahkemesi’nin 25/11/2014 tarih ve E:2012/64, K:2014/815 sayılı kararının ONANMASINA,

SAĞLIK HİZMETİNİN KUSURLU İŞLEMESİ, PATOLOJİ SONUÇLARININ KAYBOLMASI, TAZMİNAT

T.C. Danistay 15.Dairesi Esas: 2015/534 Karar: 2016/990 Karar Tarihi: 18.02.2016

MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİ – SAĞLIK HİZMETİ SUNUMUNUN KUSURLU OLDUĞU SONUÇ VE KANAATİNE VARILDIĞI – DAVACILAR LEHİNE MANEVİ TAZMİNATA HÜKMEDİLMESİ GEREĞİ – HÜKMÜN BOZULDUĞU

ÖZET: Davacıların çocuğunun, meningomyelosel hastası olarak doğumunda davalı idarenin kusuru bulunmamakta ise de; davacıların gebelik muayenesi için davalı idareye bağlı hastaneye müracaatlarında yeterli anamnezinin alınarak kayıt altına alınmadığı, şikayetlerine yönelik ileri tetkik ve takip konusunda yönlendirilmediği, gebelik takibinde gerekli özenin gösterilmediği, bu yönleriyle sağlık hizmeti sunumunun kusurlu olduğu sonuç ve kanaatine varıldığından, davacıların maruz kaldığı acı, elem ve üzüntünün hafifletilebilmesi amacıyla davacılar lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, manevi tazminat isteminin reddi yolunda verilen Mahkeme kararının bu kısmında hukuki isabet görülmemiştir.

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce; davacılar tarafından posta ücretinin süresi içerisinde yatırıldığı görüldüğünden Dairemizin 23/09/2014 tarih ve E:2014/1266, K:2014/6367 sayılı temyiz edilmemiş sayılmasına ilişkin kararı kaldırılarak, dosyanın tekemmül ettiği görüldüğünden yürütmenin durdurulması talebi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin, tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki bilgi ve belgeler incelenerek gereği görüşüldü:

Dava; Bandırma Devlet Hastanesi’nce verilen sağlık hizmetinin kusurlu olmasının davacıların çocuğu olan Elif Eylül Tuç’un engelli olarak dünyaya gelmesine ve halen engelli olmasına neden olduğundan bahisle maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle açılmıştır.

Balıkesir İdare Mahkemesi’nce; dava dosyasında bulunan bilgi ve belgeler ile Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen bilirkişi raporlarının birlikte değerlendirilmesinden, dava konusu olayda meningomyelosel hastalığının (sırtında kese) gebelik haftasına bağlı olmaksızın tedavisinin mümkün olmadığı, söz konusu lezyonların fark edilmeyebileceği, 12/09/2010 tarihinde Bandırma Devlet Hastanesi’nde gerçekleşen doğum sürecinde idarece tedavilerin tıp kurallarına uygun olarak yapıldığı, idarelerce davacıların doğum sürecinin her aşamasında bilgilendirildiği görüldüğünden, davacıların kızının tam ve sağlıklı olarak dünyaya gelmemesinde idarenin hizmet kusurundan söz edilemeyeceği gibi bu olaylar nedeniyle davacıların duyduğu elem ve üzüntü nedeniyle davalı idarelerin maddi ve manevi tazminat ödemekle sorumlu tutulması da mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacılar tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülen Mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Temyize konu kararın, maddi tazminat isteminin reddine ilişkin bölümünde, 2577 sayılı Kanunun 49. maddesinde belirtilen bozma nedenleri bulunmadığından, davacıların bu kısma ilişkin temyiz istemi yerinde görülmemiştir.

Temyize konu kararın manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmı incelendiğinde;

Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.

İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karekteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan doğruya ve asli nedenini oluşturmaktadır.

İdare Hukukunun ilkeleri ve Danıştayın yerleşik içtihatlarına göre, zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için, zararın, idarenin ağır hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir. Bünyesinde risk taşıyan hizmetlerden olan sağlık hizmetinden yararlananın zarara uğraması halinde, bu zararının tazmini, ancak idarenin ağır hizmet kusurunun varlığı halinde mümkün olabilecektir.

Manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmektedir.

Manevi tazminata hükmedilmesi, sadece şeref, haysiyet ve onur kırıcı işlem ve eylemlere ya da kişilerin vücut bütünlüğünde meydana gelen sakatlık hali veya ölüm nedeniyle ağır bir elem, üzüntü duyulması şartına bağlı olmayıp; idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetini gereği gibi eksiksiz olarak sunamaması nedeniyle ilgililerin yeterli hizmet alamamalarından dolayı üzüntü ve sıkıntı duymaları da, manevi zararın varlığı ve manevi tazminatın hükmedilmesi için yeterli bulunmaktadır.

Yine Bandırma Sulh Ceza Mahkemesi’nce yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu’nun 21/12/2012 tarih ve 7158 sayılı raporunda; gebelik takibinde yapılan ultrasonografik incelemede hidrosefali varlığı, 2’li ve 3’lü test sonuçları gibi ikincil uyaranların bulunmasının meningomyelosel tanısında hekimi uyarıcı bulgular olmakla birlikte, rutin ultrasonografik incelemelerde çocuğun anlık pozisyon değişiklikleri gibi nedenlerden dolayı bu durumun tespit edilemeyebileceği, 3 haftalık tanı gecikmesinin bebeğe ve anneye uygulanacak işlemlerin niteliğinde ve uygulamasında bir fark oluşturmayacağı, meningomyelosel hastalığının gebelik haftasına bağlı olmaksızın tedavisinin mümkün olmadığı, gebeliğin 28. haftasında yapılan ultrasonografik incelemede 26 mm defekt ve bu defektten çıkan 73 mm’lik protrüze kitlenin, kullanılan ultrasonografi cihazının özelliği, bebeğin pozisyonu, 2’li ve 3’lü test sonuçları, hidrosefali gibi uyarıcı faktörlerle ve tespit tarihinden 4 hafta önceki defektin ve protrüzyonun farklı boyutlarda olabileceği hususları göz önüne alındığında, söz konusu lezyonun fark edilemeyebileceği cihetle, davalı doktorlara söz konusu arazın tespit edilememesinde herhangi bir ihmal ya da kusur izafe edilemeyeceği belirtilmiştir.

Bandırma Sulh Ceza Mahkemesi’nin 30/04/2013 tarih ve E:2012/511, K:2013/689 sayılı kararı ile yukarıda anılan Adli Tıp Kurumu raporları uyarınca, dava konusu olayda meningomyelosel hastalığının gebelik haftasına bağlı olmaksızın tedavisinin mümkün olmadığı, söz konusu lezyonun fark edilemeyebileceği cihetle gebelik takibini yapan doktorların söz konusu arazın tespit edilememesinde herhangi bir ihmal ya da kusur izafe edilemeyeceği gerekçesiyle beraatlerine karar verilmiştir.

Uyuşmazlık konusu olayda, davacıların çocuğunda meydana gelen patolojinin hekimlerin eylemi ile oluşmadığı sabittir. Adli Tıp Kurumu raporunda, meningomyelosel tanısında, 3 haftalık tanı gecikmesinin bebeğe ve anneye uygulanacak işlemlerin niteliğinde ve uygulamasında bir fark oluşturmayacağı, meningomyelosel hastalığının, gebelik haftasına bağlı olmaksızın tedavisi mümkün olmadığı belirtilmektedir. Bu nedenle, davacıların çocuğunun, doğumsal bir anomali olan meningomyelosel hastası olarak doğumu nedeniyle uğradıkları ileri sürülen maddi zararın karşılanmasına hukuken olanak bulunmamaktadır.

