Güncel İçtihatlar, Yargıtay Kararları, Danıştay Kararları

Özel okul öğretmeni YİBGK 2017/1 2018/2 23.02.2018 tarihli kararı sonrası içtihat Belirli iş sözleşmesi olsa da, kıdem tazminatı alabileceği

YARGITAY 9.HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2015/25141
Karar Numarası: 2018/19963
Karar Tarihi: 07.11.2018


Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının davalıya ait eğitim kurumunda coğrafya öğretmeni olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin işveren tarafından herhangi bir haklı neden gösterilmeksizin feshedildiğini, ancak kıdem tazminatının ödenmediğini, ayrıca davacının çalıştığı süre boyunca ücretlerinin eksik ödendiğini, 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunun 9. maddesi gereğince davacıya dengi resmi okullarda ödenen aylık ile sosyal yardım kapsamındaki ek ödeme tutarlarından az ücret verilemeyeceğini belirterek davanın kabulünü istemiştir.
B)Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının belirli süreli iş sözleşmesi ile coğrafya öğretmeni olarak çalıştığını bu nedenle kıdem tazminatı talebinin reddedilmesi gerektiğini, maaş ödemelerinin ise banka hesabına tam ve eksiksiz olarak yatırıldığını, ödenmemiş işçilik alacağı bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
C) İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:
İlk derece mahkemesince, akdin feshi konusunda ispat yükünün işveren davalıya ait olduğunu, işverenin akdin kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanılmayacak şekilde sona erdiğini ispatla yükümlü olduğunu, 5580 sayılı kanun gereği taraflar arasında her yıl yapılan sözleşmeler belirli süreli olma özelliğini korumakta ise de davacının kıdem tazminatına hak kazandığını, ücretin tam ve zamanında ödendiğinin ispat yükünün işverende olduğunu, tanıklarca ücretin banka kanalı ile ödendiğinin belirtildiğini, banka kayıtlarına göre davacının ödenmemiş ücret alacağının bulunmadığı gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar vermiştir.
D) Temyiz:
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Davacı davalı iş yerinde 01.07.2011-01.09.2011 tarihleri arasında çalışmış olup, davacının çalıştığı tarihler arasında yürürlükte bulunan 5580 sayılı Yasa’ nın 9. maddesinin 6528 sayılı Yasa’ nın 14. maddesi ile01.03.2014 tarihi itibarı ile yürürlükten kaldırılan 2. fıkrası ” Okullarda yöneticilik ve eğitim-öğretim hizmeti yapanlara, kıdemlerine göre (emekliler hariç) dengi resmî okullarda ödenen aylık ile sosyal yardım kapsamındaki ek ödeme tutarlarından az ücret verilemez. ” hükmünü içermektedir. Buna göre davacının ücreti dengi resmi okullarda ödenen aylık ile sosyal yardım kapsamındaki ek ödeme tutarından az olamayacağından davacının ücretinin emsal resmi kurumlarda çalışan öğretmenin aldığı ücret olarak kabulü ile bilirkişi raporunun ilgili seçeneği bir değerlendirmeye tabi tutularak davaya konu kıdem tazminatı ve ücret farkı belirlenip, her iki talebinde kabulüne karar verilmelidir. Davacının çalıştığı dönemde yürürlükte olan 5580 sayılı Yasa’ nın 9. maddesinin mülga 2. fıkrasının gözden kaçırılması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
F)SONUÇ:
Temyiz olunan kararın yukarda yazılı sebepden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 07/11/2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

UYUŞTURUCU TİCARETİ SUÇUNUN İSPATI İÇİN BİRDEN FAZLA ALIM YAPILMASI ,ZİNCİRLEME SUÇU OLUŞTURMAZ

T.C 
YARGITAY 
CEZA GENEL KURULU
ESAS NO: 2015/ 10-313 
KARAR NO: 2015 / 195 
KARAR TARİHİ: 09.06.2015

>>UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ SUÇU – ADLİ KOLLUK GÖREVLİLERİNİN İKİNCİ KEZ ALDIKLARI UYUŞTURUCU MADDEYİ SANIKLARIN İLK SATIŞTAN SONRA TEMİN ETTİKLERİNE DAİR DELİL BULUNMADIĞI – SANIKLARDAN SONRAKİ ALIMLARIN AYRI SUÇ OLUŞTURDUĞUNUN KABULÜNÜN MÜMKÜN OLMADIĞI

(AİHS m. 6) (2709 S. K. m. 2) (5237 S. K. m. 43, 52, 53, 54, 58, 62, 63, 188) (5271 S. K. m. 139, 308) (765 S. K. m. 80)

ÖZET: Adli kolluk görevlilerince … tarihinde sanıklardan uyuşturucu madde satın alınması üzerine, sanıkların “satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma” suçu ve bu suça ilişkin deliller tamamen ortaya çıkmıştır. Adli kolluk görevlilerinin ikinci kez aldıkları uyuşturucu maddeyi, sanıkların ilk satıştan sonra temin ettiklerine ilişkin bir delil de bulunmamaktadır. Olayda adli kolluk görevlileri ile sanıklar arasında gerçek anlamda bir alım satım söz konusu bulunmadığından ve adli kolluk görevlilerince sanıklardan yapılan ilk alımlarla sanıkların “satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma” suçuna ilişkin olarak delillendirme işlemi yapıldığından, sanıklardan yapılan sonraki alımların kapsamında ayrı suç oluşturduğunun kabulü mümkün değildir.

Dava ve Karar: Uyuşturucu madde ticareti suçundan sanıkların TCK’nun 188/3, 62/1, 52/2, 52/4, 53/1, 54/1 ve 63/1. maddeleri gereğince dört yıl iki ay hapis ve 1.000 TL adli para cezası ile mahkûmiyetlerine, para cezalarının taksitlendirilmesine, hak yoksunluğuna, mahsuba, sanık M.. S..’in hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin, Tekirdağ 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 09.05.2014 gün ve 70-121 sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı ve sanık B. müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 19.12.2014 gün ve 9846-13734 sayı ile;

“Yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1- Gerekçeli karar başlığında suç tarihlerinin sanık M. yönünden 25.09.2013 ve 04.10.2013; sanık B. yönünden 03.10.2013 ve 08.10.2013 olarak yazılması yerine sanık ayrımı yapılmaksızın suç tarihlerinin tamamının gösterilmesi,

2- Sanık M.’in 25.09.2013 ve 04.10.2013 tarihlerinde madde, sanık B.’nin ise 03.10.2013 tarihinde madde ve 08.10.2013 tarihinde iki adet uyuşturucu nitelikli tableti alıcı görevlilere sattıklarının anlaşılması karşısında Ceza Genel Kurulunun 25.02.1997 tarih ve 268-22 sayılı kararında açıklandığı üzere; ‘sanığın alıcı rolündeki görevliye aynı suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda uyuşturucu madde satması eylemlerinde, alıcının amacı suçun oluşmasında ve sanığın iradesi üzerinde etkili bulunmaması sebebiyle birden fazla hareketinin zincirleme suç oluşturduğu dikkate alınarak cezalarının TCK’nın 43. maddesi uyarınca artırılması’ gerekirken, eylemlerinin bir bütün halinde tek suç oluşturduğu kabul edilerek eksik ceza tayini,

3- Adli Emanetin 2014/302 sırasına kayıtlı suç konusu herhangi bir uyuşturucu madde bulunmadığı gözetilmeksizin müsaderesine karar verilmesi” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 05.02.2015 gün ve 249117 sayı ile;

“TCK’nın 43. maddesinin uygulanmasına ilişkin yerel mahkemenin kabulü yerinde değildir. Gizli soruşturmacı, faaliyetlerini izlemekle görevlendirildiği örgüte ilişkin her türlü araştırmada bulunmak, bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili delilleri toplamakla yükümlüdür. Görevi, soruşturma konusu suçun işlenip işlenmediğini, işlenmiş ise işleyenin kim olduğunu belirlemek ve bu konudaki delilleri toplamaktır. Bu görevini yerine getirirken suç işleyemez, başkasını suç işlemeye azmettiremez. …

Somut olayda gizli soruşturmacılar sanık M.’den 25.09.2013, sanık B.’den 03.10.2013 tarihinde madde almaları sonucu sanıkların satmak için uyuşturucu ve uyarıcı madde bulundurma suçu belirlenmiş ve delili elde edilmiştir. Sanık M.’den 04.10.2013, B.’den 08.10.2013 tarihlerinde tekrar uyuşturucu madde satın almaları hem gereksiz, hem de görevleri kapsamında değildir. Öte yandan gizli soruşturmacının amacı, uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak değil, suçu ve failini belirlemek, suçla ilgili delilleri elde etmekten ibarettir. Bir an gizli soruşturmacının örgütün yapılanmasını, hiyerarşik yapısını, devamlılığını ve organizasyonlarını tespite ilişkin delil elde etmek için çalışma sürdürdüğü varsayılsa bile, somut olayda bir örgütün olmadığı ve örgütten açılmış bir kamu davasının da bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, sanıkların suçları belirlenip delilleri elde edildikten sonra görevlilerin tekrar madde alması ayrıca suç oluşturmayacağından, zincirleme suç hükümleri uygulanarak sanıklara ceza verilmesi yerinde olmadığından bu konuda yerel mahkemenin uygulamasının hukuka uygun bulunduğu” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek, Özel Dairenin iki nolu bozma nedeninin ilamdan çıkarılması isteminde bulunmuştur.

CMK’nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 13.02.2015 gün ve 669-8715 sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçeyle karara bağlanmıştır.

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; uyuşturucu madde ticareti suçundan sanıklar hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının tespitine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığınca, uyuşturucu madde ticareti yaptıkları bilgisine ulaşılan sanıklar hakkında başlatılan soruşturma kapsamında sulh ceza hakimliğinden alınan karar doğrultusunda gizli soruşturmacı olarak görevlendirilen kamu görevlilerinin onbeş gün içinde sanıklardan aralıklarla altı kez net ağırlıkları dört gram olan uyuşturucu madde maddesi satın aldıkları anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığın esasına geçmeden önce, somut olayda sanıklardan uyuşturucu madde satın alan kolluk görevlilerinin statülerinin belirlenmesi gerekmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanununun “Gizli soruşturmacı görevlendirilmesi” başlıklı 139. maddesinin suç tarihinde yürürlükte bulunan hali;

“1) Soruşturma konusu suçun işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve başka surette delil elde edilememesi halinde, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı kararı ile kamu görevlileri gizli soruşturmacı olarak görevlendirilebilir.

2) Soruşturmacının kimliği değiştirilebilir. Bu kimlikle hukukî işlemler yapılabilir. Kimliğin oluşturulması ve devam ettirilmesi için zorunlu olması durumunda gerekli belgeler hazırlanabilir, değiştirilebilir ve kullanılabilir.

3) Soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin karar ve diğer belgeler ilgili Cumhuriyet Başsavcılığında muhafaza edilir. Soruşturmacının kimliği, görevinin sona ermesinden sonra da gizli tutulur.

4) Soruşturmacı, faaliyetlerini izlemekle görevlendirildiği örgüte ilişkin her türlü araştırmada bulunmak ve bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili delilleri toplamakla yükümlüdür.

5) Soruşturmacı, görevini yerine getirirken suç işleyemez ve görevlendirildiği örgütün işlemekte olduğu suçlardan sorumlu tutulamaz.

6) Soruşturmacı görevlendirilmesi suretiyle elde edilen kişisel bilgiler, görevlendirildiği ceza soruşturması ve kovuşturması dışında kullanılamaz.

7) Bu madde hükümleri ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:

a) Türk Ceza Kanununda yer alan;

1. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),

2. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),

3. Silahlı örgüt (madde 314) veya bu örgütlere silah sağlama (madde 315).

b) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.

c) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar” şeklindedir.

06.03.2014 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanunun 13. maddesi ile CMK’nun 139. maddesinin birinci fıkrası “soruşturma konusu suçun işlendiği hususunda somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması ve başka surette delil elde edilememesi hâlinde kamu görevlileri gizli soruşturmacı olarak görevlendirilebilir. Bu madde uyarınca yapılacak görevlendirmeye ağır ceza mahkemesince oy birliğiyle karar verilir. İtiraz üzerine bu tedbire karar verilebilmesi için de oybirliği aranır” şeklinde değiştirilmiş, altıncı fıkrasına ise “suçla bağlantılı olmayan kişisel bilgiler derhâl yok edilir” cümlesi eklenmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından kanuna eklenen madde gerekçesinde “Kışkırtıcı ajan kullanılmasının hukuk devleti ilkesi bakımından büyük sorunlar yaratması karşısında, batı ülkelerinde giderek artan ve buna paralel olarak da toplum hayatında tamiri kabil olmayan yaralar açan organize suçlulukla mücadelede gizli soruşturma yapan bir görevliden yararlanma düşüncesi ortaya çıkmıştır. Gizli soruşturmacı, kışkırtıcı ajan değildir. Bunun kışkırtıcı ajandan en önemli farkı, gizli soruşturmacının hiç bir zaman azmettiren durumunda bulunamamasıdır.

Gizli soruşturmacı, görevi sırasında suç işlemeyecektir.

Gizli soruşturmacının, içine girdiği örgüt içerisinde uzun süre kalabilmesi, onun ‘uydurma kimlik’ sahibi olması ve bu kimlik altında bazı işlemlerde bulunabilmesine de bağlıdır.

Karşılaştırmalı hukukta, bu tedbirler vasıtasıyla bireyin temel hak ve özgürlüklerine ağır biçimde müdahale edilmesi nedeniyle, tedbire karar verme yetkisi konusunda özel yetki kuralları öngörülmüştür” denilmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinin (ç) bendinde gizli soruşturmacının; “gerektiğinde örgüt içine sızmak, gözetlemek, izlemek, örgüte ilişkin her türlü araştırmada bulunmak ve örgütün işlediği suçlarla ilgili iz, eser, emare ve delilleri toplamak ve muhafaza altına almakla görevlendirilen kamu görevlisini” ifade ettiği belirtilmiştir.

CMK’nun 139. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları ile Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 4. maddesinin (ç) bendi içeriği birlikte değerlendirildiğinde gizli soruşturmacının sadece CMK’nun 139. maddesinin yedinci fıkrasında belirtilen suçların, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmeleri şartıyla görevlendirilebileceği kabul edilmelidir. Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmeyen suçlar için gizli soruşturmacı görevlendirilemez.

Nitekim öğretideki hakim görüş de CMK’nun 139/7. maddesinde belirtilen suçların ancak bir örgüt faaliyeti kapsamında işlenmesi halinde gizli soruşturmacı kullanılabileceği yönündedir. (Necati Meran, İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Takibin Hukuki Boyutu, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, 2. Bası, s. 362-364; Ersan Şen, Türk Hukukunda Telefon Dinleme-Gizli Soruşturmacı-X Muhbir, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2013, 6. Bası, s. 236; Bahri Öztürk-Behiye Eker Kazancı-Sesim Soyer Güleç, Ceza Muhakemesi Hukukunda Koruma Tedbirleri, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2013, 1. Bası, s. 244; Veli Özer Özbek, Türk Hukukunda Gizli Soruşturmacının Ceza Sorumluluğu, Ceza Hukuku ve Kriminoloji Dergisi, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, Cilt. 2, Sayı.1-2, s. 147-148)

Ancak kolluk görevlisinin 5271 sayılı CMK’nun 160 ve devamı maddeleri uyarınca Cumhuriyet savcısının emri doğrultusunda ve genel yetkileri ile görevleri kapsamında, suç ve failini belirlemek ve suçla ilgili delil toplamak için alıcı rolüne girerek, suça azmettirmeden veya teşvik etmeden şüpheliden uyuşturucu madde satın alması mümkündür.

