Yazılar

UYUŞTURUCU TİCARETİ SUÇUNUN İSPATI İÇİN BİRDEN FAZLA ALIM YAPILMASI ,ZİNCİRLEME SUÇU OLUŞTURMAZ

T.C 
YARGITAY 
CEZA GENEL KURULU
ESAS NO: 2015/ 10-313 
KARAR NO: 2015 / 195 
KARAR TARİHİ: 09.06.2015

>>UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ SUÇU – ADLİ KOLLUK GÖREVLİLERİNİN İKİNCİ KEZ ALDIKLARI UYUŞTURUCU MADDEYİ SANIKLARIN İLK SATIŞTAN SONRA TEMİN ETTİKLERİNE DAİR DELİL BULUNMADIĞI – SANIKLARDAN SONRAKİ ALIMLARIN AYRI SUÇ OLUŞTURDUĞUNUN KABULÜNÜN MÜMKÜN OLMADIĞI

(AİHS m. 6) (2709 S. K. m. 2) (5237 S. K. m. 43, 52, 53, 54, 58, 62, 63, 188) (5271 S. K. m. 139, 308) (765 S. K. m. 80)

ÖZET: Adli kolluk görevlilerince … tarihinde sanıklardan uyuşturucu madde satın alınması üzerine, sanıkların “satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma” suçu ve bu suça ilişkin deliller tamamen ortaya çıkmıştır. Adli kolluk görevlilerinin ikinci kez aldıkları uyuşturucu maddeyi, sanıkların ilk satıştan sonra temin ettiklerine ilişkin bir delil de bulunmamaktadır. Olayda adli kolluk görevlileri ile sanıklar arasında gerçek anlamda bir alım satım söz konusu bulunmadığından ve adli kolluk görevlilerince sanıklardan yapılan ilk alımlarla sanıkların “satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma” suçuna ilişkin olarak delillendirme işlemi yapıldığından, sanıklardan yapılan sonraki alımların kapsamında ayrı suç oluşturduğunun kabulü mümkün değildir.

Dava ve Karar: Uyuşturucu madde ticareti suçundan sanıkların TCK’nun 188/3, 62/1, 52/2, 52/4, 53/1, 54/1 ve 63/1. maddeleri gereğince dört yıl iki ay hapis ve 1.000 TL adli para cezası ile mahkûmiyetlerine, para cezalarının taksitlendirilmesine, hak yoksunluğuna, mahsuba, sanık M.. S..’in hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin, Tekirdağ 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 09.05.2014 gün ve 70-121 sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı ve sanık B. müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 19.12.2014 gün ve 9846-13734 sayı ile;

“Yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1- Gerekçeli karar başlığında suç tarihlerinin sanık M. yönünden 25.09.2013 ve 04.10.2013; sanık B. yönünden 03.10.2013 ve 08.10.2013 olarak yazılması yerine sanık ayrımı yapılmaksızın suç tarihlerinin tamamının gösterilmesi,

2- Sanık M.’in 25.09.2013 ve 04.10.2013 tarihlerinde madde, sanık B.’nin ise 03.10.2013 tarihinde madde ve 08.10.2013 tarihinde iki adet uyuşturucu nitelikli tableti alıcı görevlilere sattıklarının anlaşılması karşısında Ceza Genel Kurulunun 25.02.1997 tarih ve 268-22 sayılı kararında açıklandığı üzere; ‘sanığın alıcı rolündeki görevliye aynı suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda uyuşturucu madde satması eylemlerinde, alıcının amacı suçun oluşmasında ve sanığın iradesi üzerinde etkili bulunmaması sebebiyle birden fazla hareketinin zincirleme suç oluşturduğu dikkate alınarak cezalarının TCK’nın 43. maddesi uyarınca artırılması’ gerekirken, eylemlerinin bir bütün halinde tek suç oluşturduğu kabul edilerek eksik ceza tayini,

3- Adli Emanetin 2014/302 sırasına kayıtlı suç konusu herhangi bir uyuşturucu madde bulunmadığı gözetilmeksizin müsaderesine karar verilmesi” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 05.02.2015 gün ve 249117 sayı ile;

“TCK’nın 43. maddesinin uygulanmasına ilişkin yerel mahkemenin kabulü yerinde değildir. Gizli soruşturmacı, faaliyetlerini izlemekle görevlendirildiği örgüte ilişkin her türlü araştırmada bulunmak, bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili delilleri toplamakla yükümlüdür. Görevi, soruşturma konusu suçun işlenip işlenmediğini, işlenmiş ise işleyenin kim olduğunu belirlemek ve bu konudaki delilleri toplamaktır. Bu görevini yerine getirirken suç işleyemez, başkasını suç işlemeye azmettiremez. …

Somut olayda gizli soruşturmacılar sanık M.’den 25.09.2013, sanık B.’den 03.10.2013 tarihinde madde almaları sonucu sanıkların satmak için uyuşturucu ve uyarıcı madde bulundurma suçu belirlenmiş ve delili elde edilmiştir. Sanık M.’den 04.10.2013, B.’den 08.10.2013 tarihlerinde tekrar uyuşturucu madde satın almaları hem gereksiz, hem de görevleri kapsamında değildir. Öte yandan gizli soruşturmacının amacı, uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak değil, suçu ve failini belirlemek, suçla ilgili delilleri elde etmekten ibarettir. Bir an gizli soruşturmacının örgütün yapılanmasını, hiyerarşik yapısını, devamlılığını ve organizasyonlarını tespite ilişkin delil elde etmek için çalışma sürdürdüğü varsayılsa bile, somut olayda bir örgütün olmadığı ve örgütten açılmış bir kamu davasının da bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, sanıkların suçları belirlenip delilleri elde edildikten sonra görevlilerin tekrar madde alması ayrıca suç oluşturmayacağından, zincirleme suç hükümleri uygulanarak sanıklara ceza verilmesi yerinde olmadığından bu konuda yerel mahkemenin uygulamasının hukuka uygun bulunduğu” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek, Özel Dairenin iki nolu bozma nedeninin ilamdan çıkarılması isteminde bulunmuştur.

CMK’nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 13.02.2015 gün ve 669-8715 sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçeyle karara bağlanmıştır.