Öte yandan, davacılar tarafından; doktorların hukuka aykırı eylemleri olmamış olsa veya hastane yeterli cihazlar ile donatılmış olsaydı, bebekteki lezyonun daha önce teşhis edilebileceği ve davacıların gebeliği sonlandırma gibi bir seçim haklarının olacağı, bu haklarının elinden alındığı ileri sürülmekte ise de; bebekteki defektin 28. gebelik haftasında özel bir hastanede tespit edildiği ve ailenin bu konuda bilgilendirildiğinin anlaşıldığı, ayrıca Hümeyra Tuç’un, Bandırma Sulh Ceza Mahkemesi’nin E:2012/511 sayılı dosyasında, “doktorlar yaptıkları muayenelerde çocuğun hasta olduğunu söyleselerdi, ben yine de çocuğumu doğururdum ancak psikolojimi ona göre hazırlardım” beyanında bulunduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, davacıların çocuğunun, meningomyelosel hastası olarak doğumunda kusuru bulunmayan davalı idarelerin, uğranıldığı ileri sürülen maddi zararın tazmininde sorumlu tutulamayacağı da açıktır.

Bununla birlikte, gebeliği olduğu, ağzından sürekli kan geldiğinin belirtilmesi ve düzenli olarak kontrole gitmesine rağmen, Bandırma Devlet Hastenesi’ndeki USG’nin 1. Düzey olduğu, burada doğumsal anomalilerin tespitinde kullanılan kan testlerinin yapılmadığı bilindiği halde, şikayetlerine yönelik ileri tetkik ve takip için başka bir merkeze (2’li ve 3’lü test yapılabilen ve ileri düzey USG olan) sevk edilmediği, gebelik takibinde yeterli anamnezin alınarak kayıt altına alınmadığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır.

Bu nedenlerle, davacıların çocuğunun, meningomyelosel hastası olarak doğumunda davalı idarenin kusuru bulunmamakta ise de; davacıların gebelik muayenesi için davalı idareye bağlı hastaneye müracaatlarında yeterli anamnezinin alınarak kayıt altına alınmadığı, şikayetlerine yönelik ileri tetkik ve takip konusunda yönlendirilmediği, gebelik takibinde gerekli özenin gösterilmediği, bu yönleriyle sağlık hizmeti sunumunun kusurlu olduğu sonuç ve kanaatine varıldığından, davacıların maruz kaldığı acı, elem ve üzüntünün hafifletilebilmesi amacıyla davacılar lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, manevi tazminat isteminin reddi yolunda verilen Mahkeme kararının bu kısmında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davacıların temyiz isteminin kısmen reddi ile Balıkesir İdare Mahkemesi’nin 12/12/2013 tarih ve E:2013/703; K:2013/1754 sayılı kararının, maddi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının ONANMASINA, davacıların temyiz isteminin kısmen kabulü ile anılan kararın manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının BOZULMASINA,

DOKTOR HATASINA DAYALI TAZMİNAT DAVALARINDA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRELER

Danıştay 15. Daire Başkanlığı Esas No : 2014/9725 Karar No : 2016/128

İdare Mahkemesi kararı Dairemizin 23/05/2014 tarih ve E:2014/2960; K:2014/4196 sayılı kararı ile onanmıştır.
Davacı taraf açılan davada süre aşımı bulunmadığını, dolayısıyla Dairemizin onama kararının kaldırılarak İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiğini talep etmektedir.

Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını “hukukun üstünlüğü” ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).

Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir hakları gereği bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).

Mahkemeye ulaşmayı aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi -bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça- hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40).

Uyuşmazlık konumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları ışığında değerlendirilmeden önce bir takım kavramların açıklanmasında yarar vardır.

İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlatır.
Yasayla öngörülen tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.

Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak gene de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu, yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.

Aynı Yasanın “Doğrudan Doğruya Tam Yargı Davası Açılması” başlıklı 13. maddesi 1. fıkrasında, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin gerekli olduğu; bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava açma süresinde dava açılabileceği kurala bağlanmıştır.

Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa’nın 13 üncü maddesinde öngörülen sürenin eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.