Bu durumlarda adli kolluk görevlisinin CMK’nun 139. maddesi gereğince değil, aynı kanunun 160 ve devamı maddeleri uyarınca görevlendirilmesi yeterlidir.(Yener Ünver- Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku Ders Kitabı, 9. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, s. 474,)

Gizli görevlinin işlenen veya işlenmek üzere olan suçu ortaya çıkarabilmek amacıyla şüpheliyle temas kurup suçüstü yakalanmalarını sağlaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun bulunmuştur. (AİHM Ludi/İsviçre, 15.06.1992 gün ve 12433/1986 sayılı kararı) Ancak görevlinin suç işlemeye niyeti olmayan kişileri suç işlemeye teşvik ve azmettirmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ihlali olarak kabul edilmiştir. (AİHM’nin Teixeira de Castro/Portekiz, 09.06.1998 gün ve 25829/94 sayılı kararı)

Somut olayda; sanıklara isnat olunan uyuşturucu madde ticareti suçunun bir örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmemiş olması nedeniyle, mahkemece 5271 sayılı CMK’nun 139. maddesi uyarınca “gizli soruşturmacı” görevlendirilmesine karar verilmesi isabetli olmayıp, alıcı rolüne girerek sanıklardan uyuşturucu madde satın alan görevlilerin gizli soruşturmacı değil “gizli soruşturma yapan adli kolluk görevlileri” olarak kabul edilmeleri gerekmektedir. Bu görevlilerin ancak suça azmettirmeden veya teşvik etmeden elde ettikleri deliller hukuka uygun olacaktır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununa hakim olan ilke gerçek içtimadır. Bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır” şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnalarına 5237 sayılı TCK’nun “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.

Zincirleme suç, 765 sayılı Kanunun 80. maddesinde; “Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır. Fakat bundan dolayı terettüp edecek ceza altıda birden yarıya kadar artırılır” şeklinde düzenlenmiştir. Buna karşın 5237 sayılı TCK’nun 43. maddesinin ilk fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır” biçiminde zincirleme suç hükümlerine yer verilmiş, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima kurumu hüküm altına alınmış, üçüncü fıkrasında ise; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, … ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz” düzenlemesi ile zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.

TCK’nun 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,

b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,

c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.

43/1. maddenin düzenlemesinden anlaşılacağı üzere zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hallerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli miktarda arttırılmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2. maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir” hükmü yer almakta olup, hukuk devleti; insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, bağımsız yargı denetimine açık olan devlettir. Yargı organları da yargılama yaparken hukuk devleti ilkelerine dolayısıyla anayasa ve kanunlara uygun olarak hareket etmelidirler.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin altıncı maddesinde hüküm altına alınan “adil yargılanma hakkı” kişilerin hukuk devleti kuralları içinde yargılanmasını öngörür. Bu kurala aykırılık, işlemin adil olmasını engeller.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen kararlarda da; ajan veya polis memurlarınca, uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna ilişkin olarak kişiyi suça azmettirme veya teşvik etme yoluyla elde edilen delillerin kullanılması “adil yargılama hakkının ihlali” olarak kabul edilmiştir. (Burak Hun/Türkiye, 15.12.2009 gün ve 17570/04; Sepil/Türkiye, 12.11.2013 gün ve 17711/07 sayılı kararları)

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

23.09.2013 tarihinde adli kolluk görevlilerince sanıklardan uyuşturucu madde satın alınmasından sonra, onbeş gün içerisinde toplam altı kez daha uyuşturucu satın alınmıştır.

Adli kolluk görevlilerinin amacı, uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak değil sanıkların bulundukları mahalde uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapan kişileri tespit ederek, bu suça ilişkin delilleri toplamak olup, aldıkları uyuşturucu maddeyi devralma ve mal edinme iradeleri bulunmadığından, somut olayda gerçek bir alım satım söz konusu olmayıp, gerçekleştirilen eylem sanıkların suçlarını delillendirme işlemidir.

Kolluk görevlilerince, öncelikle suç işlenmesinin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması, suç işlenmesinden sonra işlenmiş olan suçun tespit edilerek, bu konudaki delillerin toplanması ve suç işlediği belirlenen kişilerin başka bir suç işlemeye yönlendirilmeden yakalanıp adalet önüne çıkarılması gerekirken, şüphelilerin ceza sorumluluğunu arttıracak şekilde davranışlarda bulunmaları halinde gerek Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ikinci maddesinde düzenlenen “hukuk devleti” ilkesi, gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde hüküm altına alınan “adil yargılanma” hakkı ihlal edilmiş olacaktır.

Adli kolluk görevlilerince şüphelinin suç ortağı ya da ortaklarının olup olmadığı veya başka bir yerde gizlediği uyuşturucu veya uyarıcı madde bulunup bulunmadığını tespit etmek gibi nedenlerle, şüphelinin ilk alımdan sonra yakalanmayarak görevlilerce birden fazla alım yapılması durumunda da, esasen tek bir alım olayı ile şüphelinin satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma suçu ve bu suçun delilleri ortaya çıktığından, şüphelinin sonraki alımlara konu uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi önceki alımlardan sonra temin ettiğine ilişkin delil bulunmadığı ahvalde, satmak amacıyla uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmanın temadi ettiği kabul edilip, hareketin en ağırına göre ceza verilecek, birden fazla alım bulunduğundan bahisle TCK’nun 43. maddesi gereğince ayrıca zincirleme suç hükümleri uygulanmayacaktır.

Adli kolluk görevlilerince, 23.09.2013 tarihinde sanıklardan uyuşturucu madde satın alınması üzerine, sanıkların “satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma” suçu ve bu suça ilişkin deliller tamamen ortaya çıkmıştır. Adli kolluk görevlilerinin ikinci kez aldıkları uyuşturucu maddeyi, sanıkların ilk satıştan sonra temin ettiklerine ilişkin bir delil de bulunmamaktadır. Olayda adli kolluk görevlileri ile sanıklar arasında gerçek anlamda bir alım satım söz konusu bulunmadığından ve adli kolluk görevlilerince sanıklardan yapılan ilk alımlarla sanıkların “satmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma”suçuna ilişkin olarak delillendirme işlemi yapıldığından, sanıklardan yapılan sonraki alımların TCK’nun 43. maddesi kapsamında ayrı suç oluşturduğunun kabulü mümkün değildir.

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 28.04.2015 gün ve 848-136 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

Bu itibarla, sanıklar hakkında zincirleme suç hükümlerini uygulamayan mahalli mahkeme hükmünde bu yönüyle herhangi bir isabetsizlik bulunmadığından itirazın kabulüne, Özel Dairenin iki nolu bozma nedeninin ilamdan çıkarılmasına karar verilmelidir.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 19.12.2014 gün ve 9846-13734 sayılı ilamının iki nolu bozma nedeninin karardan ÇIKARILMASINA,

3- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 09.06.2015 tarihinde yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.

TAHLİYE TAAHHÜDÜNE DAİR YARGITAY KARARLARI

T.C. YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2015/5363
KARAR NO:2016/1143
KARAR TARİHİ:22.02.2016

YENİLENEN KİRA SÖZLEŞMESİ İLE VERİLEN TAHLİYE TAAHHÜTNAMESİ KİRA KONTRATI İLE AYNI TARİHİ TAŞISA DA GEÇERLİ OLACAĞI.

Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı itirazın iptali davasına dair karar, davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

Dava Tahliye taahhüdüne dayalı icra takibine yapılan itirazın iptali istemine ilişkindir.Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar arasında düzenlenen 6.5.2006 başlangıç tarihli ve 4 yıl süreli kira sözleşmesi konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Bu sözleşme devam ederken tarafların karşılıklı iradeleri ile 15.4.2009 tarihinde tanzim edildiği anlaşılan 1.7.2009 başlangıç tarihli ve 5 yıl süreli yeni bir kira sözleşmesi yapıldığı,bu sözleşmenin arka sayfasında düzenlenen tahliye taahhütnamesi ile sözleşmenin sonu olan 1.7.2014 tarihinde kayıtsız şartsız tahliye edileceği kiracı tarafından kabul ve taahhüt edilmiştir.

Yenilenen sözleşme ile birlikte verilen tahliye taahhütleri sözleşme ile aynı tarihi taşısa bile geçerli olarak kabul edilmektedir.Öte yandan sözleşme yapıldıktan sonra taraflar bir araya gelerek sözleşme sonunu belirlemeleri mümkündür bunu kısıtlayan her hangi bir yasa hükmü yoktur.

Bu durumda 14.5.2009 düzenleme tarihli ve 1.7.2014 tahliye tarihli tahliye taahhüdü ile 1.7.2009 başlangıç tarihli sözleşmenin düzenleme tarihi aynı tarihli olduğundan kira sözleşmesinin başlangıç tarihinin 1.7.2009 tarihi olarak yazılması bu sözleşmenin yenilendiği anlamına gelmez.14.5.2009 düzenleme ve 1.7.2014 tahliye tarihli tahliye taahhüdü geçerli olduğundan işin esasının incelenerek kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 22/02/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Tahliye Taahhüdünün Doktrindeki Geçerlilik Şartları

  • 1. Yazılı Şekilde Olması. (Mümkünse Noter Aracılığıyla)
  • 2. Tahliye Taahhütnamesi Bizzat veya Temsilci Tarafından Verilmiş Olmalıdır.
  • 3. Tahliye taahhüdünde tahliye için belirli bir tarihin belirtilmesi gerekmektedir.
  • 4. Tahliye Taahhüdü Serbest İradeyle Verilmelidir.
  • 5. Tahliye taahhüdünün kiralananın teslim edilmesinden sonra ve kira .sözleşmesindeki tarihten sonraki bir tarihe ilişkin olarak verilmesi .(Doktrin)

T.C.

YARGITAY

6. HUKUK DAİRESİ

E. 2008/11

K. 2008/2784

T. 11.3.2008

• KİRA SÖZLEŞMESİ ( Atılan İmza İmza Sahibi Kiracıyı Bağlayacağından Tahliye Taahhüdünü İçeren Belgedeki Tarihlerin Sonradan Doldurulduğu Yolundaki İtiraza İtibar Edilemeyeceği )

• TAHLİYE TAAHÜDÜ ( Kiracı Kiralananda Otururken Verdiği – Kira Sözleşmesine Atılan İmza İmza Sahibi Kiracıyı Bağlayacağından Tahliye Taahhüdünü İçeren Belgedeki Tarihlerin Sonradan Doldurulduğu Yolundaki İtiraza İtibar Edilemeyeceği )

• TAHLİYE TAAHÜDÜNE UYMA ZORUNLULUĞU ( Kira Sözleşmesine Atılan İmza İmza Sahibi Kiracıyı Bağlayacağından Tahliye Taahhüdünü İçeren Belgedeki Tarihlerin Sonradan Doldurulduğu Yolundaki İtiraza İtibar Edilemeyeceği )

• TARİHLERİN SONRADAN DOLDURULMASI ( Kira Sözleşmesine Atılan İmza İmza Sahibi Kiracıyı Bağlayacağından Tahliye Taahhüdünü İçeren Belgedeki Tarihlerin Sonradan Doldurulduğu Yolundaki İtiraza İtibar Edilemeyeceği )

6570/m.7/a

ÖZET : Kiracı ( taahhütnamenin kira sözleşmesinin tanzimi sırası da alındığını, tanzim tarihinin sonradan doldurulduğunu ) savunmuş ise de; imzası inkar edilmeyen taahhütnamede “halen icar ve işgali altındaki” davacıya ait dairede oturduğunu ve bu şekilde tahliye taahhüdünü kiralananda otururken verdiğini kabul etmiştir. Öte yandan atılan imza, imza sahibi kiracıya bağlayacağından tahliye taahhüdünü içeren bu belgedeki tarihlerin sonradan doldurulduğu yolundaki itiraza itibar edilemez. Taahhütnamedeki tanzim tarihinin boş olarak bırakılıp davacıya verildiğinin kabul edilmesi halinde dahi davalı kiracı bu şekilde davranışının sonucuna katlanmak zorundadır. Kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekir.

DAVA : Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı itirazın iptali-tahliye davasına dair karar davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Uyuşmazlık, tahliyetaahhüdü nedeniyle kiralananın tahliyesine yönelik olarak yapılan icra takibine itirazın iptali ve kiralananın tahliyesine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmesi üzerine hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili, dava dilekçesinde, davalının kiralananda 1.9.2003 başlangıç tarihli kira sözleşmesi ile kiracı olup 15.10.2003 tarihinde verdiği tahliye taahhüdüyle kiralananı 30.8.2005 tarihinde tahliye edeceğini taahhüt ettiğini, süresinde boşaltmaması üzerine hakkında yapılan icra takibine de tahliye taahhüdünün kira sözleşmesinin imzalandığı sırada verildiğinden geçersiz olduğunu ileri sürerek itiraz ettiğini, oysa sözleşme ve taahhüt tarihlerinin açık olduğunu, taahhütnamenin kira sözleşmesinden sonra ve kiralananda oturulurken verildiğini, davalının itirazını doğrular nitelikte bir belge sunamadığını belirterek, itirazın iptali ile davalının kiralanandan tahliyesini talep etmiştir. Davalı vekili, kira sözleşmesinin emlakçı tarafından hazırlandığını, kiralayan ve emlakçının şart koşması üzerine sırf kira sözleşmesi yapabilmek için davalının tahliyetaahhüdü imzalamak zorunda kaldığını, sözleşme ve taahhütnamenin aynı daktilo ile yazıldığını, taahhütnamedeki tanzim tarihinin sonradan eklendiğini, kira sözleşmesi ile birlikte ve davalının serbest iradesi dışında verildiğinden taahhütnamemin geçersiz olduğunu, üstelik davacının yeni dönem kira parasını ihtirazı kayıtsız alarak kira sözleşmesinin devamına rıza gösterdiğini belirterek, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

6570 sayılı Gayrimenkul Kiralan Hakkındaki Kanun’un 7/a maddesi ve yerleşen içtihatlara göre tahliye taahhütnamesi sebebiyle açılan davalarda tahliye kararı verilebilmesi için taahhütnamenin sözleşmenin yapılmasından sonra, kiralananda oturulurken serbest irade ile verilmesi gerekir.

Bu özellikleri taşımayan taahhüde dayanarak tahliye kararı verilmesi mümkün değildir.

Olayımıza gelince; icra takibinde ve davada dayanılan ve hükme esas alınan 1.9.2003 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesi konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davacı, davalı tarafından düzenlenen 15.10.2003 tanzim ve 30.8.2005 tahliye tarihli tahliye taahhütnamesine dayanarak 22.9.2005 tarihinde Bakırköy 2. İcra Müdürlüğü’nün 2005 / 5397 sayılı dosyası ile kiralananın tahliyesi için davalı hakkında icra takibi yapmıştır. İcra takibine yasal süresi içinde itiraz eden davalı, tahliye taahhütnamesinin sözleşme başlangıcında alındığından geçersiz olduğunu ileri sürmüş, bu itirazını yargılama sırasında da yinelemiştir. Davalı her ne kadar tahliye taahhüdünün kira sözleşmesi düzenlenmesi sırasında alındığını ve tanzim tarihinin sonradan doldurulduğunu savunmuş ise de, imzası inkar edilmeyen taahhütnamede “halen icar ve işgali altındaki” davacıya ait dairede oturduğunu ve bu şekilde tahliye taahhüdünü kiralananda otururken verdiğini kabul etmiştir. Öte yandan atılan imza, imza sahibi kiracıyı bağlayacağından tahliye taahhüdünü içeren bu belgedeki tarihlerin sonradan doldurulduğu yolundaki itiraza itibar edilemez. Taahhütnamedeki tanzim tarihinin boş olarak bırakılıp davacıya verildiğinin kabul edilmesi halinde dahi davalı kiracı bu şekildeki davranışının sonucuna katlanmak zorundadır. Tanzim tarihinin sonradan doldurulmuş olmasının sonuca etkisi bulunamamaktadır. Takip süresinde yapılıp dava açıldığına göre serbest irade ile kiralananda oturulurken verilen tahliye taahhüdünün geçerli olduğunun kabulüyle kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile HUMK’un 428. maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 11.03.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU

E. 1944/15

K. 1944/28

T. 4.10.1944

• TAHLİYE TAAHHÜDÜ ( İlk Kira Sözleşmesinin Yapıldığı Sırada Verilen )

• KİRA SÖZLEŞMESİ ( İlk Defa Yapılırken Verilen Tahliye Taahhüdünün Geçersiz Olması )

• KAMU DÜZENİNE AYKIRILIK ( İlk Kira Sözleşmesinin Yapıldığı Sırada Verilen TahliyeTaahhüdü )

• MİLLİ KORUNMA KANUNU ( Yürürlükte Olduğu Müddetçe Kiralananın Tahliye Edileceğine Dair Şart ve Taahhütlerin Muteber Olmadığı )

818/m.19,20 3780/m.30 6570/m.11 2004/m.275

ÖZET : İlk kira sözleşmesinin yapıldığı sırada verilen tahliyetaahhüdü geçerli değildir. İlk kira sözleşmelerine konulan tahliye taahhütleri, kira sözleşmelerinin, yasal olarak kendiliğinden uzamasını sağlayan hükmünü etkisiz duruma getirdiği için hukuka aykırı ve geçersizdir.