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; uyuşturucu madde ticareti suçundan sanıklar hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının tespitine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığınca, uyuşturucu madde ticareti yaptıkları bilgisine ulaşılan sanıklar hakkında başlatılan soruşturma kapsamında sulh ceza hakimliğinden alınan karar doğrultusunda gizli soruşturmacı olarak görevlendirilen kamu görevlilerinin onbeş gün içinde sanıklardan aralıklarla altı kez net ağırlıkları dört gram olan uyuşturucu madde maddesi satın aldıkları anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığın esasına geçmeden önce, somut olayda sanıklardan uyuşturucu madde satın alan kolluk görevlilerinin statülerinin belirlenmesi gerekmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanununun “Gizli soruşturmacı görevlendirilmesi” başlıklı 139. maddesinin suç tarihinde yürürlükte bulunan hali;

“1) Soruşturma konusu suçun işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve başka surette delil elde edilememesi halinde, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı kararı ile kamu görevlileri gizli soruşturmacı olarak görevlendirilebilir.

2) Soruşturmacının kimliği değiştirilebilir. Bu kimlikle hukukî işlemler yapılabilir. Kimliğin oluşturulması ve devam ettirilmesi için zorunlu olması durumunda gerekli belgeler hazırlanabilir, değiştirilebilir ve kullanılabilir.

3) Soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin karar ve diğer belgeler ilgili Cumhuriyet Başsavcılığında muhafaza edilir. Soruşturmacının kimliği, görevinin sona ermesinden sonra da gizli tutulur.

4) Soruşturmacı, faaliyetlerini izlemekle görevlendirildiği örgüte ilişkin her türlü araştırmada bulunmak ve bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili delilleri toplamakla yükümlüdür.

5) Soruşturmacı, görevini yerine getirirken suç işleyemez ve görevlendirildiği örgütün işlemekte olduğu suçlardan sorumlu tutulamaz.

6) Soruşturmacı görevlendirilmesi suretiyle elde edilen kişisel bilgiler, görevlendirildiği ceza soruşturması ve kovuşturması dışında kullanılamaz.

7) Bu madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:

a) Türk Ceza Kanununda yer alan;

1. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),

2. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),

3. Silahlı örgüt (madde 314) veya bu örgütlere silah sağlama (madde 315).

b) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.

c) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar” şeklindedir.

06.03.2014 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanunun 13. maddesi ile CMK’nun 139. maddesinin birinci fıkrası “soruşturma konusu suçun işlendiği hususunda somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve başka surette delil elde edilememesi hâlinde kamu görevlileri gizli soruşturmacı olarak görevlendirilebilir. Bu madde uyarınca yapılacak görevlendirmeye ağır ceza mahkemesince oy birliğiyle karar verilir. İtiraz üzerine bu tedbire karar verilebilmesi için de oybirliği aranır” şeklinde değiştirilmiş, altıncı fıkrasına ise “suçla bağlantılı olmayan kişisel bilgiler derhâl yok edilir” cümlesi eklenmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından kanuna eklenen madde gerekçesinde “Kışkırtıcı ajan kullanılmasının hukuk devleti ilkesi bakımından büyük sorunlar yaratması karşısında, batı ülkelerinde giderek artan ve buna paralel olarak da toplum hayatında tamiri kabil olmayan yaralar açan organize suçlulukla mücadelede gizli soruşturma yapan bir görevliden yararlanma düşüncesi ortaya çıkmıştır. Gizli soruşturmacı, kışkırtıcı ajan değildir. Bunun kışkırtıcı ajandan en önemli farkı, gizli soruşturmacının hiç bir zaman azmettiren durumunda bulunamamasıdır.

Gizli soruşturmacı, görevi sırasında suç işlemeyecektir.

Gizli soruşturmacının, içine girdiği örgüt içerisinde uzun süre kalabilmesi, onun ‘uydurma kimlik’ sahibi olması ve bu kimlik altında bazı işlemlerde bulunabilmesine de bağlıdır.

Karşılaştırmalı hukukta, bu tedbirler vasıtasıyla bireyin temel hak ve özgürlüklerine ağır biçimde müdahale edilmesi nedeniyle, tedbire karar verme yetkisi konusunda özel yetki kuralları öngörülmüştür” denilmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinin (ç) bendinde gizli soruşturmacının; “gerektiğinde örgüt içine sızmak, gözetlemek, izlemek, örgüte ilişkin her türlü araştırmada bulunmak ve örgütün işlediği suçlarla ilgili iz, eser, emare ve delilleri toplamak ve muhafaza altına almakla görevlendirilen kamu görevlisini” ifade ettiği belirtilmiştir.

CMK’nun 139. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları ile Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 4. maddesinin (ç) bendi içeriği birlikte değerlendirildiğinde gizli soruşturmacının sadece CMK’nun 139. maddesinin yedinci fıkrasında belirtilen suçların, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmeleri şartıyla görevlendirilebileceği kabul edilmelidir. Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmeyen suçlar için gizli soruşturmacı görevlendirilemez.

Nitekim öğretideki hakim görüş de CMK’nun 139/7. maddesinde belirtilen suçların ancak bir örgüt faaliyeti kapsamında işlenmesi halinde gizli soruşturmacı kullanılabileceği yönündedir. (Necati Meran, İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Takibin Hukuki Boyutu, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, 2. Bası, s. 362-364; Ersan Şen, Türk Hukukunda Telefon Dinleme-Gizli Soruşturmacı-X Muhbir, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2013, 6. Bası, s. 236; Bahri Öztürk-Behiye Eker Kazancı-Sesim Soyer Güleç, Ceza Muhakemesi Hukukunda Koruma Tedbirleri, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2013, 1. Bası, s. 244; Veli Özer Özbek, Türk Hukukunda Gizli Soruşturmacının Ceza Sorumluluğu, Ceza Hukuku ve Kriminoloji Dergisi, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, Cilt. 2, Sayı.1-2, s. 147-148)

Ancak kolluk görevlisinin 5271 sayılı CMK’nun 160 ve devamı maddeleri uyarınca Cumhuriyet savcısının emri doğrultusunda ve genel yetkileri ile görevleri kapsamında, suç ve failini belirlemek ve suçla ilgili delil toplamak için alıcı rolüne girerek, suça azmettirmeden veya teşvik etmeden şüpheliden uyuşturucu madde satın alması mümkündür.