Hak arama özgürlüğü, haklarının ihlal edildiğini ileri süren bireylerin, ihlalin durdurulması ve olumsuz etkilerinin giderilmesi maksadıyla yetkili makamlara başvurma hakkını ihtiva etmektedir. Bu sebeple hak arama özgürlüğünü yalnızca mahkemelere başvurma hakkıyla sınırlamamak gereklidir. Zira ihlalin niteliği de göz önüne alındığında, ihlalin olumsuz etkilerinin giderilmesi yolunda bir karar verebilecek idari makama da başvuru yapılabilecektir. Nitekim Anayasanın 40. maddesi ile “ Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. ” hükmü bu durumu destekler nitelikte olan temel normlardandır.

Usul kurallarının hakkı kullanılamaz hale getirmemesi gerektiğini vurgulayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; ” … mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği…” belirtilmektedir.

Dolayısıyla İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. Maddesinde düzenlenen 1 yıllık sürenin de 17.04.2013 tarihinden, yani eylemin idariliğinin tam olarak ortaya çıktığı tarihten itibaren başlatılması, (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Mahkemeye erişim hakkı bağlamında yaptığı değerlendirmeler ışığında), gerekeceğinden davacıların 11.04.2013 tarihli dilekçe ile davalı idareye başvurdukları ve olay nedeniyle uğradıkları zararın tazminini istedikleri, bu başvurularının da davalı idarece cevap verilmeyerek reddedilmesi üzerine 09.09.2013 tarihinde açılan davanın süresinde kabul edilmesi gerekecektir.

Öte yandan; davacı tarafın 03.01.2013 tarihinde İskenderun Devlet Hastanesi’ne, hastaneye ilk başvurulan 10.11.2010 tarihinde yakınlarına hangi tedavilerin uygulandığı ve bu tedaviler arasında tetanoz aşısı uygulanıp uygulanmadığı sorulduğu ve Hastane Başhekimliği’nce 03.01.2013 tarihli yanıtta; Sadık Kiremitçi’ye ait ve acil serviste uygulanan tedavi içeriğini açıklayan epikriz raporuda; acil poliklinik muayenesi yapıldığı, iki yönlü kafa grafisi çekildiği, kesiye sütürasyon yapıldığı, lokal anestezi uygulandığı ve yara debridmanı yapıldığı, Tetanoza ilişkin herhangi bir tıbbi girişimde bulunulmadığı anlaşıldığından, İskenderun Devlet Hastanesi’nin yanıt tarihi olan 03.01.2013’ten itibaren 2577 sayılı Yasa’nın 13 üncü maddesinde öngörülen sürenin eylemin idariliğinin ortaya çıktığı diğer bir tarih olarak belirlenmesinde sakınca yoktur.

Bu durumda 03.01.2013’ten itibaren İYUK 13. Madde gereği 11.04.2013 tarihli dilekçe ile davalı idareye başvurdukları ve olay nedeniyle uğradıkları zararın tazminini istedikleri dikkate alındığında yine süre hususuna riayet edildiği anlaşılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle davacı tarafın karar düzeltme isteminin kabulüyle Dairemizin onama kararının kaldırılarak, esasa ilişkin bir karar vermesi gerekirken davayı süre aşımı nedeniyle reddeden İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedr.

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip dosyadaki belgeler incelendikten sonra karar düzeltme talebi hakkında gereği görüşüldü:

2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kararın Düzeltilmesi” başlıklı 54. maddesinin 1. fıkrasında, Danıştay dava dairelerince verilen kararlar hakkında bir defaya mahsus olmak üzere taraflarca; a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların kararda karşılanmamış olması, b) Bir kararda birbirine aykırı hükümlerin bulunması, c) Kararın usul ve Kanuna aykırı bulunması, d)Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve sahtekarlığın ortaya çıkmış olması hallerinde kararın düzeltilmesinin istenebileceği hükmüne yer verilmiş olup, bu maddenin 2. fıkrasında da Danıştay dava dairelerinin kararın düzeltilmesi isteminde ileri sürülen sebeplerle bağlı oldukları kurala bağlanmıştır.