DAVA VE KARAR : Aktin bidayetinde taahhüt edilen tahliye şartının Milli Korunma Kanunu`nun otuzuncu maddesi muvacehesinde muteber olup olamayacağı hususunda Temyiz Üçüncü Dairesi`nin 28/9/1943 tarih ve 11185/9698 sayılı ve Ticaret Dairesi`nin 8/5/1943 tarih ve 863 /917 sayılı kararları`nı havi ilamları arasında hasıl olan tezat ve mübayenetin halli Birinci Reisliğin 22/4/1944 tarih ve 3/107 sayılı yazısıyla istenilmiş ve 944/20 numarada kayıtlı dosya da hadisenin aynı olmak itibariyle birleştirilmiş olmakla ihtilafın mevzuunu teşkil eden ilamlar teksir olunarak Umumi Heyet azasına tevzi edilmişti.

Müzakere için tayin olunan 27/9/1944 tarihine rastlayan Çarşamba günü saat 9.30`da toplanan Umumi Heyet Birinci Reis Halil Özyörük`ün başkanlığı altında müzakereye başlayarak ihtilafın esasını teşkil eden noktalar hulasaten Birinci Reis tarafından izah edildikten sonra söz alan :

O. Nuri Köni : Milli Korunma Kanunu`nun ana hatlarına muhaliftir. Böyle bir şart akte giremez. Milli Korunma Kanunu`nun müstecire verdiği bu hak, akit yapılmadan evvel bu şartı söyleme zamanı gelmemiştir. Bu intizamı ammeye taalluk eder. Hini akitte böyle bir şey söylemeye salahiyet yoktur. Hüküm mukaveleleri böyledir. Temyiz yapılmadan temyizden feragat muteber değildir. Ticaret Dairesi`nin kararı doğrudur.

Birinci Reis : Bir adam sayfiyeye gitmiştir. Diğeri de bu sayfiye müddetince evini kiraya vermiştir. Bu müddet zarfında icraya verirse tahliye ettiremez mi ?
O Nuri Köni : İstisnai ahvali kabul edebilirim ve ediyoruz.

Cevdet Baybura : Sayfiyelerde dört veya altı ay, meskenlerde bir sene olarak akit yapılır. Laakal onbeş gün evvel haber verecek ve tahliye edecek. Laakal kelimesine göre akitten bir saat sonra bunu yaparsa muteber midir ?

Bir akit tekemmül edip imza edildikten sonra altına bir şerh verilse, beş ay sonra tahliye edeceğim dese, aynı tarihte tarafların vaziyetine ve mecurun haline göre muvakkat bir konturato tanzim edilip bir ay sonra tahliye edeceğim dedikten sonra Milli Korunma Kanunu vardır, tahliye etmem diyebilir mi? Milli Korunma Kanunu zaruret için tedvin edilmiştir. Zaruret miktarında tatbik edilir.

Şefkati Özkutlu : İntizamı ammaden olan haklardan ibtidaen feragat edilemez. Muaddünlil istiğlal olan şeylerde kabul etmiyoruz. Milli Korunma Kanunu muteberdir. Hini akitte böyle bir şart konamaz.

Bazı hususi hallerde ancak mukavelede böyle şartlar varsa kabul ediyoruz. Mesela bir adam askere gidiyor. Gelince kendim dükkana gireceğim derse bu gibi haller muteberdir.

O.Nuri Köni : Burada umumi bir prensip koyacağız. Sayfiye gibi ve hususi bazı ahvale maksur işler için düşünülebilir. Hakim o hadiseye maksur olmak üzere bir hüküm verir, demeleriyle vaktin ademi müsaadesine binaen gelecek toplantıda müzakereye devam olunmak üzere talik kılınmıştır. 27/9/1944

İKİNCİ CELSE : 4/10/1944

Nisabı müzakere tahakkuk ettikten sonra evvelki müzakere ve hadise bir kere daha Birinci Reis tarafından izah edildikten sonra söz alan :
O Nuri Köni : Borçlar Kanunu`nun ondokuz ve yirminci maddeleri bazı şeylerin mukaveleye giremeyeceğini kabul etmiştir ve girmiş ise batıldır.Mesela dava etmeyeceğim diye bir kayıt koymuş ise muteber değildir. İhbar malik olduktan sonra kullanılan bir şeydir. Ötekinde bir tehdit vardır. Çünkü bu kaydı koymazsan vermem der. İntizamı amme mülahazasıyla vazıkanun bu Milli Korunma Kanunu`nun otuzuncu maddesini koymuştur. Filhakika mucirler biraz mutazzır olurlar, ne yapalım. Zararı ammı def için zararı hass tercih olunur.
Sayfiyeler bir zümrei hususiyeye aittir. Bunun için mahkemeler daha mülayim davranmaktadır. Temyiz bunu da yapabilir. Binaenaleyh beş on sayfiye için otuzuncu maddenin intizamı amme mülahazasıyla vazettiği esasları baltalayamaz. Ticaret ve İcra Daireleri Kararları doğrudur.

Şefkati Özkutlu : Otuzuncu maddenin amme hukukundan olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. Mukavele yaparken otuzuncu madde hükümlerinden istifade etmeyeceğim veya müddet biter bitmez tahliye edeceğim, diyor. Veyahut elinden bir kağıt alınıyor. Bu şekillere göre bu vakıalara göre hüküm çıkarmak lazımdır. Müstecir ikrar etse, bir tesir altında olmaksızın imza etmiştim, fakat şimdi işim bozuldu, çıkmayacağım, dese bu vaziyet ne olacak ve nasıl halledeceğiz ? İhbar Borçlar Kanunu`na göre mukavelenin şartlarından oluyor. Bence mucir, kanunun hilafına müstecire mukavele imza ettirmiş ve kanun hükmünü bertaraf etmek maksidiyle hareket etmiş ise bu mukavele muteber değildir. Muteber olmayınca da müstecir ilanıhaye oturur. Böyle olmayıp da esasen kiralık olmayan bir gayrimenkul, muayyen ve muvakkat bir zaman için kullanılmaya lüzum kalmaması dolayısıyla kiraya verilmiş ve bu muayyen müddetin hitamında tahliye olunmak şart edilmiş olduğu takdirde, bu şartı muteber saymak doğru olur. Bununla beraber böyle bir halde de kiracı şartın istinat ettiği sebeplerin asılsız ve kanun hükmünü bertaraf etmek maksadıyla uydurulmuş şeyler olduğunu her türlü delil ve karinelerle ispat ederek davayı def`i edebilir. Buna mani olacak hiçbir kanun hükmü yoktur.

Dördüncü Hukuk Reisi Fevzi Bozer : Milli Korunma Kanunu`nun otuzuncu maddesinde ne gibi sebeplerle, mecurun tahliyesi istenebileceği yazılıdır ( 2 ).
1 – Mesken zarureti,
2 – Müstecirin mukavele hükümlerine muhalif hareketi,
3 – Mukavele müddetinin hitamından en az onbeş gün evvel müstecirin mecuru tahliye edeceğini mucirine ihbar etmesi.

Burada üçüncü sebep, ihtilafa meydan vermiştir Muhterem arkadaşlardan bazıları şu fikirdedir : Madem ki otuzuncu maddede en az onbeş gün ihbar şartıyla mecurun tahliye edileceği kabul edilmiştir, mukavele yapılırken de hitamı müddette mecurun tahliyesi taahhüt edilebilir ve bu taahhüt muteberdir.

Fikrimce bu taahhüt muteber değildir. Çünkü Kanun`un ahkamı amiresine muhaliftir. Filvaki en az onbeş gün evvel ihbar şartıyla mecurun tahliyesi kabul edilmiştir. Fakat mukaveleye göre bu, mecurun tahliye edileceğini ihbar olmayıp, akit yapılırken mecurun tahliyesi hakkında bir şart dermeyanıdır. Bu şart müstecirin aleyhinedir ve otuzuncu maddenin amir ahkamına muhaliftir.

Bundan mucir hiçbir suretle mutazarrır olmaz. Çünkü mesken zarureti varsa ancak bu sebepten mucirin tahliye hakkı vardır Mesken zarureti yoksa mücerret bu şarta dayanarak tahliye isteyemez. Zira tahliye edilse mecur gene başkasına kiraya verilecektir. Kira bedeli 939 yılından fazla olamaz. Binaenaleyh mucirin tahliyede bir menfaatı yoktur. Mücerret müsteciri ızrar kastı vardır. Suiniyetle hareket eden mucirin kanunun himayesine mazhar olamayacağı ve şu suretle taahhüt ve şartın muteber olmadığı fikrindeyim.

Vehbi Yekebaş : Kanunen ihbar lazımdır. Mukaveleye koymak halinde aktin bir şartı mahiyeini iktisap eder. Halbuki icarenin, Korunma Kanunu mucibince temadisi akit şartlarına riayetle mukayettir. Burada ise akit şartı, hitamı müddette tahliye oluyor. Bu caiz değildir, zannederim. Buna zamimeten böyle bir şartın konması mucir hesabına doğruluktan ayrılmak değil midir ? Sayın Bay Şemsettin Temizer bu hususta bendenizi tenvir ederler mi ?

Üçüncü Hukuk Reisi Ş. Temizer : Bu işin birinci celsesindeki müzakeresinde bulunmamıştım. Muarız fikirde bulunanların tekrar eyledikleri mütalaalarını dinledim. Noktai nazarları bir kiracının kira mukavelesindeki yazılı müddetin bitmesinden evvel tahliye edeceğini mucirine bildirmesi keyfiyeti, daha doğrusu Milli Korunma Kanunu`nun otuzuncu maddesinde kira akitlerine dair bütün hükümlerin amme intizamı olduğunda toplanmakta ve mütalaalar da bunun üzerine yürütülmektedir.
Şu halde, amme intizamı nedir ve bu otuzuncu maddenin havi olduğu muhtelif hükümlerden hangisi amme intizamına taalluk ediyor, hangisi etmiyor ? Onu tetkik ve halledersek bu davayı kolayca halletmiş olacağız. Yüksek Heyetinizin ra`na malumudur ki tekevvünü, tekemmülü ve ikaı için tarafların arzu ve rızalarının kanunun çizdiği çerçeve dahilinde izhar edilmesi kanunen mecburi olan hukuki muamele ve münasebetler ve maddeler amme intizamına taalluk eder, bunun haricinde tarafların diledikleri gibi hareket edebilecekleri ve muhayyer oldukları hususlarda amme intizamı mefhumuna giremez.

Bu otuzuncu maddeyi tetkik ettiğimiz zaman görüyoruz ki, bu maddenin kira karşılığının 939 senesi kirasından fazla olamayacağı hakkındaki hükmü doğrudan doğruya amme intizamına taalluk eder. Kiralayan ile kiracı arasındaki kirayı rızaları ile 939 senesi kirasından fazlalaştırsalar dahi bunun hükmü yoktur. Fazlalığa taalluk eden kısım batıldır, amme intizamı için konan hükme mugayirdir. Bu tekevvün hakkındaki tarafların rızası amme intizamı için konan hükme mugayirdir. Gene bu madde mücerret kira müddetinin bitmesi sebebiyle mücirden tahliye istemek ve kiracıdan da çıkmak hakkını nez ediyor. Aktin bütün şartlarına kiralayanı ve kiracıyı riayet etmeye mecbur edecek kira müddetini tarafların rızası hilafına kanunun mer`iyet mevkiinden kalkmasından üç ay sonra kadar uzatıyor. İşte bu suretle kira müddetinin tarafların arzu ve ihtiyarları haricinde uzatılması hakkında ika olunan hüküm amme intizamıdır. Fakat kiracı yarı yolda ve hatta aralarındaki mukavelede yazılı müddetin bitmesinden evvel çıkacağını ve aktin bozulmasını teklif etse de kiralayan da bu teklifi kabul ederek akti feshetseler, bu fesih muteberdir. Çünkü otuzuncu madde bu suretle feshi aktin tekemmülünü hükümleri içine almamış ve amme intizamını buna teşmil etmemiştir.

Gene kanun kira müddetini yukarıda dediğim gibi tarafların arzu ve ihtiyarları haricinde olarak uzatmış olmasına rağmen, gerek kiralayanı ve gerekse kiracıyı korumak için diğerinin rızası olmasa dahi çıkarılacağı veya çıkarılabileceği hakkında hüküm koymuştur. Yani aralarındaki mukavelenamenin bitmesi şartıyla mesken mecburiyetinde kalan kiralayana tahliye ettirebilmek ve kira müddetinin bitmesinden en az onbeş gün evvel yazı ile bildirmek şartıyla da kiracıya çıkmak hak ve salahiyetini vermektedir. Bu hükmün dahi taraflara muhayyerlik verdiği için amme intizamı ile alakası yoktur. Yani mesken mecburiyetinde kalan kiralayan ve mukavele müddeti biten kiracı bu haklarını kullanıp kullanmamakta serbest bırakılmışlardır.

İşte otuzuncu maddenin hangi hükümleri intizamı amme ile alakalıdır, hangileri değildir ? Bu inceleme ile meydana çıkmış bulunduğundan muhterem muarızların mutlak olarak intizam ammeden bahsetmelerinde isabet görülemez. Binaenaleyh icrai aktini yaparken altı ay veya bir sene sonra kiraladığı haneye dönmek mecburiyetinde kalması belli olan kiralayanın ve bu durumu bilen kiracının kira mukavelenamesinde bu keyfiyeti yazmaları intizamı ammeyi neden ilgilendirsin ? Keza, kiracı kendisinin ancak bir sene için kira evine ihtiyacı lduğunu ve bir sene sonra evi değil, hatta evin bulunduğu memleketi bile terkedeceğini tekayyun ederek ve bunu da kiralayana bildirerek mukaveleye yazması ve bunu tarafların kabul ve imza etmesi neden intizamı ammeye halel getirsin ? Yüksek muarızlar yalnız amme intizamına muhaliftir deyip kesip atıyorlar. Mukaveleye bunun derci kimi ihbardır caiz olmaz, kimi şarttır caiz olmaz diye de birbirini cerhediyorlar.

Kiracının bu salahiyetini kulanmasına ister ihbar, ister şart, ister taahhüt densin hulasa ne denirse densin madem ki bu otuzuncu madde mesken mucburiyetinde müddetin hitamında kiralayana kiracısını çıkarmak ve gene kiracıya müddetin hitamından en az onbeş gün evvel yazı ile haber vermesi halinde evden çıkmak hakkını ve salahiyetini kullanmayı bahşetmiştir. Bu hakkını akit zamanında, istimaline mani nedir ? Müddetin hitamında kendileri için hasıl olacak lüzumu akti yaparken derk etmek suretiyle bunu mukaveleye dercetmeleri kanunen memnu olabilir mi ? Zaten en az on beş gün evvel kiracının yazı ile bildirmesini kabul etmiş değil mi ? Bunun en çoğu akit zamanına kadar dayanmaz mı ?