Bu durumlarda adli kolluk görevlisinin CMK’nun 139. maddesi gereğince değil, aynı kanunun 160 ve devamı maddeleri uyarınca görevlendirilmesi yeterlidir.(Yener Ünver- Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku Ders Kitabı, 9. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, s. 474,)

Gizli görevlinin işlenen veya işlenmek üzere olan suçu ortaya çıkarabilmek amacıyla şüpheliyle temas kurup suçüstü yakalanmalarını sağlaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun bulunmuştur. (AİHM Ludi/İsviçre, 15.06.1992 gün ve 12433/1986 sayılı kararı) Ancak görevlinin suç işlemeye niyeti olmayan kişileri suç işlemeye teşvik ve azmettirmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ihlali olarak kabul edilmiştir. (AİHM’nin Teixeira de Castro/Portekiz, 09.06.1998 gün ve 25829/94 sayılı kararı)

Somut olayda; sanıklara isnat olunan uyuşturucu madde ticareti suçunun bir örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmemiş olması nedeniyle, mahkemece 5271 sayılı CMK’nun 139. maddesi uyarınca “gizli soruşturmacı” görevlendirilmesine karar verilmesi isabetli olmayıp, alıcı rolüne girerek sanıklardan uyuşturucu madde satın alan görevlilerin gizli soruşturmacı değil “gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlileri” olarak kabul edilmeleri gerekmektedir. Bu görevlilerin ancak suça azmettirmeden veya teşvik etmeden elde ettikleri deliller hukuka uygun olacaktır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununa hakim olan ilke gerçek içtimadır. Bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır” şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnalarına 5237 sayılı TCK’nun “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.

Zincirleme suç, 765 sayılı Kanunun 80. maddesinde; “Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır. Fakat bundan dolayı terettüp edecek ceza altıda birden yarıya kadar artırılır” şeklinde düzenlenmiştir. Buna karşın 5237 sayılı TCK’nun 43. maddesinin ilk fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır” biçiminde zincirleme suç hükümlerine yer verilmiş, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima kurumu hüküm altına alınmış, üçüncü fıkrasında ise; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, … ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz” düzenlemesi ile zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.

TCK’nun 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,

b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,

c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.

43/1. maddenin düzenlemesinden anlaşılacağı üzere zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hallerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli miktarda arttırılmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2. maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir” hükmü yer almakta olup, hukuk devleti; insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, bağımsız yargı denetimine açık olan devlettir. Yargı organları da yargılama yaparken hukuk devleti ilkelerine dolayısıyla anayasa ve kanunlara uygun olarak hareket etmelidirler.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin altıncı maddesinde hüküm altına alınan “adil yargılanma hakkı” kişilerin hukuk devleti kuralları içinde yargılanmasını öngörür. Bu kurala aykırılık, işlemin adil olmasını engeller.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen kararlarda da; ajan veya polis memurlarınca, uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna ilişkin olarak kişiyi suça azmettirme veya teşvik etme yoluyla elde edilen delillerin kullanılması “adil yargılama hakkının ihlali” olarak kabul edilmiştir. (Burak Hun/Türkiye, 15.12.2009 gün ve 17570/04; Sepil/Türkiye, 12.11.2013 gün ve 17711/07 sayılı kararları)

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

23.09.2013 tarihinde adli kolluk görevlilerince sanıklardan uyuşturucu madde satın alınmasından sonra, onbeş gün içerisinde toplam altı kez daha uyuşturucu satın alınmıştır.

Adli kolluk görevlilerinin amacı, uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak değil sanıkların bulundukları mahalde uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapan kişileri tespit ederek, bu suça ilişkin delilleri toplamak olup, aldıkları uyuşturucu maddeyi devralma ve mal edinme iradeleri bulunmadığından, somut olayda gerçek bir alım satım söz konusu olmayıp, gerçekleştirilen eylem sanıkların suçlarını delillendirme işlemidir.

Kolluk görevlilerince, öncelikle suç işlenmesinin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması, suç işlenmesinden sonra işlenmiş olan suçun tespit edilerek, bu konudaki delillerin toplanması ve suç işlediği belirlenen kişilerin başka bir suç işlemeye yönlendirilmeden yakalanıp adalet önüne çıkarılması gerekirken, şüphelilerin ceza sorumluluğunu arttıracak şekilde davranışlarda bulunmaları halinde gerek Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ikinci maddesinde düzenlenen “hukuk devleti” ilkesi, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde hüküm altına alınan “adil yargılanma” hakkı ihlal edilmiş olacaktır.

Adli kolluk görevlilerince şüphelinin suç ortağı ya da ortaklarının olup olmadığı veya başka bir yerde gizlediği uyuşturucu veya uyarıcı madde bulunup bulunmadığını tespit etmek gibi nedenlerle, şüphelinin ilk alımdan sonra yakalanmayarak görevlilerce birden fazla alım yapılması durumunda da, esasen tek bir alım olayı ile şüphelinin satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma suçu ve bu suçun delilleri ortaya çıktığından, şüphelinin sonraki alımlara konu uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi önceki alımlardan sonra temin ettiğine ilişkin delil bulunmadığı ahvalde, satmak amacıyla uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmanın temadi ettiği kabul edilip, hareketin en ağırına göre ceza verilecek, birden fazla alım bulunduğundan bahisle TCK’nun 43. maddesi gereğince ayrıca zincirleme suç hükümleri uygulanmayacaktır.

Adli kolluk görevlilerince, 23.09.2013 tarihinde sanıklardan uyuşturucu madde satın alınması üzerine, sanıkların “satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma” suçu ve bu suça ilişkin deliller tamamen ortaya çıkmıştır. Adli kolluk görevlilerinin ikinci kez aldıkları uyuşturucu maddeyi, sanıkların ilk satıştan sonra temin ettiklerine ilişkin bir delil de bulunmamaktadır. Olayda adli kolluk görevlileri ile sanıklar arasında gerçek anlamda bir alım satım söz konusu bulunmadığından ve adli kolluk görevlilerince sanıklardan yapılan ilk alımlarla sanıkların “satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma”suçuna ilişkin olarak delillendirme işlemi yapıldığından, sanıklardan yapılan sonraki alımların TCK’nun 43. maddesi kapsamında ayrı suç oluşturduğunun kabulü mümkün değildir.