Dosyadaki belgeler ile iddiaların incelenmesinden; düzeltme istemine konu Dairemiz kararının hukuk ve usule uygun olduğu, düzeltilmesini gerektirecek bir halin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

SAĞLIK HİZMETİNİN KUSURLU İŞLEMESİ, PATOLOJİ SONUÇLARININ KAYBOLMASI, TAZMİNAT

Danıştay 15. Daire Başkanlığı  Esas No : 2015/613 Karar No : 2016/150

İtalya’da bulunan davacıların babası, 01.01.2008 tarihinde beyin metastası melanomasına bağlı beyin koması nedeniyle vefat etmiştir.
Dava konusu uyuşmazlıkla ilgili olarak Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen raporun sonuç kısmı; ” … A. A.ın T. Devlet Hastanesi’nde 25.07.2007 tarihli muayenesinde enfektif dermatit tanısı ile muayene olduğu, 08.08.2007 tarihinde piyojenik granüloma ön tanısı ile eskize edilen deri lezyonunun bilgisayar işlem kağıdında her ne kadar hastalık tanı kodu malign deri tümörlerinin eksizyonu olarak gruplandırılımış olsa da Patolojik incelemeye gönderilen doku örneğinin Patoloji Laboratuvarına ulaşmadığı ve patolojik incelemesinin yapılmadığı, alınan sağ parietal bölgedeki lezyonun histo patolojik tanısının olmaması nedeniyle ölüme sebep olan beyindeki melenom metastazının bu lezyonla ilişkisi olup olmadığının bilinemeyeceği … ” şeklindedir.
Görüldüğü üzere; davacılar yakınından alınan ve patolojik incelemeye gönderilen doku örneğinin Patoloji Laboratuvarına ulaşmadığı ve patolojik incelemesinin yapılmadığı açıktır.

Bu Eksikliğin Manevi Tazminat Gerektirip Gerektirmeyeceği Sorunu Manevi tazminat, idari eylem veya işlem nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa karşılamaya yönelik bir manevi tatmin aracıdır.

Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek miktarın aynı zamanda idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak bir miktarda olması gerekmektedir. Manevi tazminat, evrensel hukukta eski kalıplarından çıkarılarak caydırıcılık unsuru da ön plana alınmaktadır.

Gelişen hukuktaki bu yaklaşım, kişilerin bedenine ve ruhuna karşı yöneltilen haksız eylemlerde, tatmin olma duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranlarda manevi tazminat takdir edilmesi gereğini de ortaya koymakta ve vücut bütünlüğü yanında ruh sağlığını da içeren kişi haklarının önemini vurgulamaktadır. Manevi tazmin ile amaçlanan sadece bir nebze olsun rahatlama duygusu vermek değil, hizmet kusuruyla zarar veren idareyi, gerekli dikkat ve özeni gösterme konusunda etkili biçimde uyarmaktır.

Dava konusu olayda, davacılar yakınından alınan ve patolojik incelemeye gönderilen doku örneğinin Patoloji Laboratuvarına ulaşmaması ve patolojik incelemesinin yapılmaması, yakınları 01.01.2008 tarihinde beyin metastası melanomasına bağlı beyin koması nedeniyle vefat eden davacılar, nezdinde, sağlık uygulamalarının kusurlu işletildiği hususunda (özellikle patolojik inceleme yapılmayarak, teşhis noktasında gecikme yaşandığı noktasında) yaratılan şüphe ve ruhsal çöküntü manevi tazmin talebinin karşılanması gereğini ortaya koymaktadır.

Bu durumda olayda hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddeden İdare Mahkemesi kararının manevi tazminatın reddine ilişkin kısmının hukuka uygun olduğundan söz etmek mümkün olmamıştır.

Açıklanan nedenlerle, Tokat İdare Mahkemesi’nin 14/10/2010 tarih ve E:2009/1; K:2010/641 sayılı kararının manevi tazminatın reddine ilişkin kısmının BOZULMASINA