Sayın muarızlar, akitten bir kaç saat sonra kiracının yazı ile kiralayana bildirmesini kabul ediyorlar da bir kaç saat daha evvel vukubulan taahhüdü niçin kabul etmiyorlar ? Mütalaalarından bunu anlamak benim için kabil olamadı. En ziyade korktukları nokta kiracının mesken buhranı dolayısıyla kiralık ev bulmaktaki zarureti ve müzayakalı halinden ev sahibinin istifade ederek mükrehen bu taahhüdü icar akti zamanında kiracıya kabul ettirmiş olmasıdır. Böyle bir vaziyet varsa umum hükümler dairesinde bu rızanın kendi müzayakısandan istifade etmek isteyen mal sahibinin ibramından dolayı akte girdiğini kiracının ileri sürüp hükümsüzlüğünü iddia ve ispat etmek hakkı daima mevcuttur. Böyle bir taahhüdün mukaveleye dahi dercini caiz görmeyen muhterem dairelerin içtihadına vakıf olan mal sahipleri kirayı yaparken kiralayandan tarihsiz mektup almak suretiyle maksatlarına vasıl olmayı temine çalışıyorlar. Vaktiyle hilei şer`iye denilen hale pek benziyen bu içtihat, şimdi de bir hilei kanuniye meydana çıkarmaktadır. Hakkın muamelatını müşkülleştirecek hilekarane harekete revaç vermektense dürüst hareket ettirmeyi icap eden içtihada kuvvet verilmelidir.

Sayın Bay Vehbi`nin, böyle bir kaydın akit ve mukaveleye konması mucir hesabına doğruluktan ayrılmak olmaz mı sualine gelince, bu sualin cevabını yukarıki izahatımda bulmak kabildir. Eğer mucir için bir müddet sonra icar ettiği evi mesken olarak kullanmak mecburiyeti varsa ve mucirin bu mecburiyet ve zaruretini bilerek kiracı da hassaten mukavele müddetinin hitamında evi tahliye edeceğini taahhüt etmiş ise bu taahhüt de, Yüksek Heyetiniz`in içtihadı ile kabule şayan görüyorsa, neden mucir hesabına doğruluktan ayrılmak mevzuubahis olsun ? Eğer ev sahibi bu tarz beyanatı ile kiracısını iğfal etmiş, hayata düşürmüş veyahutta kiracısının müzayakalı ve zaruret halinden istifade ederek bu taahhüdü yaptırmış ise, kiracıyı umumi hükümlerimiz korumaktadır. Her akitte bu gibi ahval daima iddia olunabilir.

Bununla beraber Dördüncü Hukuk Dairesi Muhterem Reisi`nin beyanatından ve gerekse muhterem Nuri Bey`in izahatından anlaşılıyor ki, sayfiye olarak meskenin tamamını veya bir kısmını kiraya vermiş olanlar kiracılarına böyle bir taahhüdü kabul ettirip kira mukavelesine yazdırdıkları takdirde, bunun muteber olacağını kabul buyuruyorlar ve böylece kararlar verildiğini söylüyorlar. Şu halde birleşiyoruz, demektir. Ben de yukarıda dediğim gibi ev sahibi muvakkat bir memuriyetle, mesela bir sene sürecek bir iş için ailesiyle beraber başka diyara gitmek mecburiyetindedir. Evin bir sene boş kalması hem iktisadi ve hem muhafazası noktasından doğru değildir. Bunu bu şartla kiraya vermek istiyor ve kiracısına bu suretle kira akti için icapta bulunuyor. Kiracı da bu suretle icabı icarı kabul ediyor. Bunun sayfiye misalinden farkı nedir ? Neden muteber değildi ? Müstecire gelelim : evini kiralayıp bir senelik bir iş için başka diyara giden yukarıki misaldeki ev sahibi, tuttuğu evde ancak bir sene oturacağı ve ondan sonra tahliye edip memleketine avdet edeceği için bir sene müddetle tuttuğu evi bir ay sonra sene nihayetinde tahliye edeceğine yazı ile mucirine bildirmesiyle bu hak ve salahiyetini kira mukavelesinin tanziminde istimal ederek mukaveleye dercettirmesinden ne fark vardır, ne mahzur tasavvur olunur ?

Hulasa, her ne yandan bakılırsa bakılsın muhterem muarızların fikirleri, sözleri uzun uzadıya saydığım sebeplere dayanan kanaatımı tebdile sebep olmadı ve selameti de bu kanaatta bulmaktayım. Bir de denildi ki, otuzuncu madde kira müddetinin bitmesinden en az onbeş gün evvel yazı ile bildirirse ibaresinden behemahal bu hakkın akitten sonra istimal edilmesi icap etmekte ve bu kaydı kanuni tahliye taahhüdünün akitte de dercedilmesine mani bulunmaktadır. Bu istidlalde de fikrimce isabet yoktur. Çünkü vazıı kanunun akit zamanından sonra müstecir için mecurdan çıkmak zaruretinin hasıl olması hali ile akit zamanında kendisinin herhangi bir sebeple bir seneden fazla duramayacağı halini nazara alarak bu ibareyi kullandığı derkardır. Çünkü kanun, müddetin hitamından en az tabirini kullanmakla müstecirin bu hakkı hayırını da akit zamanından müddetin hitamına on beş gün kalıncaya kadar kullanabileceğini ve ondan sonra kullanması halinde mucirin muvafakatı olmadıkça mecuru tahliye edemeyeceğini ve tahliye ederse kanunun icabatına katlanacağını anlatmak istemektedir. Bu itibarla ( Bildirmek ) tabiri akit zamanında mucirine bildirmesine şamil değildir, buyurulması bilmem ne dereceye kadar doğrudur.

Hulasa, Dairemizin içtihadı meselenin amme intizamı ile alakası bulunmaması ve kanunun sarih ibaresi yönünden doğrudur.
Ticaret Reisi F. Hulusi Demirelli : Milli Korunma Kanunu`nun otuzuncu maddesinde tahliye davalarının dinlenmemesine ve kira müddetinin uzatılmış sayılmasına dair olarak kabul edilen hükümler Borçlar Kanunu`nun kiralanan şeyi müddetin sonunda tahliye ve iade hakkında kiracıya yüklemiş olduğu vecibeler bilindiği halde Borçlar Kanunu`nun bu hükümlerine buhran müddetince istisna teşkil etmek üzere tedvin edilmiştir. İcar ve isticar mukavelenamelerinin matbu maddelerinde ve mesela bunların 8 numaralısında eski Mecelle ve bugünkü Borçlar Kanunu`nun bu husustaki birbirine benzer hükümlerini teyit eder yollu münderiç bulunan şart ve tahahütler Milli Korunma kanununu`nun otuzuncu maddesi meri bulunduğu müddetçe hükümden düşürülmelidir. Bu başka türlü olamaz. Çünkü, hem o şart ve taahhütler, hem de otuzuncu madde hükmü bir arada yürüyemez. Mezkur maddede beyan edilen ihbar kiracı tarafından aktin icaplarından ve konturatodaki matbu veya hususi olarak yazılı tahliye taahhütlerinden başka bir mahiyettedir. Akit yapılırken taraflarca kararlaştırılarak koşulan şart ve yapılan taahhüt başka, akitten sonra kiralanan şeyin müddet hitamında tahliye edileceği yolunda kiracı tarafından ihtiyari olarak yapılacak ihbar başkadır. Bunlar birbirine karıştırılır ve akit sırasındaki şart ve taahhüt ihbar hükmünde tutulursa otuzuncu maddenin istihdaf ettiği maksat veya gaye baltalanmış ve onun koyduğu istisnai ve amir hüküm bir çok halde, hususiyle yeni kiralama hadiselerinde tesirsiz bırakılmış olur.

Şefkati Özkutlu : Hadisemizde hiçbir vakit ikrah mevzuubahis olamaz.
Necati Ünlügil : Hadisede kanunda kullanılan “tabirleri” ihbar telakki etmeye
Birinci Reis : Akit serbestisi fert hürriyetidir. Akit serbestisini ihlal eden şeyler amme intizamiyle alakadar olmak lazımdır. İcar aktinde tarafların muayyen ve mutat olan hakları, hukuku mevzua ile mukayettir. Milli Korunma Kanunu hükümerine göre mucir, akti icare hitam bulunca çık diyemiyor. Ancak muayyen şartlarla mümkündür. Binaenaleyh bu aktin tahdidi intizamı ammedir. Müstecir için de ancak akit bitmeden asgari onbeş gün evvel ihbar etmek lüzumu nereye kadar uzatılabilir ?Hini akitte böyle bir taahhüdün makul ve mantıki bir esasa istinat edemiyeceği tabiidir. Şart ile ihbar arasında fark olmak lazımdır. Bu onbeş günün mutat ve muayyen bir zamanı vardır. Bunun ta aktin vukuu zamanına irca etmek doğru olamaz, demeleriyle neticede :

Milli Korunma Kanunu, hayat pahalılığını önlemek için vaz buyurulmuştur. Otuzuncu maddesi de gerek ev, gerek iş evi buhranına ve bunun neticesi olabilecek pahalılığa karşı düşünülüp tedvin olunmuştur. Şu halde Kanun`un bütün hükümleri gibi bu maddedeki hükümler de amme inzibatı mahazasından mülhem olmakla amir hükümlerdendir. Nitekim mezkur madde kiralama mukavelelerinde taraflarca kararlaştırılmış olan müddetleri mukavele hükümlerine kiracı tarafından riayet şartıyla uzatmış ve mukavele edilen müddetin hitamında mecuru mucire iade etmek lüzumuna dair olan Borçlar Kanunu hükümlerini yine bu şart dairesinde olmak üzere muvakkat bir zaman için bertaraf edip, Borçlar Kanunu`na ve kiracıların matbu konturatolarda açık ibare ile yazılı tahliye taahhhütlerine dayanan mucirlerin tahliye davalarının dinlenmesini menetmiştir. Maddenin, elbette tarafların rızasıyla aktin feshine müdahalesi yoktur ve olamaz. Fakat hadiselerde böyle tarafların rızasıyla fesih bahis değildir. Bahis mevzuu olan şey, maddenin sırf kiracı tarafından vukuubulacak tahliye ihbarının akit sırasında taraflarca kararlaştırılan bir şart şeklinde mukaveleye dercedilmesi halidir. Bir bakıma ihbar kiracı tarafından müddetin hitamından en az onbeş gün önce yapılması halinde tahliye lüzumu tahakkuk edeceğine göre, akit henüz yapılırken de böyle bir beyanın mukaveleye derci ayni neticeyi vermek lazım geleceği zannolunabilir. Fakat kanunun vazıının maksadı ve ihbar tabirinin mehfumu buna müsait değildir. Çünkü mukavele yapılırken yahut hadiselerimizde olduğu gibi kanun hükmünce kiracının böyle bir ihbarla müddetin uzaması hükümlerinden kurtulabilmesi kabul edilirse de akit sırasındaki tahliyetaahhüdü bu ihbarın makamına kaim tutulamaz. Malumdur ki, mukavele sırasında ihbar gibi şeyler adet değildir. mukaveleler ancak hüküm ve şartları ihtiva eder. Mukavele edilen müddetin kanun hükmünce uzamasını önceden önlemek maksadıyla mucirin kiracıya kabul ettireceği tahliyetaahhüdü de işte kanunun amir ve istisnai hükümleri hilafına olarak umumi hükümlerin ve mukavelenin tahliyeye müteallik hükümlerinin yürürlükte kalması şartından başka bir şey olamaz. Hadiselerin çoğunda kiracı, bu şartı bir mesken yahut sanat ve ticaret yeri bulmak ıztırarıyla kabul ve imza eder. Herhalde bu şart ve tahahhüt zikri geçen otuzuncu maddenin amir ve istisnai hükümlerine muhalefeti hasebiyle Borçlar Kanunu`nun ondokuzuncu maddesi gereğince batıldır, muteber tutulamaz. Maddede beyan edilen ihbar bu mahiyette olmayan ve akit yapıldıktan sonra kiracının kendiliğinden yapacağı yazılı beyandır. Kiracı mukavelenin hususi şartlar kısmında tahliye hakkındaki taahhüdünün ihbar sayılmasına rıza göstermiş olsa da bu taahhüt mucirin akte razı olmak için koştuğu bir şartı kabulden başka bir şey olamayacağı için bununla ihbar yapılmış sayılamayıp maddenin amir hükmüne muhalif bir şart ve taahhüt kabul edilmiş demek olur ki, Borçlar Kanunu`nun zikri geçen ondokuzuncu maddesi hükmünce o gibi taahhütlerin batıl addedilmesi lüzumunda şüphe edilemez. Buna benzer mukavele hükümlerini Milli Korunma Kanunu`nun zikri geçen otuzuncu maddesinde derpiş edilen ihbar kabilinden saymak bu sebeple caiz olmadığı gibi, aksine mütalaa etmek Kanun`un istihdaf ettiği gayeye de uygun düşmez.

SONUÇ : Yukarıda zikredilen sebep ve mütalaalara mebni mukavele edilen müddetin hitamında mecurun tahliye edileceğine dair kira mukavelelerine dercedilecek şart ve tahahütlerin Milli Korunma Kanunu yürürlükte kaldığı müddetçe muteber olmadığına 4/10/1944 tarihinde reylerin üçte ikisini geçen çoğunlukla karar verildi.

Türk Borçlar Kanunu’nnu 352/1 maddesi uyarınca geçerli bir yazılı tahliye taahhüdüne rağmen taahhüt edilen tarihte kiracı tarafından taşınmaz boşaltılmamış ise “…kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle sona erdirebilir”. Madde hükmü gereğince kira sözleşmesi konusunun kiracı tarafından taahhüt edilen tarihte boşaltılmaması halinde kiraya verene seçimlik bir hak tanınmıştır. Buna göre kiraya veren kiracı aleyhine icra takibine başlayabileceği gibi dava açma yolunu da tercih edebilecektir.

Kiracı tarafından geçerli bir tahliye taahhüdü gereğince taahhüt edilen tarihte taşınmazın boşaltılmaması halinde icra yolu tercih edilir ise kiraya verenin, taahhüt edilen tarihten itibaren 1 ay içerisinde kiracı aleyhine icra takibine başlaması gerekmektedir. İİK’nın 272. maddesi gereğince icra dairesi tarafından kiracıya taşınmazın 15 gün içerisinde tahliye ve teslimine ilişkin bir ödeme emri düzenlenecektir. İcra dairesi tarafından kiracıya gönderilen ödeme emrine karşı, kiracı tarafından 7 gün içerisinde itiraz edilebilir. Kiracı tarafından ödeme emrine itiraz edilir ise alacaklı kiraya veren tarafından icra hukuk mahkemesinde itirazın kaldırılması talep edilebileceği gibi genel mahkemelerde tahliye taahhüdüne istinaden tahliye davası da açılabilir. Kiracı tarafından süresi içerisinde ödeme emrine itiraz edilmez ya da itiraz reddedilir ise taşınmaz müddetin sonunda zorla tahliye edilerek kiraya verene teslim edilir. Tahliye taahhüdünün adi yazılı şekilde yapılmış olması yeterlidir. Tahliye taahhüdünün adi şekilde mi yoksa resmi şekilde mi yapılmış olduğu, kiraya veren tarafından kiracı aleyhine yapılan icra takibinde, kiracının ödeme emrine itiraz etmesi halinde izlenecek yol bakımından önemlidir. Tahliye taahhüdü resmi şekilde yapılmış ya da adi yazılı şekilde yapılmış tahliye taahhüdündeki imza inkar edilmemiş ise kiraya veren İİK’nın 275/2 maddesi gereğince icra hukuk mahkemesinde itirazın kaldırılmasını talep edebilecektir. Buna karşılık kiracı tarafından adi tahliye taahhüdündeki imza inkar edilmiş ise kiraya veren tarafından ancak sulh hukuk mahkemesinde tahliye davası açılabilecektir

Kiracı tarafından geçerli bir tahliye taahhüdüne istinaden taahhüt edilen tarihte taşınmazın boşaltılmaması halinde kiraya veren dava açılması yolunu tercih edecek olur ise taahhüt edilen tarihten itibaren 1 ay içerisinde sulh hukuk mahkemesinde tahliye davası açması gerekmektedir.