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 28.04.2015 gün ve 848-136 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

Bu itibarla, sanıklar hakkında zincirleme suç hükümlerini uygulamayan mahalli mahkeme hükmünde bu yönüyle herhangi bir isabetsizlik bulunmadığından itirazın kabulüne, Özel Dairenin iki nolu bozma nedeninin ilamdan çıkarılmasına karar verilmelidir.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 19.12.2014 gün ve 9846-13734 sayılı ilamının iki nolu bozma nedeninin karardan ÇIKARILMASINA,

3- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 09.06.2015 tarihinde yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.

Uyuşturucu Maddenin Satmak İçin Mi Yoksa Kullanmak İçin Mi Bulundurulduğunun Tespitindeki Ölçütler

T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu

Esas No:2011/387
Karar No:2012/75
K. Tarihi:

Sanık S.E.’nin uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK’nın 188/3, 62,52,53 ve 58.maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis ve 3.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine dair İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen 10.04.2008 gün ve 61-107 sayılı hükmün sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nce 13.04.2009 gün ve 15808-6828 sayı ile;

“.1-10.12.2007 tarihli tutanak içeriğine, sanığın yakalanış biçimine suça konu uyuşturucu maddenin miktarı ve ele geçiriliş şekli ile tüm dosya kapsamına göre; sanığın ele geçen esrarı kullanma dışında bir amaçla bulundurduğuna dair kuşkudan uzak, inandırıcı ve kesin kanıt bulunmadığı ve eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu oluşturduğu gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulması,

2-Kabule göre;

a)    Adli para cezasının; 5083 Sayılı Kanun’un 1. maddesiyle hükümden sonra 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe giren Bakanlar Kurulunun 04.04.2007 tarih ve 007/11963 sayılı kararının 1. maddesi uyarınca Türk Lirası (TL.) olarak belirlenmesinde zorunluluk bulunması,

b)    Sanık hakkında hükmolunan gün adli para cezasından, TCK’nın 62. maddesi uyarınca 1/6 oranında indirim yapılırken, sonuç cezanın 100 gün yerine 120 gün olarak gösterilmesi.” isabetsizliklerinden BOZULMASINA ve sanığın tahliyesine karar verilmiştir.

İzmir 3.Ağır Ceza Mahkemesi’nce 27.07.2009 gün ve 253-286 sayı ile;

“..Olay öncesi İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi Narkotik Büro Amirliği ekiplerinin yaptığı istihbari çalışmalarda ve (x) elemanından alınan bilgilerde S. lakaplı hırsızlık suçundan sabıkalı sanığın olay yeri evinde uyuşturucu bulundurup, bulundurduğu esrar maddesini gramlar halinde müşterilere sattığı duyumu alındığına ve bu duyum değerlendirildikten sonra sulh ceza mahkemesinden alınan karar doğrultusunda sanığa ait olay yeri evde arama yapıldığına ve dedek-tör köpeğin yardımıyla yapılan aramada evin 2.katındaki odunlukta net 276 gr. Esrar maddesi ele geçirildiğine göre; 10.12.2007 tarihli tutanak içeriğine, tutanak düzenleyicilerinin yeminli beyanlarına, İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi Narkotik Suçlar Büro Amirliğinde görevli tutanak düzenleyicisi polis memurlarının yaptıkları istihbari çalışmalar sürerken (x) elemanından aldıkları bilgilerde Bornova Doğanlar Mah…..Sokak No…….Sayılı yerde ikamet eden S.lakaplı sanığın evinde, eve gelen müşterilere gramlar halinde esrar maddesi sattığı bilgisinin edinilmesine ve istihbari çalışmalar ile (x) elemanından alınan bilgiler doğrultusunda yapılan aramada evin 2.katında dedektör köpek yardımıyla yapılan aramada uyuşturucu maddenin bulunup el konulmasına göre sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 188/3.maddesindeki satmak maksadıyla suça konu esrar maddesini bulundurmak suçunu oluşturduğu kabul ve tavsif olunmuştur.

Sanığın suça konu maddeyi içmek maksadıyla bulundurduğu yolundaki savunmasının ve sanık müdafinin sanığın suça konu maddeyi içmek maksadıyla bulundurmak suçundan cezalandırılması yolundaki savunmasının sanığın daha az ceza almasına yönelik bir savunma olduğu kabul edilerek itibar edilmemiştir.

İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi Narkotik Büro ekiplerinin yaptığı istihbari çalışmalarda ve (x) elemanından alınan bilgilerde sanığın olay yeri evde uyuşturucu sattığı bilgisi üzerine sanığın evinde dedektör köpeğin de yardımıyla yapılan aramada uyuşturucu maddenin gizlendiği yerden bulunduğuna göre olayımızda 5237 sayılı TCK’nın 192/1-3. maddesinin unsurlarının olmadığı anlaşılmıştır.

Sanık ve müdafinin İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. Kayden C.E. ve arkadaşları hakkında açılan davanın sonucunun beklenmesi talep edilmiş ise de; İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/51 E. Sayılı dosyası içeriğine ve C.E. ve bir kısım arkadaşları hakkında teşekkül oluşturarak uyuşturucu yapmak suçundan kamu davası açılmasına dair iddianamede sanığın uyuşturucu esrar maddesini aldığını söylediği Hasan isimli kişi hakkında bir davanın açılmamış bulunmasına ve İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E.kayıtlı dava dosyasında buna dair bir beyan ve belgenin de bulunmamasına göre, sanık hakkında satmak maksadıyla uyuşturucu madde bulundurmak suçundan açılan dava dosyanın İzmir 8.Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/51 E.kayıtlı dava dosyasıyla birleştirilmesi yoluna gidilmemiş ve İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. kayıtlı C.E. ve arkadaşları hakkındaki dava dosyasının sonuçlanması beklenmemiştir.”

Gerekçeleriyle eylemin nitelendirilmesine dair bozma nedenine dire-nilip, diğer bozma nedenlerine uyularak hüküm kurulmuştur.

Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C. Başsavcılığı’nın “bozma” istemli 13.05.2011 gün ve 32272 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay 10. Ceza Dairesine, Yargıtay 10.Ceza Dairesince de 11.10.2011 gün ve 11975-55724 sayıyla Yargıtay Birinci Baş-kanlığı’na gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulu’nca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

YARGITAY CEZA GENEL KURULU KARARI:

Özel Daireyle yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca Çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın sübuta eren eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu mu, yoksa uyuşturucu madde ticareti suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Sanığın uyuşturucu madde sattığı yönünde kolluk görevlilerince yapılan istihbari çalışmalar ve yardımcı elemandan alınan bilgiler üzerine İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.12.2007 gün ve 1962 sayılı arama kararı üzerine sanığın evinde yapılan aramada, 2 kattan ibaret evin 2.katında bulunan odun kulübesine gizlenmiş halde mavi naylon poşet içerisinde esrar elde etmede kullanılan 550 gram hint keneviri bitkisinin ele geçirildiği,

İzmir Kriminal Polis Laboratuvarınca düzenlenen 15.01.2008 gün ve 15643 sayılı raporda; incelenmek üzere gönderilen net 460 gram ağırlığındaki maddenin esrar ihtiva eden ve esrar elde etmede kullanılan hint keneviri bitkisinin uç kısımları olduğu, eleme usulüyle yapılan miktarsal çalışmalar sonucu, net 276 gram esrar elde edilebileceğinin belirtildiği,

Anlaşılmaktadır.

Sanık hakkında istihbari çalışma yapan ve arama işlemine katılan tutanak tanıklarından M.G. mahkemede; “Sanıkla ilgili oyalın istihbari çalışmasını O. isimli polis memuru ile ben yaptım, yaptığımız istihbari çalışmalar sırasında okunan olay yakalama, ev arama tutanağında bahsedilen adreste oturan S. lakaplı şahsın uyuşturucu sattığı duyumu alınınca, bu duyum değerlendirildi, daha sonra Sulh Ceza Mahkemesi’nden arama kararı alınıp tutanakta belirtildiği şekilde arama kararı alınan evde arama yapıldı, tutanakta yazılı olduğu gibi uyuşturucu madde bulundu, sanık arama bittikten sonra geldi, olayla ilgili okunan tutanak düzenlendi, olayın faili olarak gözetim altına alınan huzurda bulunan sanıkla üzerinde yapılan aramada satışa hazır vaziyete getirilmiş esrar maddelerini H. isimli şahıstan aldığı yolunda bir beyanda bulunup bulunmadığını hatırlamıyorum.”

Tanık O.B. ise; “Olay üzerinden bir süre geçmiştir, birçok uyuşturucu operasyonlarına katıldığım için olayı tam detaylı olarak hatırlamıyorum, ancak okunan tutanaklar ve içerikleri doğrudur. Sanıkla ilgili uyuşturucu olayının istihbari çalışmalarını polis memuru M.G. ile birlikte yaptık, ek 14 teki tutanakta yazılı adreste oturan S. lakaplı şahsın tutanakta belirtildiği şekilde uyuşturucu sattığı duyumunu aldık, bu duyumu değerlendirdik, daha sonra Sulh Ceza Mahkemesi’nden arama kararı alındı, arama kararı alındıktan sonra olay saati evde olay gün ve saatinde arama yapıldı, polis memurları olay yeri evde yapılan operasyon için ayrı ayrı ekipler halinde operasyona dahil oldu, operasyonun başlangıcında sanığın olay yeri evde olup olmadığını hatırlamıyorum, ancak sanık olay sonrası geldi ve tutanağı imzaladı, eğer sanık uyuşturucunun kendisine ait olduğunu, H. isimli şahıstan aldığını söylemiş ise bu beyanına göre tutanak düzenlenmiştir.” Biçiminde anlatımda bulunmuşlardır.

Sanık, müdafii huzurunda kollukta; “Ben 5-6 aydır esrar maddesi kullanırım. 10.12.2007 günü yani yakalandığım gün polisler arama kararıyla birlikte evime geldiler, bana arama kararını gösterip okuduktan sonra ikametinde arama yaptılar ve evimin çatısında poşet içerisinde bulunan esrar maddesini buldular. Bu esrar maddesini bana 2 gün evvel ismini Hasan olarak bildiğim açık kimliğini ve adresini bilmediğim bir arkadaşım getirdi. Kendisi benim evimin karşı tarafında bulunan araziye geldi Hasan isimli kişi plakasını bilmediğim kırmızı Murat 131 model araçla geldi. Ben bu arkadaşı eniştem olan C.E. vasıtasıyla tanıdım. Kendisini de bir iki kez eniştem C.E.’ün yanında görmüştüm. Hasan isimli arkadaş benim esrar maddesi içtiğimi de birkaç kez gördü, bana geldiğinde benzin parası olmadığını söyledi, bana para karşılığında bu esrar maddesini verebileceğini söyledi, bende esrar maddesi kullandığım için kabul ettim ve kendisine 160 ytl. Para verdim ve karşılığında iki adet poşete sarılı içerisinde 300 gram esrar maddesi olan poşeti aldım ve karşılığında 160 ytl para verdim ve evime koydum, içme ihtiyacım oldukça kendim bu esrar maddesini içtim. Ben tam olarak tartımını bilmiyorum. Bana Hasan bu esrar maddesini iki adet poşet içerisinde 300 gram olarak getirdiğini söyledi. Ben 3-5 kez içerisinde aldım ve içtim. Ben 5 aydır esrar maddesi içerim benim hakkımda atılı bulunan bu ihbarlar asılsızdır.”, 11.12.2007 günü sorguda; “Ben 5-6 aydır esrar maddesi kullanıyorum, tedavi olmak istiyorum. Ben esrar maddesi satmıyorum, satmak suçlamasını kabul etmiyorum. Olay tarihinde evimde polisler tarafından dedektör köpek tarafından arama yapıldı. 550 gram esrar maddesine el konuldu, bu esrar maddesini içmek için evimde bulunduruyordum”,

Mahkemede ise; “6-7 ay öncesi çocuğum hastalanınca bunun verdiği sıkıntı sebebiyle esrar kullanmaya başladım, iş dönüşleri ara sıra kullanıyorum, kullandığım esrarı Kuruçay semtinde oturanlardan temin ediyordum, olay öncesi içeceğim esrar maddesini kırmızı otosu olan H. isimli bir şahıstan 160 YTL’ye satın aldım, bildirdiğim adresteki evde çocuklarım da olduğu için çocuklarımın eline geçmesini önlemek için 2.kat-ta bulunan odun kulübesine koydum, olay günü aramaya gelen polisler odun kulübesinde esrar maddesini buldular, 2. kattaki odun kulübesinde bulunan esrar maddesi bana aittir, içecektim, ben esrar satıcısı değilim, ne alıcı kılığına giren polis memuruna ne de (x) elemanına esrar maddesi satmadım” şeklinde savunmada bulunmuştur.

Uyuşmazlıkla ilgili yasal düzenlemeler incelendiğinde;

5237 Sayılı TCK’nın “Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde İmal ve Ticareti” başlıklı 188.maddesinin 3. ve 4.fıkraları; “(3) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, beş yıldan onbeş yıla kadar hapis ve yirmi-bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.

(4) Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır” biçiminde olup, anılan madde gerekçesinde de vurgulandığı gibi 3. fıkrada, uyuşturucu ve uyarıcı madde ticaretine dair çeşitli fiiller, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Buna göre; uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satışı, satışa arzı, başkalarına verilmesi, nakli, depolanması ya da kazanç amacıyla satın alınması, kabul edilmesi veya bulundurulması, bir ve 2. fıkralara göre ayrı bir suç oluşturmaktadır.

Aynı Kanun’un “Kullanmak İçin Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Satın Almak, Kabul Etmek veya Bulundurmak” başlıklı 191. maddesinin 1.fıkrası ise; “(1) Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi, bir yıldan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.” Şeklinde düzenlenmiş olup, gerekçesinde de belirtildiği üzere, madde metninde, izlenen suç politikası gereği olarak, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak değil, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak fiilleri suç olarak tanımlanmıştır.

Uyuşturucu madde bulundurma eyleminin, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu mu, yoksa uyuşturucu madde ticareti suçunu mu oluşturduğunun tespitinde belirgin rol oynayan husus, bulundurmanın amacıdır. Ceza Genel Kurulu’nun 15.06.2004 gün ve 107-136 sayılı kararında da belirtildiği üzere, uyuşturucu madde bulundurmanın, kullanma maksadına matuf olduğunun belirlenmesinde dikkate alınması gereken ve öğretiyle uygulamada da kabul görmüş olan bazı kriterler bulunmaktadır.

Bunlardan ilki, failin bulundurduğu uyuşturucu maddeyi başkasına satma, devir veya tedarik etmek hususunda herhangi bir davranış içine girdiğinin tespit edilememesidir.

İkinci kriter, bulundurulan yer ve bulunduruluş biçimidir; kişisel kullanım için uyuşturucu madde bulunduran kimse, bunu her zaman kolaylıkla erişebileceği bir yerde, örneğin genellikle evinde veya işyerinde bulundurmaktadır. Uyuşturucunun çok sayıda özenli olarak hazırlanmış küçük paketçikler halinde olması, her paketçiğin içine hassas biçimde yapılan tartım sonucu aynı miktarda uyuşturucu madde konulmuş olması, uyuşturucu maddenin ele geçirildiği yerde veya yakınında, hassas terazi ve paketlemede kullanılan ambalaj malzemelerinin bulunması, kullanım dışında bir amaçla bulundurulduğu hususunda önemli bir belirtidir.

Üçüncü kriter de, bulundurulan miktardır. Kişisel kullanım için kabul edilebilecek miktar, kişinin fiziksel ve ruhsal yapısıyla uyuşturucu veya uyarıcı maddenin niteliğine, cinsine ve kalitesine göre değişiklik göstermekle birlikte, Adli Tıp Kurumunun mütalaalarında esrar kullananların her defasında 1-1,5 gram olmak üzere günde üç kez esrar tüketebildikleri bildirilmektedir. Esrar kullanma alışkanlığı olanların bunları göz önüne alarak, birkaç aylık ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda esrar maddesini ihtiyaten yanlarında veya ulaşabilecekleri bir yerde bulundu-rabildikleri de adli dosyalara yansıyan bilinen bir husustur. Buna göre, esrar kullanan faillerin olağan sayılan bu süre içinde kişisel olarak kullanıp tüketebilecekleri miktarın üzerinde esrar maddesi bulundurmaları halinde, bulundurmanın kişisel kullanım amacına yönelik olmadığı kabul edilmelidir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Evinde yapılan arama sonucunda ele geçen uyuşturucu madde dışında, sanığın uyuşturucu maddeyi sattığı yolunda başka bir kanıtın elde edilememesi, Adli Tıp Kurumu’nun mütalaalarında belirtilen günlük kullanım miktarı dikkate alındığında, bilirkişi, raporunda belirtilen 276 gramlık uyuşturucu madde miktarının iki aylık kişisel kullanım sınırları içinde olması, sanığın tüm aşamalarda evinde bulunan uyuşturucu maddeyi satmak için değil, kullanmak için bulundurduğu yönündeki aksi kanıtlanamayan savunmaları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediği kuşku boyutunda kalmaktadır.

Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan “in dubio pro reo” yani “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesi uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesidir.

Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılmamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz.

Ceza mahkumiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan ihtimali kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkumiyet, büyük ve küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilebilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır.

Bu nedenle, yerel mahkemece, sübuta eren eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kesin bir kanaat vermekten uzak kanıtlara dayanılarak, sanığın uyuşturucu madde ticareti suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi suretiyle suç niteliğinin hatalı belirlenmesi isabetsizdir.

Bu itibarla, Özel Daire bozma kararı yerinde olup, yerel mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA karar verilmelidir.

Bununla birlikte Yerel Mahkeme Özel Dairenin 2 numaralı bozma nedenlerine uymuş ise de, direnme hükmünün bozulmuş olması sebebiyle yerel mahkemece bozma doğrultusunda yeni bir hüküm kurulacağından artık bu husus yönünden hükmün incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmesinde bir yarar bulunmamaktadır.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Genel Kurul üyesi ise; isabetli olan yerel mahkeme hükmünün onanması gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

SONUÇ

Açıklanan nedenlerle;

1-İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 27.07.2009 gün 253-286 sayılı direnme hükmünün suç niteliğinin hatalı belirlenmesi isabetsizliğinden (BOZULMASINA),

2-Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına (TEVDİİNE), yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme uygun olarak oy çokluğuyla karar verildi.