Türk Borçlar Kanunu’nun 353. maddesine göre “Kiraya veren, en geç davanın açılması için öngörülen sürede dava açacağını kiracıya yazılı olarak bildirmişse, dava açma süresi bir kira yılı için uzamış sayılır”. Türk Borçlar Kanunu’nun 352. maddesi gereğince kiracı tarafından taahhüt edilen tarihte taşınmazın boşaltılmaması halinde kiraya veren taahhüt edilen tarihten itibaren 1 aylık süre içerisinde dava açabilecektir. Bununla birlikte kiraya veren kiracı hakkında taahhüt edilen tarihten itibaren 1 aylık süre içerisinde icra takibinde bulunmuş ve kiracı tarafından imza inkarında bulunulmuş ise Türk Borçlar Kanunu’nun 353. maddesi gereğince kiraya veren tarafından yapılan icra takibi, yazılı bildirim niteliğinde olduğundan kiraya verenin dava açma süresinin bir kira yılı uzayacağı kabul edilmelidir. Ayrıca Türk Borçlar Kanunu’nun 353. maddesi gereğince kiraya verenin 1 aylık süre içerisinde kiracı hakkında yaptığı icra takibinin yanı sıra kiraya veren tarafından 1 aylık süre içerisinde yazılı olarak bildirimde bulunulması halinde de kiraya verenin dava açma süresi bir kira yılı uzayacaktır.

Kira sözleşmesi konusu taşınmazın üçüncü bir kişiye devri halinde taşınmazın mülkiyetini edinen üçüncü kişi kiraya verenin cüz’i halefi olduğu için, önceki kiraya veren ile kiracı arasında kararlaştırılan tahliye taahhüdüne istinaden kiracının tahliyesini talep edebilecektir.

Türk Borçlar Kanunu’nun 322. maddesi gereğince kiracı, kiraya verene zarar verecek bir değişikliğe yol açmamak koşuluyla, kiralananı tamamen veya kısmen başkasına kiraya verebileceği gibi, kullanım hakkını da başkasına devredebilir. Kiracı tarafından alt kira sözleşmesi ile taşınmazın üçüncü bir kişiye kiralanması halinde asıl kiraya veren tarafından ancak asıl kiracıya karşı tahliye taahhüdüne istinaden taşınmazın tahliyesi talep edilebilecektir. Bununla birlikte geçmişe etkili olarak kira ilişkisinin devri halinde ise kiraya veren tarafından eski kiracı tarafından verilen tahliye taahhüdüne istinaden yeni kiracının tahliyesi talep edilebilecektir. Birden fazla kiraya veren tarafından kiracı ile kira sözleşmesi yapılmışsa, kiraya verenler arasında mecburi dava arkadaşlığı bulunduğundan tüm kiraya verenlerin birlikte dava açması gerekecektir. Kiracı ile kiraya veren arasında geçerli bir şekilde tahliye taahhüdüne dair anlaşma yapıldıktan sonra kiraya verenin vefatı halinde, mirasçılar ile muris kiraya veren arasında külli halefiyet ilişkisi bulunduğundan mirasçılar tarafından kiracının tahliyesi talep edilebilecektir. Mirasçılar arasında elbirliği ile mülkiyet söz konusu olduğu için mirasçıların birlikte dava açması gerekecektir. Türk Borçlar Kanunu’nun 352. maddesi gereğince öngörülen 1 aylık süre içerisinde kiraya veren tarafından kiracının tahliyesi için icra takibi yapılmaz ya da tahliye davası açılmaz ise kiraya verenin kiralananın tahliyesi için yasal yollara başvurma hakkı düşmüş olacaktır. Bir başka ifade ile kanun koyucu tarafından öngörülen süre hak düşürücü bir süre olup, hâkim tarafından re’sen nazara alınması gerekmektedir.

T.C.

YARGITAY

8. HUKUK DAİRESİ

E. 2017/694

K. 2017/1353

T. 9.2.2017

DAVA : Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup hükmün davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

KARAR : Davacı vekili, davaya konu arsayı müvekkilinin satın aldığını, arsada….’e ait baz istasyonu bulunduğunu arsaya ait tapu kayıtlarında bu arsaya baz istasyonu kurulmasına veya bu şirkete kiraya verilmesine dair herhangi bir şerh bulunmadığını bir kira kontratı ibraz edilmediğini, … Genel Müdürlüğü’ne ihtar çekildiğini, ancak 30 gün geçmesine rağmen baz istasyonunun kaldırılmadığını, arsanın eski sahibi ile … Hizmet ve İşletmecilik A.Ş. arasında sözleşme yapıldığını ilgili şirkete ihtarnameler çekildiğini, ancak hiçbir cevap verilmediğini, kira bedellerini de ödemediğini ve gayrimenkulu tahliye etmediklerini, … 27. İcra Müdürlüğü’nün 2015/16700 Esas sayılı dosyası ile tahliye takibi başlatıldığın, tahliye emrine yapılan itirazın haksız olduğunu belirterek itirazın kaldırılmasını, tahliyeye kararı verilmesini istemiştir.

Davalı; kira sözleşmesinin 5 yıl süreyle imzalandığını, kira sözleşmesinin 6. maddesi uyarınca yasal süre içinde fesih ihbarı yapılmadığını, ilk kiranın 16/9/2009’da ödendiğini, ihtarnamelerin taraflarına tebliğ edilmediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerine göre, kira sözleşmesinde 5 yıllık süre dolmadan, 3 ay önce kiracıya tahliye ihtarı çekilmesi halinde, yeni malikin önceki malikle yapılan kira sözleşmesini feshederek kiracının tahliyesini talep edebileceği, 5 yıllık süre dolmadan, 3 ay önce davacı tarafından çekilmiş 3 adet tahliye ihtarı bulunduğu, kira sözleşmesinin 5. maddesine eklenen, kira başlangıç tarihinin ödemenin havale edildiği tarih olarak belirtilmesinin, taşınmazı satın alan iyi niyetli üçüncü kişiyi bağlamayacağı zira kira sözleşmesi tapuda şerh edilmediği gibi, satın alan malike de ödeme bilgileri ve kira sözleşmesi hakkında bilgi verilmediği ödemenin ne zaman ve ne şekilde yapıldığını bilmeyen yeni malikin ihtar süresinin tespitinde hukuken korunmasız hale düşebileceği gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiş, kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

Dava, kira sözleşmesinin süresinin bitimi sebebiyle başlatılan icra takibine vaki itirazın kaldırılması ve kiralananın tahliyesi istemine ilişkindir.

Davacı, 28/08/2009 tanzim tarihli yazılı kira sözleşmesine dayanarak 31/07/2015 tarihinde başlattığı icra takibinde davaya konu arsanın kira süresinin bitmesi sebebiyle tahliyesini istemiş, tahliye emri 05/08/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Borçlu süresinde verdiği itiraz dilekçesi ile; ilk kira bedelinin 16/09/2009 tarihinde havale edildiğini, kira sözleşmesinin 6. maddesi uyarınca, kira süresinin 16/09/2014 tarihinde sona erdiğini, icra takibinin yasal bir aylık sürede başlatılmadığını ve kira sözleşmesi, süresinin uzadığını, sözleşmede tahliye taahhüdünün yer almadığını, alacaklının gönderdiğini iddia ettiği ihtarnamelerin tebliğ alınmadığını belirterek tahliye emrine itiraz etmiştir.

Eski malik ile davalı arasında akdedilen 28/08/2009 tanzim tarihli kira sözleşmesinin (6/a.) maddesinde; kira sözleşmesinin başlangıç tarihinin, sözleşmenin 8/a maddesinde belirtilen kule, telçit, enerji nakil hattı ve diğer tesislerin montajının tamamlanmasından sonra ilk yıl kira bedelinin gönderildiği/havale edildiği tarih olduğu, 3. maddesinde; sürenin hitamından 6 ay evvel taraflardan herhangi biri akdi feshettiğini diğer tarafa münhasıran noter kanalıyla açık bir şekilde ihbar etmedikçe sözleşmenin aynı şartlar ile ve aynı süre için uzatılmış sayılacağı, bu sürenin hesabında fesih ihtarının karşı tarafa tebliğ edildiği tarihin esas alınacağı kararlaştırılmıştır. Davalı ilk havalenin 16/09/2009 tarihinde yapıldığını iddia etmektedir. Bu durumda kira sözleşmesinde kira başlangıç ve bitiş tarihinin açık ve net olmaması, fesih ihbar süresinin yer alması ve davalının itirazında belirttiği sebeplerle, kira süresinin sona erip ermediği hususu yargılamayı gerektirmektedir. Davanın bu nedenle, reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle kabulüne karar verilmesi doğru olmadığından bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün İİK’nun 366. ve 6100 Sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesinin yollamasıyla 1086 Sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca İİK’nun 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın temyiz edene iadesine, 09/02/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

8. HUKUK DAİRESİ

E. 2017/392

K. 2017/818

T. 30.1.2017

DAVA : Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup hükmün davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

KARAR : Davacı kiralayan tarafından, davalı kiracı hakkında tahliye taahhüdüne dayalı olarak başlatılmış olan icra takibi sebebiyle düzenlenen tahliye emrine davalı kiracının yasal süresinde itiraz etmesi üzerine, davacı İcra Mahkemesine başvurarak itirazın kaldırılması, takibin devamı ve tahliye isteminde bulunmuştur. Mahkemece itirazın kaldırılmasına ve kiralananın tahliyesine karar verilmiş; karar, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı 08.05.2015 tarihinde başlatmış olduğu icra takibi ile, 08.06.2013 tanzim ve 01.05.2015 tahliye tarihli adi yazılı belgeye dayanarak taşınmazın tahliyesini istemiştir. Davalı kiracı, süresi içinde yapmış olduğu itirazında, kira sözleşmesinin aslında tahliye taahhütnamesi ile aynı gün yapıldığını, ancak tahliye taahhütnamesini geçerli kılmak için baskı ile kira sözleşmesinin tarihinin daha önceki bir tarih olarak gösterildiğini belirterek, tahliye taahhüdündeki tarihe açıkça itiraz etmiştir.

İcra takibine dayanak oluşturan tahliye taahhüdü, noterlikçe tanzim veya tasdik edilmiş değildir. İİK.nun 275.maddesi ve 04.12.1957 tarih, 11/26 Sayılı İBK gereğince alacaklı, imzası ikrar olunsa bile tarihi inkar edilen tahliye taahhüdüne dayalı olarak itirazın kaldırılmasını isteyemeyeceğinden uyuşmazlığın halli yargılamayı gerektirir. Somut olayda, davalı kiracı tanzim tarihine karşı çıkmış olmakla, uyuşmazlığın yargılamayı gerektirdiği gözetilerek itirazın kaldırılması isteminin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde itirazın kaldırılması ve kiralananın tahliyesine karar verilmesi doğru değildir.

Karar bu sebeple bozulmalıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle kararın BOZULMASINA, taraflarca İİK’nun 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın istenmesi halinde temyiz edene iadesine 30.01.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

12. HUKUK DAİRESİ

E. 2016/32803

K. 2017/80

T. 5.1.2017

DAVA : Taraflar arasındaki dava sonucu mahkemece verilen hükmün Dairemizce bozulması üzerine, yukarıda tarih ve numarası yazılı direnme kararına dair dava dosyası, 02.12.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6763 Sayılı Kanun’un 45. maddesiyle 6100 Sayılı HMK’na eklenen geçici 4/1. madde uyarınca Dairemize gönderilmiş olmakla, Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

KARAR : Muris ile … arasında imzalanan kira sözleşmesine de dayalı olarak bir kısım mirasçı tarafından … aleyhine “yazılı sözleşme ile kiralanan taşınmazın kira süresinin bitmesi durumunda tahliye emri”ne dair takibe girişildiği, alacaklı tarafından takibin iptali istemiyle icra mahkemesine başvurulduğu, mahkemece, tahliye taahhüdü olmadan İİK.nun 272. maddesine göre takip başlatılmasının yasaya aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle istemin kabulüne karar verildiği, kararın temyizi üzerine, Dairemizce, takibin şekline göre alacaklının başvurusunun itiraz niteliğinde olup, İİK.nun 274. maddesine göre icra müdürlüğüne yapılması gerekirken başvurunun şikayet gibi değerlendirilip takibin iptali kararı verilmesinin doğru olmadığı belirtilerek mahkeme kararının bozulmasına hükmedildiği, mahkemenin ise ilk kararında direndiği görülmüştür.

TMK 640. maddesi gereğince, miras ortaklığı devam ederken mirasçıların terekeye dair bir hakla ilgili dava açmaları, takibe girişmeleri, hep birlikte hareket etmelerine bağlıdır. Bir başka deyişle bir kısım mirasçı yada mirasçıların, kendilerine vasiyet edilmiş olsa dahi, vasiyetin tenfizini sağlamadan, tereke kapsamında kalan hakka yönelik müstakilen dava açmaları veya icra takibine girişmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla, miras şirketi takip yapacak ise mirasçılar birlikte hareket etmek zorunda olduğundan mirasçılar arasında mecburi takip arkadaşlığı vardır. Bu husus kamu düzenine dair olup mahkemece re’sen nazara alınır.

O halde mahkemece, tüm mirasçıların takipte yer alması gerekirken (Ankara 5. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2014/278-505 E.K sayılı veraset ilamına göre, somut olayda) bunun gerçekleşmediğinden dolayı takip yapılması mümkün olmadığından takibin iptaline karar verilmesi gerektiğinden bahisle, Ankara 4. İcra Hukuk Mahkemesi’nin takibin iptaline dair 31/03/2015 tarihli 2015/123 Esas- 2015/228 Karar sayılı kararının sonucu doğru olduğundan onanması gerekirken Dairemizce bozulduğu anlaşılmakla, mahkeme kararının (sonucu itibariyle doğru olduğundan) onanmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : 1-) Dairemizin 22/12/2015 tarih ve 2015/22537 E.- 2015/32557 K. sayılı BOZMA kararının kaldırılmasına,

2-) Alacaklıların temyiz itirazlarının reddi ile sonucu doğru Ankara 4. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 31/03/2015 tarihli 2015/123 Esas – 2015/228 Karar sayılı mahkeme kararının İİK’nun 366 ve HUMK.nun 438. maddeleri uyarınca (ONANMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 05/01/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

6. HUKUK DAİRESİ

E. 2015/9980

K. 2016/5837

T. 1.12.2016

DAVA : Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı kiracılığın tespiti, menfi tespit ve isdirdat davasına dair karar, davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

KARAR : Dava, kiracılığın tespiti, menfi tespit ve paraya çevrilen teminat mektubu bedelinin istirdatı istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili; taraflar arasında 01/02/2013 tarihinde, iki ayrı kira sözleşmesi imzalandığını, davalı tarafından, sözleşmenin ….maddesine göre kira sözleşmesinin feshedildiğinin bildirildiğini, ayrıca müvekkilinden kira alacakları yanında cari yıl kira bedeli kadar tazminat talep edildiğini, teminat mektupları paraya çevrilerek 228.000 TL’nin tahsil edildiğini, tek taraflı feshin kanuna ve sözleşmeye aykırı olduğunu belirterek sözleşmenin feshine dair işlemin geçersiz olduğunun tespitine, cezai şart olarak talep edilen tazminat talebinin iptaline, paraya çevrilen teminat mektubu bedeli olan 228.000 TL.nin istirdadına karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili, davacının kira, elektrik, su ve doğalgaz bedellerini ödemediğini, bu sebeple işletmeciliği usulüne uygun yapmayan, ihtar ve uyarı tebliğlerine rağmen sözleşme taahhütlerini yerine getirmeyen davacı ile imzalanan kira sözleşmesi feshedilerek kesin teminatın irat kaydedildiğini, feshin haklı olduğunu beyanla davanın reddini savunmuştur.

Davacı ile davalı idare arasında, 2886 Sayılı Kanun hükümlerine göre düzenlenen 01/02/2013 başlangıç tarihli, üç yıl süreli kira sözleşmesi konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşmeye konu yer, kafeterya, mutfak ve yemekhane salonları, çay ocağı ve fotokopi alanı olarak kullanılmak üzere davacıya kiraya verilmiştir. Kira sözleşmesinin …/…. maddesinde “Bir yıl içinde daha önce ihtar çekilmiş olmasına rağmen ikinci kez kira ödemesinin gecikmesi halinde sözleşme iptal edilebilir.” ve …/…. maddesinde ” Kiracının fesih talebinde bulunması, kira dönemi sona ermeden faaliyetini durdurması, kiralananı amacı dışında kullanması, taahhüdünü sözleşme ve şartname hükümlerine uygun olarak yerine getirmemesi veya işletme ruhsatının her ne sebeple olursa iptal edilmesi hallerinde kira sözleşmesi Döner Sermayeli Kuruluşlar İhale Yönetmeliğinin 54.maddesine göre idarece feshedilerek kesin teminatı gelir kaydedilir ve cari yıl kira bedeli tazminat olarak tahsil edilir. ” düzenlemeleri bulunmaktadır. Davalı idare sözleşmenin …. maddesi hükmüne dayalı olarak ödenmesi gereken kira bedeli ile elektrik, su ve doğalgaz bedelleri ödenmediğinden bahisle sözleşmeyi tek yanlı olarak feshetmiştir. Davacı iş bu davayı feshin hukuka uygun olmadığı iddiası ile açmıştır. Dosya kapsamına göre, kiralananın Borçlar Kanun’unun çatılı işyeri hükümlerine tabi bir yer olduğu anlaşılmaktadır. Kira akdinin sona erme sebeplerinden biri de kiracının temerrüdü olup kira parasının ödenmemesi veya geç ödenmesi durumunda akdin feshinin biçim ve koşulları 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanun’unun 315.maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, istenen kira parasının veya yan giderin muaccel (istenebilir) olması ve kira bedeli ile yan giderin verilen sürede ödenmemiş bulunması, ihtarnamede verilen süre içerisinde kira parasının ödenmemesi halinde akdin feshedileceğinin açıkça belirtilmesi gerekir. Kiracıya verilecek süre konut ve çatılı işyeri kiralarında en az otuz gün, ürün kiralarında en az altmış gün, diğer kira ilişkilerinde ise en az on gündür. Akdin feshi için tek başına bu koşulların bulunması yetmez. Ayrıca bu konuda tahliye talebinin ilama bağlanması gerekir. Somut olayda 01/02/2013 başlangıç tarihli kira sözleşmelerinin süresi henüz dolmamıştır. Temerrüt sebebiyle tahliye davası açma koşullarının bulunması durumunda bile mahkeme kararı ile tahliye ilamı alınmadığı sürece akdin sona erdiğinden söz edilemez. Feshin hukuka aykırı olduğu iddiası ile açılan davanın belirtilen bu husus nazara alınarak incelenip sonuca bağlanması gerekirken hukuksal dayanağı olmayan gerekçe ile yazılı şekilde hüküm verilmesi doğru değildir.

Hüküm bu sebeple bozulmalıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle temyiz itirazlarının kabulüyle 6100 Sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici ….madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA ve istenmesi halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 1.12.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

6. HUKUK DAİRESİ

E. 2015/13141

K. 2016/6753

T. 16.11.2016

DAVA : Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı tahliye davasına dair karar, davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

KARAR : Dava, tahliye taahhüdüne dayalı olarak başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Mahkemece, taahhütün geçerli olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Taraflar arasında 01.07.2009 tarihinde imzalanan ve kira sözleşmesi başlangıç tarihi 01.08.2009 olarak belirlenen 1 yıllık sözleşme hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşmenin düzenlenmesinden sonra 21.07.2009 tarihinde … 26.Noterliğinin 18005 Yev. numaralı düzenleme şeklindeki tahliye taahhütnamesi ile kiralananın 01.08.2011 tarihinde tahliye edileceği kararlaştırılmış ancak daha sonrasında aynı belgenin altına elle yazılarak hazırlanan adi yazılı belge ile taşınmazın tahliye edileceği tarih 01.08.2015 olarak değiştirilmiştir.Davacı kiraya veren söz konusu taahhüde dayanarak 04.08.2015 tarihinde başlattığı icra takibi ile davalıya tahliye emri gönderilmesini sağlayarak kiralananın tahliyesini istemiştir. Tahliye emrinin davalıya 08/08/2015 gününde tebliğ edilmesinden sonra süresinde takibe itiraz eden davalı, icra takibine dayanak taahhütname altındaki imzanın kendisine ait olmadığını, taahhütname altındaki imzayı kabul etmediğini bildirmiştir.Takibe dayanak yapılan adi yazılı taahhütnamenin kira sözleşmesinin düzenlenmesinden sonra düzenlendiği anlaşılmakla geçerlidir. Ancak davalı kiracı söz konusu tahhütnamede bulunan imzasına itirazda bulunduğundan, dava dilekçesinde de davalının icra takibine vaki itirazının iptali istendiğine göre, mahkemece, davalının icra takibine dayanak adi yazılı taahhütnamedeki imzaya karşı yapmış olduğu itiraz üzerinde durulması, imzanın davalıya ait olup olmadığı yönünde bilirkişi incelemesi yaptırılması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

Hüküm bu sebeple bozulmalıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle temyiz itirazlarının kabulüyle 6100 Sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istenmesi halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 16/11/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

12. HUKUK DAİRESİ

E. 2016/4312

K. 2016/21715

T. 17.10.2016

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki şikayetçi tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

KARAR : Şikayetçi kiracının icra mahkemesine yaptığı başvuruda; örnek 14 tahliye emrine ve baskı altında alınan tahliye taahhüdüne itirazla takibin iptalini talep ettiği, mahkemece, şikayetçinin itirazının, İİK.’nun 272. madde kapsamında ileri sürülebilecek itiraz sebeplerinden olmadığı belirtilerek, icra müdürlüğünün itirazın reddi kararının sonucu itibariyle doğru olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Somut olayda, alacaklı tarafından, yazılı kira sözleşmesi ile kiralanan taşınmazın kira süresinin bitmesi sebebiyle tahliyesi talebiyle ilamsız icra takibine başlandığı, borçluya örnek 14 numaralı tahliye emrinin 13.11.2015 tarihinde tebliği üzerine, borçlunun icra müdürlüğüne 18.11.2015 tarihinde verdiği itiraz dilekçesi ile, tahliye emrine konu taşınmaz ile tahliye taahhütnamesinde belirtilen taşınmazın adreslerinin farklı olduğunu ve tahliye taahhütnamesinin baskı altında alındığını ileri sürerek takibin durdurulmasını talep ettiği, icra müdürlüğünce, itiraz merciinin icra mahkemesi olduğu gerekçesiyle 20.11.2015 tarihinde talebin reddine karar verildiği görülmüştür.

İİK’nun 274/1. maddesinde; “İtiraz etmek isteyen kiracı itirazını tahliye emrinin tebliğinden itibaren yedi gün içinde dilekçeyle veya şifahen icra dairesine bildirir. Bu suretle itiraz tahliye takibini durdurur” hükmüne yer verilmiştir. Anılan yasa maddesine göre; itirazın, tahliye emrinin tebliğinden itibaren yedi gün içerisinde icra dairesine bildirilmesi gerekir. Bu hüküm uyarınca borçlunun süresinde tahliye emrine itiraz etmesi halinde takibin icra müdürlüğünce durdurulması gerekir. Aksi yönde verilen karar, bir hakkın yerine getirilmemesi niteliğinde olup, İİK’nun 16/2. maddesi uyarınca süreye tâbi olmaksızın şikayet konusu yapılabilir.

HMK’nın 33. maddesi uyarınca hukuki tavsif hakime aittir. Hakim, bir davada sadece tarafların ileri sürdükleri maddi vakıalar ve neticei taleplerle bağlı olup, dayandıkları kanun hükümleri ve onların tavsifleri ile bağlı değildir. Kanunları re’sen tatbik ederek iddia ve müdaafadaki neticei talepleri karara bağlamakla mükelleftir (04.06.1958 ve 15/6 İBK.).

Her ne kadar şikayetçi icra mahkemesine başvurusunda sair itirazlarının yanı sıra, takibe dayanak gösterilen tahliye taahhüdünün baskı altında alındığından geçersizliği sebebiyle takibin iptalini istemiş ise de, aslında borçlunun mahkemeye yaptığı şikayetin nedeni, temyiz dilekçesinden de anlaşılacağı üzere, İİK.’nun 274/2. maddesi gereğince icra müdürlüğüne usulüne uygun ve süresinde itirazda bulunmuş olmasına rağmen, icra müdürlüğünce takibin durdurulmasına karar verilmesi gerekirken, itiraz merciinin icra mahkemesi olduğundan bahisle 20.11.2015 tarihinde istemin reddine karar verilmiş olmasıdır.

O halde mahkemece, şikayetçinin talebinin, icra müdürlüğünün 20.11.2015 tarihli kararına yönelik şikayet olarak değerlendirip, şikayetçinin süresinde takibe itiraz etmiş olması sebebiyle şikayetin kabulüyle icra müdürlüğünce, İİK’nun 274/1-2. maddesi uyarınca takibin durdurulması gerektiğine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Şikayetçinin temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarıda yazılı sebeplerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17/10/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2014/8-1422

K. 2015/1107

T. 27.3.2015

• KİRALANAN TAŞINMAZIN İLAMSIZ İCRA YOLUYLA TAHLİYESİ İSTEMİ (İcra Memur İşlemini Şikayet – Şikayet Eden Tapuya Şerh Edilen İntifa Hakkı Sahibinin Kiracısı Olduğunu Belirtildiği/İbraz Edilen Belgelerde İntifa Hakkının Terkin Edildiği Belirtildiği – Mahkemece Tapu Kayıtları Celp Edilerek İşgalin Haklı Olup Olmadığı Araştırılacağı)

• İCRA MEMUR İŞLEMİNİ ŞİKAYET (Kiralanan Taşınmazın İlamsız İcra Yoluyla Tahliyesi İstemi – Şikayet Eden Tapuya Şerh Edilen İntifa Hakkı Sahibinin Kiracısı Olduğunu Belirtildiği/İbraz Edilen Belgelerde İntifa Hakkının Terkin Edildiği Belirtildiği – Mahkemece Tapu Kayıtları Celp Edilerek İşgalin Haklı Olup Olmadığı Değerlendirilerek Sonuca Gidileceği)

• İŞGALİN HAKLILIĞI ARAŞTIRILACAĞI (Şikayet Eden Tapuya Şerh Edilen İntifa Hakkı Sahibinin Kiracısı Olduğunu Belirttiği – İbraz Edilen Belgelerde İntifa Hakkının Terkin Edildiği Belirtildiği/Mahkemece Tapu Kayıtları Celp Edilerek İşgalin Haklı Olup Olmadığı Değerlendirileceği – Kiralanan Taşınmazın İlamsız İcra Yoluyla Tahliyesi İstemi)

• İNTİFA HAKKI SAHİBİNİN KİRACISI OLMA (Kiralanan Taşınmazın İlamsız İcra Yoluyla Tahliyesi İstemi – İbraz Edilen Belgelerde İntifa Hakkının Terkin Edildiği Belirtildiği/Mahkemece Tapu Kayıtları Celp Edilerek İşgalin Haklı Olup Olmadığı Değerlendirilerek Sonuca Gidileceği) 2004/m.18,276

ÖZET : Dava; kiralanan taşınmazın tahliyesi istemine ilişkindir. Şikayet eden tapuya şerhedilen intifa hakkı sahibinin bayilik sözleşmesi ile kiracısı olduğunu belirterek tahliyesine karar verilen ve ilamlı icraya konu taşınmazı haklı olarak işgal ettiğini ileri sürmüş ise de intifa hakkının terkin edildiği ve davacı dışında bir şirket lehine kira şerhi bulunduğu dava konusu taşınmaz malikleri vekilinin karar düzeltme aşamasından sonra mahkemeye ibraz ettikleri tapu kaydından anlaşılmaktadır. O halde Özel Dairenin bozma kararından sonra ibraz edilen belgelerde intifa hakkının terkin edildiğinin belirtilmesi karşısında yerel mahkeme tarafından İİK’nın 18/3.maddesi gereğince duruşma açılıp anılan tapu kayıtları celbedilerek şikayet edenin tahliyesi istenen taşınmazdaki işgalinin haklı olup olmadığı değerlendirilmeli ve varılacak sonuç uyarınca karar verilmelidir.

DAVA : Şikayet kanun yoluna başvuru nedeniyle yapılan yargılama sonunda; Antalya 2.İcra Hukuk Mahkemesince şikayetin reddine dair verilen 15.05.2012 gün ve 2012/453 E., 2012/446 K. sayılı kararın incelenmesi şikayet eden vekili tarafından istenilmesi üzerine, karar önce Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin 09.10.2012 gün ve 2012/7929 E.-2012/8889 K. sayılı ilamıyla onanmış; şikayet eden vekilinin karar düzeltme istemi üzerine bu kez Yargıtay 8.Hukuk Dairesinin 25.03.2013 gün ve 2012/15257 E.- 2013/4252 K. sayılı ilamı ile karar düzeltme istemi kabul edilerek;

(… Takip dosyasına konu 09.05.2003 tarihli tahliye taahhüdüne dayalı olarak E… Petrol aleyhine 16.09.2005 de takip başlatılmıştır. Alacaklı itiraz üzerine duran takibin devamı için Sulh Hukuk Mahkemesin’de itirazının kaldırılması ve tahliye talebinde bulunmuştur. Mahkemece 23.12.2011 tarihli karar ile bu kiracının tahliyesine hükmedilmiştir. İlamın icrası amacıyla aynı dosya üzerinde mecurun başına tahliye için gidildiğinde, taşınmazda üçüncü kişi C… K… Turz. Tic. İnş. Müh. Pet. Ür. Taş. Ltd. Şti.’nin bulunduğu ve yeri intifa hakkı sahibi Shell- T… Petrol A.Ş. den 08.06.2010 tarihli bayilik sözleşmesiyle kiraladığı bildirilmesine rağmen, İcra Müdürlüğü’nce yerin tahliyesi için on günlük süre verilmiştir. Üçüncü kişi üstün hakkına dayanarak ve ilamın tarafı olmadığından aleyhindeki tahliye işleminin iptali için şikayete gelmiş, Mahkemece kiracılık şahsi hakkına dayanıldığı, ayni hakka dayanılmadığı ve ilamda davalı gözüken T… Petrol A.Ş.’den yeri kiraladığı, İİK’nun 27.maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı gerekçeleriyle, şikayetin reddine karar verilmiştir.

Kiracılık sözleşmesine dayalı Sulh Hukuk Mahkemesi tahliye ilamlarının infazında, İİK’nun 41.maddesi atfı ile uygulama yeri bulan 276.maddesinde, tahliyesi istenen yerde kiracıdan başka bir şahıs bulunur ve işgalde haklı olduğuna dair resmi bir vesika gösterirse tahliyenin durdurulacağı hükmünün düzenlendiği görülmektedir.

Somut olayda şikayetçi, Shell-Turcas Petrol AŞ’nin kiracısı olduğunu bildirerek bayilik sözleşmesini ibraz ettiği, yine icra dosyasına sunulan 02.04.2003 tarih ve 2489 sayılı Tapu Sicil Müdürlüğü’nde düzenlenen resmi senette ise; taşınmaz maliki ve ilam alacaklısı N. Y.’ın taşınmaz üzerinde akaryakıt servis istasyonu ürünlerinin satılması yönünden T… Petrol A.Ş.’ye onbeş yıl süreyle ”bizzat” veya ”bilvasıta” kullanmak üzere intifa hakkı tesis edildiği anlaşılmaktadır

Bu durumda şikayetçinin Shell-Turcas Petrol A.Ş.’den bayilik sözleşmesiyle 08.06.2010 tarihinde kiraladığı sözleşmeyle taşınmazda bulunduğu ve taşınmazı anılan madde kapsamında haklı olarak işgal ettiği resmi senette anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle mahkeme kararının bozulması gerekirken Dairemiz’ce onandığı görülmekle, şikayetçi vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir…),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : İstek, icra memuru işleminin şikayet yolu ile iptali istemine ilişkindir.