Dolandırıcılık, Başkasının Yeşil Kartını Kullanma Suçun Oluşmadığı, Beraat

T.C.
YARGITAY
15. CEZA DAİRESİ
ESAS NO. 2017/3790
KARAR NO. 2017/8745
KARAR TARİHİ. 5.4.2017

ÖZET: Başkasının yeşil kartını kullanarak sağlık hizmetinden faydalanmanın nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturmayacağı..… üzerinde herhangi bir tahrifat yapılmaksızın suçta kullanılan yeşil kartın başkasına ait olduğunun görevlilerce basit bir denetim sonucunda kolaylıkla tespit edilmesinin mümkün olduğu, sanıkların eyleminin aldatma özelliğinden yoksun olması sebebiyle hile boyutuna ulaşmadığı ve gebe takibi, doğum ve muayene işlemlerinin 5510 Sayılı Kanun kapsamında genel sağlık sigortası çerçevesinde ücrete tabi olmaksızın devlet tarafından karşılanacağı, bu sebeple kamunun herhangi bir zararı oluşmayacağı anlaşılmakla; sanıklara yüklenen nitelikli dolandırıcılık suçunun yasal unsurları itibariyle oluşmadığı

Sanıkların nitelikli dolandırıcılık suçundan beraatlarına dair hükümler, o yer Cumhuriyet Savcısı ve katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;

KARAR

Sanık …’ın sanıklardan …’ın eşi olduğu, sanık …’nın,….. Kaymakamlığı İdare Kurulu Bürosu tarafından kendisine sağlık hizmetlerinden faydalanması için tahsis edilen yeşil kart sağlık cüzdanını, eltisi olan diğer sanık …’a hamileliği sırasında kontrol ve muayenelerde kullanması amacıyla …’ın eşi … tarafından istenmesi üzerine verdiği, sanık …’ın …’a ait yeşil kart sağlık cüzdanı ile ……Hastanesinde 24/06/2011, 13/07/2011, 18/07/2011 ve 20/07/2011 tarihlerinde muayene olduğu ve 20/07/2011 tarihinde doğum yaptığı, sanıkların bu şekilde katılan … zarar uğratmak suretiyle atılı suçu işledikleri iddia edilen olayda;

Üzerinde herhangi bir tahrifat yapılmaksızın suçta kullanılan yeşil kartın başkasına ait olduğunun görevlilerce basit bir denetim sonucunda kolaylıkla tespit edilmesinin mümkün olduğu, sanıkların eyleminin aldatma özelliğinden yoksun olması sebebiyle hile boyutuna ulaşmadığı ve gebe takibi, doğum ve muayene işlemlerinin 5510 Sayılı Kanun kapsamında genel sağlık sigortası çerçevesinde ücrete tabi olmaksızın devlet tarafından karşılanacağı, bu sebeple kamunun herhangi bir zararı oluşmayacağı anlaşılmakla; sanıklara yüklenen nitelikli dolandırıcılık suçunun yasal unsurları itibariyle oluşmadığı gerekçesiyle verilen beraat hükümlerinde bir isabetsizlik görülmemiştir.

SONUÇ : Yapılan yargılama sonunda, yüklenen suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçe gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, o yer Cumhuriyet savcısı ve katılan vekilinin atılı suçun unsurlarının oluştuğuna dair temyiz itirazlarının reddiyle, beraate dair hükümlerin ONANMASINA, 05/04/2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Hakaret Davası

Hakaret Davası Nasıl Açılır?

Türk medeni kanunları her söz veya davranışın hararet olarak saymamakta ve bu anlamda da belirli durumları baz alarak işlem yapmaktadır. Özellikle hakaret davası açılımı için kişinin; şahsına, varlığına, şerefine, namusuna, kişiliğine yapılan hakaretler önem teşkil ederken aynı zamanda argo sözler de bu anlamda önem teşkil etmektedir. Bu durumların yanı sıra kişi eğer ki yapılan hakaret sonrası toplum gözünde küçük düşmüş ise ve kişi toplum tarafından başka şekilde bakılmaya başlanmış ise bu durumlarda hakaret davası açılması mümkün olmaktadır. Bu anlamda hakaret davası açılması için kişiye yapılan hakaretlerde dava açmalarda etkili olan durumlar ise;

  • Kişiye hakaret ederken; hayvan, aptal, geri zekalı gibi aşağılayıcı sözler söylenmesi
  • Bir kişiye açıl olarak yada kapalı cümleler ile şeref yoksunu yada şerefsiz denmeye çalışılması
  • Birinin özür durumuna yönelik olarak o kişiye hakaret edilmesi
  • Kişi yapmadığı halde onu hırsız durumuna düşürmeye çalışılması ve bu durumun ispatlanması
  • Hakaret davası için sadece olması gerekmemektedir. Aynı zamanda eğer ki kişi video yada el hareketi ile veya sözlü yazılı olarak karşı tarafa hakaret etmiş veya bu şekilde bir durum söz konusu ise yine kişi hakaret davası açabilir.

Yani anlaşılacağı üzere ufak bir hareket veya durum bile kişinin hakaret davası açması için yeterli bir sebep olacaktır.

Hakaret Suçu Cezası Nedir

Eğer ki kişiye en başta yukarıda bahsettiğimiz durumlardan birinden yana açılmış olan bir dava varsa ve bu dava için mahkemeye çıkılacak ise bu durumda haksız olan taraf birçok şekilde cezaya çarptırılabilinmektedir. Bu anlamda Türk ceza kanunlarının maddesine göre haksız olan kişi 2 ay ile 2 yıl arasında bir ceza alabilir. Yine aynı şekilde bu durum para cezasına çevrilebiliniyor. Fakat bu durumda önem teşkil eden durumların başında ise hakaret eden kişinin statüsü ve hakaret boyutu olmaktadır. Bu durumları kısaca sıralamak gerekir ise;

  • Eğer ki bir memura görev sırasında hakaret edilmiş ise bu durumda hakaret eden kişi bir yıl gibi bir süre hapis cezası alabilir.
  • Eğer ki kişinin; rengine, ırkına, sosyal yaşantısına, dinine yönelik bir hakaret söz konusu ise o zaman hakaret eden kişinin alacağı ceza bir yıldan başlayarak açık ceza bulunmaktadır.
  • Eğer ki ceza açık olarak beyan edilmiş ise kişi en az altı ay ile bir yıl arasında bir cezaya çarptırılabiliniyor.
  • İnternet üzerinden yapılan hakaretler veya kişinin yüzüne karşı yapılan hakaretler eş değer kabul edilmekte ve bu durumda hakaret eden kişi 2 aydan başlayan cezalara tabi tutulmaktadır.
  • Kişinin yüzüne değil de hakareti arkasından yapmış ve kişi bu durumu başkasından duymuş ise en az üç şahit eşliğinde bunu dile getirmesi doğrultusunda mahkemece onay alacaktır.
  • Yine aynı şekilde kişiye el kol hareketi yaparak hakaret içerikli bir davranış söz konusu ise yine kişi hakaret davasından yargılamaya alınacaktır.
  • Eğer karşılıklı hakaret söz konusu ise kişi yarı yarıya ceza alacaktır.