Şikayet eden vekili, tapu kaydında T… Petrol AŞ ‘nin 02.04.2003 tarihinden itibaren 15 yıl süre ile intifa hakkı şerhi bulunduğunu, şirketin S… Petrol ile birleşerek Shell Turcas A.Ş. ünvanını alan şirket ile 08.06.2010 tarihinde 5 yıl süreli Akaryakıt Bayilik ve 13.07.2010 tarihinde Otogaz Bayilik anlaşması olduğu ve 7822 ada 1 parsel sayılı taşınmazda bu sözleşmelere dayalı olarak bulunduğunu, tapu kaydının aleniliğine güvenerek bayilik sözleşmesi imzaladığını, müvekkili aleyhine bir mahkeme kararı bulunmadığını belirterek Antalya İcra Müdürlüğü’nün 02.05.2012 tarihli tahliyeye ilişkin işleminin iptaline karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu, şikayet edenin kiracılığının şahsi hakkına dayandığı ve tahliye ilamında davalı görünen T… Petrol AŞ’den yeri kiraladığı, İİK’nın 27.maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle şikayetin reddine dair verilen karar, şikayet eden vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece önce onanmış, davacı şikayet eden vekilinin karar düzeltme istemi üzerine bu kez yukarıda açıklanan gerekçeyle bozulmuş, mahkemece, önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını şikayet eden vekili temyiz etmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; takip dayanağı tahliye kararının infazı sırasında taşınmazda işgalci bulunduğu tespit edilen ve tahliye kararının tarafı olmayan davacının işgalinin; haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı, varılacak sonuca göre tahliyesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Antalya 2.İcra Müdürlüğü’nün 2009/18657 sayılı icra dosyasında; 09.05.2003 tarihli tahliye taahhüdüne dayalı olarak E… Petrol Ltd.Şti aleyhine 16.09.2005 tarihinde tahliye istemli takip başlatılmıştır. İtiraz üzerine duran takibin devamı için açılan tahliye istemli dava sonucu; Antalya 2.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 23.12.2011 gün ve 2010/930 E.-2011/1871 K. sayılı kararı ile davacı N. Y. tarafından 18.11.2005 tarihinde davalılar E… Petrol Ltd.Şti., dahili davalılar S… T… Petrol AŞ ve T… Petrol AŞ aleyhine kiralananın tahliyesi istemli davada, 7822 ada 1 parsel sayılı taşınmazın davacı tarafından davalıya kiralandığı, davacının daha sonra 3.şahsa intifa hakkını devrettiği, davalının 09.05.2005 tarihinde tahliye taahhüdünde bulunduğu ancak kiralananı tahliye etmediği, mülkiyetin davacıya ait olduğu ve kira sözleşmesinin davacı ve davalı arasında imzalandığı, taşınmazın tahliye edilmemesi üzerine 16.09.2005 tarihinde takip başlatıldığı, tahliye taahhüdünün geçerli olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, bozma üzerine verilen karar temyiz edilmeyerek 13.04.2012 tarihinde kesinleşmiştir. İlamın icrası amacıyla mecurun başına tahliye için gidildiğinde, taşınmazda üçüncü kişi şikayetçi C… Kanyon Tur. Tic İnş. Müh Pet. Ltd. Şti.’nin bulunduğu görülmüş, şirket temsilcisi yeri intifa hakkı sahibi Shell-Turcas Petrol AŞ’den 08.06.2010 tarihli bayilik sözleşmesiyle kiraladığını beyan etmiştir. İcra Müdürlüğü’nce yerin tahliyesi için on günlük süre verilmesi üzerine görülmekte olan dava açılmıştır.

02.04.2003 tarihli ve 2489 numaralı Resmi Senet ile; 7822 ada 1 sayılı parseli teşkil eden 4024 m2 arsanın tamamı N. Y. adına kayıtlı iken malik tarafından taşınmazın tamamı üzerinde kurulu akaryakıt satış ve servis istasyonunda münhasıran Turcas’tan satın alınacak petrol ürünlerinin satılmasını, başka şahıs ve şirketlere ait petrol ürünlerinin satılmamasını temin etmek ve Bayilik Sözleşmesinin şartı olarak; Bayilik Sözleşmesi fesih ve infisah etse bile devam etmek üzere ve Turcas bu hakkını bizzat veya bilvasıta kullanmakta muhtar olmak kaydıyla 50.872.410.000 TL bedelle Turcas Petrol AŞ lehine 15 yıl süre ile intifa hakkı tesis edildiği ve tesis bedelinin tamamının nakden ve tamamen alındığı ve lehine intifa hakkı tesis edilen Turcas Petrol AŞ ‘nin intifa hakkı tesisini kabul ettiği ve Turcas Petrol AŞ lehine intifa hakkı tesis edildiği anlaşılmaktadır.

Kira sözleşmesine dayalı Sulh Hukuk Mahkemesi tahliye ilamlarının infazında, İİK’nın 41.maddesi atfı ile uygulanan 276.maddesinde, tahliyesi istenen yerde kiracıdan başka bir şahıs bulunur ve işgalde haklı olduğuna dair resmi bir vesika gösterirse tahliye durdurulacaktır.

2004 sayılı İcre İflas Kanunu’nun “Kiralanan Taşınmazda Üçüncü Şahıs Bulunursa” başlıklı 276.maddesi;

“Tahliyesi istenen yerde kiracıdan başka bir şahıs bulunur ve işgalde haklı olduğuna dair resmi bir vesika gösteremezse derhal tahliye olunur.

Şu kadar ki, bu şahıs resmi bir vesika gösterememekle beraber daireye ibraz olunan mukavele tarihinden evvelki bir zamandan beri orayı işgal etmekte bulunduğunu beyan eder ve bu beyanı icra memuru tarafından mahallinde yapılacak tahkikatla teeyyüt ederse memur, tahliyeyi tehirle üç gün içinde keyfiyeti icra mahkemesine bildirir.

Merci, tarafları dinliyerek icabına göre tahliyeyi emreder veya taraflardan birinin yedi gün içinde mahkemeye müracaat etmesi lüzumuna karar verir. Bu müddet içinde mahkemeye müracaat edilirse, davanın neticesine göre hareket olunur. 36 ncı madde hükümleri burada da uygulanır. Dava etmiyen taraf iddiasından vazgeçmiş sayılır.

Borçlunun nesep ve sebepten usul ve füruu, karı veya kocası, ikinci dereceye kadar kan ve sıhri hısımları ve iş ortakları ile borçluya tebaan mecurda oturdukları anlaşılan diğer şahıslar, bu madde hükmünün tatbikında üçüncü şahıs sayılmazlar.”hükmünü haizdir.

Anılan mevzuatın ışığında somut olayın değerlendirilmesinde; şikayet eden tapuya 02.04.2003 tarihinde şerhedilen intifa hakkı sahibi Shell-Turcas Petrol AŞ’nin bayilik sözleşmesi ile kiracısı olduğunu belirterek tahliyesine karar verilen ve ilamlı icraya konu taşınmazı haklı olarak işgal ettiğini ileri sürmüş ise de 28.01.2011 tarihinde intifa hakkının terkin edildiği ve davacı dışında bir şirket lehine kira şerhi bulunduğu dava konusu taşınmaz malikleri vekilinin karar düzeltme aşamasından sonra mahkemeye ibraz ettikleri tapu kaydından ve Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.12.2012 gün ve 2012/421-565 sayılı kararından anlaşılmaktadır.

O halde Özel Dairenin bozma kararından sonra ibraz edilen belgelerde intifa hakkının terkin edildiğinin belirtilmesi karşısında yerel mahkeme tarafından İİK’nın 18/3.maddesi gereğince duruşma açılıp anılan tapu kayıtları celbedilerek şikayet eden C… K… Ltd.Şti’nin tahliyesi istenen taşınmazdaki işgalinin haklı olup olmadığı değerlendirilmeli ve varılacak sonuç uyarınca karar verilmelidir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında tahliye kararının kesinleşmesi nedeniyle direnme kararının onanması gerektiği dile getirilmiş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Direnme kararı yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile bozulmalıdır.

SONUÇ : Şikayet eden vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçelerle 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı-şikayet eden vekilinin diğer temyiz isteminin şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, 27.03.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2012/6-762

K. 2013/278

T. 27.2.2013

• TAAHHÜT NEDENİYLE TAHLİYE DAVASI ( İtirazın Kaldırılması Talebi Üzerine İki Tarafın Davet Edileceği – Duruşma Yapılmadan Karar Verilmesinin İsabetsiz Olduğu )

• BASİT YARGILAMA USULÜ ( Taahhüt Nedeniyle Tahliye Davası/İtirazın Kaldırılması Talebi – İcra Mahkemesince Basit Yargılama Usulünün Uygulanması Gerektiği/Gerektiği Takdirde İlgililerin Duruşmaya Çağrılacağı )

• DURUŞMA YAPILMASI GEREKLİLİĞİ ( Taahhüt Nedeniyle Tahliye Davası/İtirazın Kaldırılması Talebi – İcra Mahkemesince Basit Yargılama Usulünün Uygulanması Gerektiği/Gerektiği Takdirde İlgililerin Duruşmaya Çağrılması Gereği )

• İTİRAZIN KALDIRILMASI TALEBİ ( Taahhüt Nedeniyle Tahliye Davası – İki Tarafın Davet Edileceği/Duruşma Yapılmadan Karar Verilmesinin İsabetsiz Olduğu ) 2004/m.18, 70, 269

ÖZET : Taahhüt nedeniyle tahliye davasında İcra Mahkemesi, itirazın kaldırılması hakkındaki talep üzerine iki tarafı davet eder.

İcra Mahkemesi’ne arz edilen hususlarda basit yargılama usulünün uygulanacağı belirtilmektedir. İcra Mahkemesi duruşma yapılmasını uygun gördüğü takdirde ilgilileri en kısa zamanda duruşmaya çağırır ve gelmeseler bile gereken kararı verir. Duruşma yapılıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bozma ilamında değinildiği gibi duruşma yapılmadan karar verilmesi doğru değildir.

DAVA : Taraflar arasındaki “Taahhüt nedeniyle tahliye” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 6. İcra Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 06.01.2012 gün ve 2012/3 E., 2012/19 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 18.04.2012 gün ve 2012/3253 E., 2012/6153 K. sayılı ilamı ile;

( … Uyuşmazlık, 2004 Sayılı İİK.nun 10.babında kiralanan taşınmazların tahliyesini düzenleyen 269 ve devamı maddelerine dayanılarak açılan bir davada 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı HMK.nun 320/1 maddesi karşısında tarafların duruşmaya davet edilmeksizin dosya üzerinden karar verilip verilmeyeceği noktasındadır. Bilindiği gibi icra mahkemeleri icra-iflas işleri için kurulmuş, kendine özgü kuralları olan özel bir yargı organıdır. İİK.nun 18.maddesinde icra mahkemesine arz edilen hususlarda basit yargılama usulünün uygulanacağı belirtilmiş, aynı Kanunun 70.maddesinde icra mahkemesinin itirazın kaldırılması hakkındaki talep üzerine iki tarafı davet ettikten sonra 18.madde hükmüne göre karar vereceği düzenlenmiştir. Öte yandan İİK.nun 269/d maddesinin uygulanması gereken maddeler arasında gösterdiği 70.maddesine göre, 18.maddede düzenlenen, aksine hüküm bulunmayan hallerde icra mahkemesi duruşma yapılmasına gerek olup olmadığını takdir eder hükmü ilamsız tahliye takibinde uygulanmamalıdır. İcra mahkemesinin duruşma yapması zorunludur.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK.nun 320/1 maddesinde düzenlenen mahkeme, mümkün olan hallerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir hükmü yukarıda açıklanan İİK.nun ilgili maddeleri ile takip hukuku açısından yorumlanmalı ve değerlendirilmelidir. Öncelikle belirtmek gerekir ki anılan maddeye göre duruşma yapmadan karar verilebilmesi için hukuken bunun mümkün olması gerekir. Başka bir anlatımla ancak hukukun cevaz verdiği “ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz vb gibi” veya İİK.nun 17-18 maddelerinde öngörülen şikayet davalarında olduğu gibi Kanunun duruşma açılmadan dosya üzerinden karar verilmesinde hakime takdir hakkı tanıdığı hallerde dosya üzerinden karar verilebilir. Kanunun açıkça duruşma açılarak yargılama yapılmasını emrettiği durumlarda dosya üzerinden karar verilemez. Bu arada HMK.nun hukuki dinlenilme hakkı başlıklı 27.maddesi, T.C. Anayasası’nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36.maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılama hakkına ilişkin 6.maddesi de dikkate alınmalıdır.

Yukarıda açıklanan kanun hükümleri ve yasa koyucunun takip ettiği amaç gözetildiğinde daha özel bir kanun olan İİK.daki hükümlerin daha genel bir kanun olan HMK.u ile değiştirildiği söylenemez. Uygulamada da HMK.daki hükümlerin açıkça bir yollama yapmadıkça İİK.da uygulanmayacağı kabul edilmektedir. Bu nedenlerle yargılamanın duruşma açılmak suretiyle yapılması gerekirken değerlendirmede yanılgıya düşülerek evrak üzerinden karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Karar bu nedenle bozulmalıdır… ),

Gerekçesi ile dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, taahhüt nedeniyle tahliye isteğine ilişkindir.

Davacılar vekili, kiracıları olan davalının 29.09.2011 düzenleme tarihli tahliye taahhütnamesi ile 17.10.2011 tarihinde kiracısı bulunduğu taşınmazı ihtara gerek kalmaksızın tahliye edeceğini kabul ve taahhüt ettiği halde taşınmazı halen tahliye etmediğini ileri sürerek, davalının taşınmazdan tahliyesini istemiştir.

Mahkemece, davacı alacaklıların, davalı borçlu şirket aleyhine takip yaptığı, örnek 14 nolu tahliye emri gönderdiği, takibin dayanağının 17.10.2011 tarihli tahliye taahhütnamesi olduğu, tahliye emrinin 17.11.2011 tarihinde borçlu şirkete tebliğ edildiği, borçlu şirket vekilinin 22.11.2011 tarihli dilekçe ile tahliye taahhütnamesindeki imzaya ve yazılara itiraz ettiği, 02.01.2012 tarihinde itiraz kabul edilerek takibin durdurulduğu, 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 275. maddesi gereği tahliye emrine itiraz edilmesi halinde kiralayanın itirazın kaldırılmasını isteyebileceği ve tahliye talebinin noterlikçe resen tanzim veya tarihli imzası tasdik edilmiş yahut ikrar olunmuş bir mukaveleye dayanması halinde itirazın kaldırılmasının mümkün olduğu, ancak somut olayda tahliye emrine karşı itiraz edildiğinden davacıların itirazın kaldırılmasını ve davalının tahliyesini talep etmeleri gerekirken itirazın kaldırılması talebinde bulunulmadan doğrudan tahliye davası açamayacakları; ayrıca itiraz dilekçesiyle tahliye taahhütnamesindeki imzaya ve yazılara itiraz edildiğinden ve davacının elinde noterden yapılmış veya tarih ve imzası ikrar olunmuş bir tahliyetaahhütnamesi olmadığından, davacıların davasının reddine evrak üzerinde karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyiz istemi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıya metni aynen alınan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece önceki gerekçelerle direnilmiş olup, direnme kararını temyize davalı vekili getirmiştir.