Son dönemde günümüzde en çok hakaret davaları sosyal medya hesapları üzerinden yapılan hakaret içerikli video veya sözlerinden ötürü açılmaktadır. Bu davalarda kişi para cezası ile cezasını ödeyebilmektedir.

Hakaret Ceza Dava Dilekçesi Nasıl Yazılır?

Hakaret davası için yazılacak olan dilekçe hakaretin yapılmasından sonra 6 ay içinde cumhuriyet başsavcılığına başvurulması gerekmektedir. Dava dosyasına hakaret içeriği bulunan belgeleri bulundurmalı ve diğer evraklar ile birlikte sunmalısınız. Eğer ki siz değil de avukatınız bu iş ile alakalı olacak ise o zaman avukat vekaletnamesi olmalıdır. Bu durumda ise yapılması gereken baro pulu dosyada olmalı ve aynı zamanda vekalet ücreti ödenmiş olmalıdır. Baro pulunu bulmak için dosya baro odasına başvuru yaparak oradan almanız mümkün olmaktadır.

Hakaret Davası, Cumhuriyet Başsavcılığına ya da kollarına başvuruda bulunarak açılabilir. Hakaret Davası Nasıl Açılır? diye soracak olursanız hakaret davasını açabilmek için sesli, yazılı veya görüntülü bir hakaretin olması gerekmektedir. Hakaret davasının açılmasına neden olabilecek Hakaret Sözleri arasında ırkçılık, rencide edici sözler, siyasi söylemler ve buna benzer şeyler olabilir. Bu ve buna benzer şeyler kullanıldığı zaman Hakaret Suçu işlenmiş olunur. Bu durumda hakaret davası açma hakkınız bulunacaktır.

Hakaret Davası Nasıl Sonuçlanır? diye soranlar olabilir. Hakaret Davası Sonuçları iki farklı şekilde olmaktadır. Hakaret nedeniyle ceza davası  ya da tazminat davası uygulanır. Hakaret Davası Tazminat sonucunda davacı tarafa davalı tarafından para ödenmesi hükmedilir. Hakaret Davaları Cezaları sadece bununla da sınırlı kalmayabilir. Bazı özel durumlarda farklı cezalarda uygulanabilir. Sizde hakarete maruz kaldıysanız ve hakaret davası açacaksanız bu durumda neler yapmanız gerektiğini çok iyi bilmeniz gerekmektedir. Öncelikli olarak Hakaret Davası Dilekçe Örneği hakkında bilgi sahibi olmalı ve nelere ihtiyacınız olduğunu çok iyi bilmelisiniz.

Yargıtay Kararı –  Hakaret Davası

T.C. YARGITAY 4.Hukuk Dairesi Esas: 2015/3552 Karar: 2016/2005 Karar Tarihi: 18.02.2016

HAKARET TAZMİNAT DAVASI – TARAFLARIN SIFATLARI VE ARALARINDA YAŞANAN OLAYIN GELİŞİM BİÇİMİ DAVALININ CEZASINDAN İNDİRİM YAPILDIĞI – DAHA ALT DÜZEYDE MANEVİ TAZMİNATA HÜKMEDİLMESİ GEREĞİ – HÜKMÜN BOZULMASI

ÖZET: Tarafların sıfatları, aralarında yaşanan olayın gelişim biçimi, davalının cezasından indirim yapılmış olması, olay tarihi ve kanundaki ilkeler göz önüne alındığında; davacı lehine takdir edilen manevi tazminat fazladır, daha alt düzeyde manevi tazminata hükmedilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir.

T.C. YARGITAY  4.Ceza Dairesi Esas: 2014/47934 Karar: 2015/27191 Karar Tarihi: 16.04.2015

HAKARET CEZA DAVASI -HAKARET VE TEHDİT SUÇLARI – YAZILARIN İÇERİĞİ İNCELENDİĞİNDE TARAFLARIN ÖZEL HAYATINI İLGİLENDİREN SÖVME VE TEHDİT NİTELİĞİNDE SÖZLER OLDUĞU – MESAJLARIN HERKESİN ULAŞAMAYACAĞI KİŞİSEL HESABA GÖNDERİLDİĞİ – KANUN YARARINA BOZMANIN REDDİ

ÖZET: Suça konu yazıların içeriği incelendiğinde tarafların özel hayatını ilgilendiren sövme ve tehdit niteliğinde sözler olduğu, başka bir deyişle sosyal veya siyasal sorunlarla ilgili güncel veya devam eden kamusal tartışmalara katkı niteliğinde fikir açıklamaları olmadığı, ayrıca mesajların genele açık olarak değil, herkesin ulaşamayacağı kişisel hesaba gönderilmesi nedeniyle kitle iletişimine uygun olmadığı görülmektedir.

T.C. YARGITAY 4.Hukuk Dairesi Esas: 2015/1568 Karar: 2016/421 Karar Tarihi: 14.01.2016

HAKARET – MANEVİ TAZMİNAT DAVASI – DAVALININ DAVACIYA HAKARET ETTİĞİ TARAF ANLATIMLARI TANIK BEYANLARI VE CEZA DOSYASI İLE SABİT OLDUĞU – UYGUN MİKTAR MANEVİ TAZMİNATA HÜKMEDİLMESİ GEREKİRKEN İSTEMİN TÜMDEN REDDİNE KARAR VERİLMESİNİN İSABETSİZLİĞİ

ÖZET: Davaya konu edilen olay incelendiğinde, davalının davacıya hakaret ettiği taraf anlatımları, tanık beyanları ve ceza dosyası ile sabittir. Bu durum davacının kişilik haklarına saldırı niteliğindedir. Mahkemece uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken istemin tümden reddine karar verilmesi doğru görülmemiş ve bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.