İşin esasına geçilmeden önce, Yerel Mahkemece davacının tahliye istemine ilişkin davada duruşma açılmadan,davalıya tebligat yapılmadan dosya üzerinde inceleme yapılarak, davanın reddine karar verilmiş, kararın davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Özel Dairece davanın duruşma açılmadan karara bağlanamayacağı gerekçesi ile hükmün bozulması üzerine, Yerel Mahkemece, duruşma günü belirlenerek, taraflar duruşmaya davet edilip, dinlenilerek karar verilmesi karşısında, bu kararın bozma ilamına eylemli uyma sonucunda oluşturulmuş yeni bir hüküm niteliğinde olup olmadığı, buna göre temyiz incelemesinin Özel Dairece mi, Hukuk Genel Kurulu’nca mı yapılacağı hususu ön sorun olarak görüşülmüş olup, sonuç itibariyle mahkemece yargılama sırasındaki duruşma safhasının yerine getirilmediği, bozma sonrası 1086 sayılı HUMK’nun 439/3.maddesi uyarınca Mahkeme, tarafları duruşmaya çağırıp dinledikten sonra Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar vereceğinden, taraflar yasa gereği bozmaya karşı diyecekleri sorulmak üzere duruşmaya davet edildiğinden bu durumun bozma ilamına eylemli uyma niteliğinde olmadığı ve ön sorun bulunmadığı oybirliği ile kabul edilmiştir.

İşin esasına gelince, davacı alacaklılar S. D., N.K., D. D.-İ. D. tarafından, 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 269.vd. maddeleri uyarınca İzmir 27.İcra Müdürlüğü’nün 2011/20569 Esaslı icra dosyası ile borçlu T.Lpg vs. Şti.aleyhine 31.10.2011 tarihli takip başlatıldığı, takip talebinde K. Dirik Mahallesi Zafer Cad no: 13/B Bornova/İzmir adresindeki taşınmazın tahliye ve boş olarak teslimini, 1.2.2008 başlangıçlı 60 ay süreli yazılı kira sözleşmesi, 17.10.2011 tarihli tahliye taahhüdüne dayalı olarak istedikleri, yazılı sözleşme ile kiralanan taşınmazın 14 örnek nolu 31.10.2011 tarihli tahliye emrinin davalı şirkete, gönderildiği, 17.11.2011 tarihinde borçluya tebliğ edildiği, borçlu şirket tarafından 22.11.2011 tarihli dilekçe ile takip dayanağı tahliye taahhüdünün sahte olduğu, imza ve yazıların şirket temsilcilerine ait olmadığı iddiaları ile itiraz edildiği ve 02.01.2012 tarihinde takibin durduğu anlaşılmıştır.

Davalı hükmü, dava dilekçesinin kendilerine tebliğ edilmediği,usul işlemleri tamamlanmadan davanın esastan reddedildiği, lehlerine vekalet ücretine hükmedilmediği iddiaları ile temyiz etmiştir.

Bilindiği üzere, kiralanan taşınmazların tahliyesine ilişkin olarak 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun ( İİK ) 269 ve devamı maddeleri uygulanmakta olup, aynı yasanın 269/d maddesinde bu takip yolunda kıyasen uygulanacak maddeler düzenlenmiştir. İİK’nun 70.maddesi de kıyasen uygulanacak hükümler arasında yer almaktadır.

İİK’nun 70.maddesine göre, İcra Mahkemesi, itirazın kaldırılması hakkındaki talep üzerine iki tarafı davet eder ve 18 inci madde hükmüne göre kararını verir.

İİK’nun 18.maddesinde de, İcra Mahkemesi’ne arz edilen hususlarda basit yargılama usulünün uygulanacağı belirtilmektedir. İcra Mahkemesi duruşma yapılmasını uygun gördüğü takdirde ilgilileri en kısa zamanda duruşmaya çağırır ve gelmeseler bile gereken kararı verir.

Öyle ise mahkemece, İİK’nun 269/d maddesi aracılığı ile 70.madde uyarınca duruşma yapılıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bozma ilamında değinildiği gibi duruşma yapılmadan yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

Açıklanan nedenlerle, Özel Daire bozma ilamında belirtilen gerekçelerle, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen bozma ilamına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 2004 sayılı İcra İflas Kanunun 366/III. maddesi uyarınca tebliğden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27.02.2013 gününde yapılan ikinci görüşmede oybirliği ile karar verildi.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2011/14-289

K. 2011/335

T. 18.5.2011

• HAKSIZ İCRA TAKİBİ VE HAKSIZ DAVA AÇILMASI SEBEBİYLE TAZMİNAT ( Tahliye Davasında Belirlenen ve Kesinleşen Tahliye Taahhüdü Altındaki İmzanın Davacıya Ait Olmadığına İlişkin Maddi ve Hukuki Olgu Eldeki Dava Yönünden Kesin Hüküm Oluşturduğu )

• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( Haksız İcra Takibi ve Haksız Dava Açılması Sebebiyle – Tahliye Davasında Belirlenen ve Kesinleşen Tahliye Taahhüdü Altındaki İmzanın Davacıya Ait Olmadığına İlişkin Maddi ve Hukuki Olgu Eldeki Dava Yönünden Kesin Hüküm Oluşturduğu )

• KESİNLEŞEN TAHLİYE TAAHHÜDÜ ALTINDAKİ İMZA ( Davacıya Ait Olmadığına İlişkin Maddi ve Hukuki Olgu Eldeki Dava Yönünden Kesin Hüküm Oluşturduğu )

• KESİN HÜKÜM ( Haksız İcra Takibi ve Haksız Dava Açılması Sebebiyle Tazminat – Tahliye Davasında Belirlenen ve Kesinleşen Tahliye Taahhüdü Altındaki İmzanın Davacıya Ait Olmadığına İlişkin Maddi ve Hukuki Olgu Eldeki Dava Yönünden Oluşturduğu ) 818/m.41,49,61 1086/m.237,275

ÖZET : Dava, haksız icra takibi ve haksız dava açılması sebebiyle uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir.

Tarafları aynı olan sulh hukuk mahkemesindeki tahliye davasında belirlenen ve kesinleşen tahliye taahhüdü altındaki imzanın davacıya ait olmadığına ilişkin maddi ve hukuki olgu, eldeki dava yönünden kesin hüküm oluşturmaktadır.

Eldeki davada imzanın davacıya ait olup olmadığı olgusunun tartışılmasına ve bu konuda tekrar bilirkişi raporu alınmasına gerek bulunmadığı, tartışmasızdır. Raporun alınması da kesin hükümün sonuçlarını ortadan kaldırmaz. Mahkemece, bu husus göz ardı edilerek, eldeki dosyada da bilirkişi raporu alınması ve aksi görüş bildiren bu rapora göre tahliye taahhütnamesindeki imzanın davacının eli ürünü olduğunun kabulüyle eldeki tazminat davasının reddedilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

DAVA : Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 10.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 24.12.2008 gün ve 2007/492 E-2008/479 K sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18.3.2010 gün ve 2009/6564 E-2010/3097 K sayılı ilamı ile onanması üzerine, davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 8.7.2010 gün ve 2010/6760 E-8326 K sayılı ilamı ile;

( … Dava, haksız icra takibi ve haksız dava açılması sebebiyle uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem reddedilmiştir. Davacının temyizi üzerine karar Dairemizce onanmıştır. Davacı kararın düzeltmesini istemiştir.

Davalının kiracısı olan davacı, davalı tarafından hakkında başlatılan icra takibine ve sulh hukuk mahkemesinde açılan tahliye davasına dayanak olarak sunulan tahliye taahhüdü altındaki imzanın kendisine ait olmadığını; bu konuda yapılan icra takibine itiraz etmesi üzerine davalı tarafından sulh hukuk mahkemesinde açılan itirazın iptali ve tahliye davasında yapılan imza incelemesi sonucunda imzanın kendisine ait olmadığı anlaşılarak tahliye isteminin reddedildiğini, davalı tarafından düzmece belge kullanılarak yapılan icra takibi ve açılan tahliye davası sebebiyle manevi, icra takibi ve tahliye davası sebebiyle iş ve gücünden kalıp bazı harcamalar yapmasından dolayı da maddi zarara uğradığını belirtmiştir.

Davalı ise, olayda maddi ve manevi tazminat unsurlarının oluşmadığını, tahliye taahhütnamesi altındaki imzanın davacıya ait olduğunu ileri sürerek, istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.

Yerel mahkemece, eldeki davada alınan bilirkişi raporunda imzanın davacıya ait olduğunun belirtildiği gerekçesiyle istemin reddine karar verilmiştir.

Sulh hukuk mahkemesinde davalı tarafından açılan itirazın iptali ve tahliye davasında, tahliye taahhüdü içeren belge altındaki imzanın davacı C. Ö.’a ait olmadığının bilirkişi raporuyla belirlendiği gerekçesiyle davalının tahliye istemi reddedilmiş ve karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

Konusu ve tarafları aynı olan sulh hukuk mahkemesindeki tahliye davasında belirlenen ve kesinleşen tahliye taahhüdü altındaki imzanın davacıya ait olmadığına ilişkin maddi ve hukuki olgu, eldeki dava yönünden kesin hüküm oluşturduğundan; artık, eldeki davada imzanın davacıya ait olup olmadığı olgusunun tartışılmasına ve bilirkişi raporu alınmasına gerek yoktur.

Davacı tarafından imzalanmadığı yargı kararı ile belirlenen tahliye taahhüdü dayanak alınarak yapılan icra takibi ve açılan tahliye davası sebebiyle davacının, manevi yönden etkilenmesi ve maddi olarak da zaman, emek ve para harcaması yaşamın olağan akışına uygundur. Şu durumda davalının belirlenecek maddi ve takdir edilecek manevi tazminat ile sorumlu tutulması gerekir.

Yerel mahkemece açıklanan olgular gözetilmeyerek, davacının maddi ve manevi tazminat isteminin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekirken onanmış bulunduğundan davacının karar düzeltme istemi kabul edilmeli, Dairemizin onama kararı kaldırılmalı ve karar yukarda açıklanan sebeple bozulmalıdır… ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

H.G.K.nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, haksız icra takibi ve haksız dava açılması sebebiyle uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir.

Davacı, davalı tarafından hakkında başlatılan icra takibine ve sulh hukuk mahkemesinde açılan tahliye davasına dayanak olarak sunulan tahliye taahhüdü altındaki imzanın kendisine ait olmadığını, bu konuda yapılan icra takibine itiraz etmesi üzerine davalı tarafından açılan itirazın iptali ve tahliye davasında yapılan imza incelemesi sonucunda imzanın kendisine ait olmadığı anlaşılarak tahliye isteminin reddedildiğini, davalı tarafından düzmece belge kullanılarak yapılan icra takibi ve açılan tahliye davası sebebiyle manevi ve iş ve gücünden kalıp bazı harcamalar yapmasından dolayı da maddi zarara uğradığını ileri sürüp, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak faizi ile birlikte zararın tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, olayda maddi ve manevi tazminat unsurlarının oluşmadığını, tahliye taahhüdü altındaki imzanın davacıya ait olduğunu, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; eldeki davada alınan bilirkişi raporunda imzanın davacıya ait olduğunun belirlendiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacının temyizi üzerine Özel Dairece, mahkemece verilen karar onanmış; davacının karar düzeltme talebi üzerine bu kez; konusu ve tarafları aynı olan sulh hukuk mahkemesindeki tahliye davasında belirlenen ve kesinleşen tahliye taahhüdü altındaki imzanın davacıya ait olmadığına ilişkin maddi ve hukuki olgunun eldeki dava yönünden kesin hüküm oluşturduğu, artık eldeki davada imzanın davacıya ait olup olmadığı olgusunun tartışılmasına ve bilirkişi raporu alınmasına gerek olmadığı, davalının belirlenecek maddi ve takdir edilecek manevi tazminat ile sorumlu tutulması gerektiği gerekçeleri ile onama ilamı kaldırılarak yerel mahkeme kararı bozulmuştur.

Yerel Mahkeme; önceki kararında direnmiş; hükmü davacı vekili temyiz etmiştir.

Uyuşmazlık; Sulh Hukuk Mahkemesindeki davaya konu 31.5.2006 tarihli tahliye taahhüdü altındaki imzanın davacıya ait olup olmadığının belirlenip, belirlenmediği; o davadaki maddi ve hukuki olgunun eldeki dava yönünden kesin hüküm oluşturup oluşturmadığı, yerel mahkemece alınan bilirkişi raporuna değer verilip verilemeyeceği, noktasında toplanmaktadır.

Ankara 1.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2.10.2007 tarih, 2007/658 E. 1966 K. sayılı dava dosyasında: davalı şirketin, davacı C. Ö. aleyhine açtığı itirazın iptali ve tahliye davasında, icra takibine konu edilen 31.5.2006 tarihli tahliyetaahhütnamesindeki imzanın C. Ö.’a ait olmadığının bilirkişiden alınan raporla belirlendiği, mahkemenin bu sebeple verdiği red kararının da temyiz edilmeden kesinleştiği, belirgindir.

Tarafları aynı olan sulh hukuk mahkemesindeki tahliye davasında belirlenen ve kesinleşen tahliye taahhüdü altındaki imzanın davacıya ait olmadığına ilişkin maddi ve hukuki olgu, eldeki dava yönünden kesin hüküm oluşturmaktadır.

Bu sebeple artık, eldeki davada imzanın davacıya ait olup olmadığı olgusunun tartışılmasına ve bu konuda tekrar bilirkişi raporu alınmasına gerek bulunmadığı, tartışmasızdır. Raporun alınması da kesin hükümün sonuçlarını ortadan kaldırmaz.

Hal böyleyken, Mahkemece, bu husus göz ardı edilerek, eldeki dosyada da bilirkişi raporu alınması ve aksi görüş bildiren bu rapora göre 31.5.2006 tarihli tahliye taahhütnamesindeki imzanın davacının eli ürünü olduğunun kabulüyle eldeki tazminat davasının reddedilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle; direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarda gösterilen nedenlerden dolayı bozulmasına, 18.05.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2008/6-369

K. 2008/394

T. 28.5.2008

• TAHLİYE TAAHHÜDÜNE DAYALI TAKİP ( İtirazın İptali/Tahliye – Belgenin Boş Olarak İmzalanmış Olduğunun Davalı Yanca Bilinmediği Taraflar Arasında da Sonradan Doldurmaya Yönelik Bir Sözleşmenin de Olmadığından Davanın Kabulü Gereği )

• BOŞ BELGENİN ANLAŞMAYA AYKIRI DOLDURULMASI ( Belgenin Boş Olarak İmzalanmış Olduğunun Davalı Yanca Bilinmediği Taraflar Arasında da Sonradan Doldurmaya Yönelik Bir Sözleşmenin de Olmadığından Tahliye Taahhüdüne Dayalı Davanın Kabulü Gereği )

• İTİRAZIN İPTALİ-TAHLİYE ( Belgenin Boş Olarak İmzalanmış Olduğunun Davalı Yanca Bilinmediği Taraflar Arasında da Sonradan Doldurmaya Yönelik Bir Sözleşmenin de Olmadığından Davanın Kabulü Gereği )

• YAZILI TAAHHÜT BELGESİ ( Ne Düzenleme Tarihi Ne de İçeriğinin Sonradan Doldurulduğu Savunmasının Davalı Yanca Usulünce Kanıtlanmadığı – Tahliye Taahhüdüne Dayalı İtirazın İptali İle Kiralananın Tahliyesi İsteminin Kabulü Gereği ) 818/m.31 1086/m.352 6570/m.7/a

ÖZET : Dava, tahliye taahhüdüne dayalı takibe vaki itirazın iptali ile kiralananın tahliyesi istemine ilişkindir. “Kiracı olarak bulunduğumuz mecuru” ifadesini de taşıyan yazılı taahhüt belgesi; kira sözleşmesinden sonra düzenlenmiş; ne düzenleme tarihi ne de içeriğinin sonradan doldurulduğu savunması davalı yanca usulünce kanıtlanmamıştır.

Görüşmeler sırasında her ne kadar boş belgenin anlaşmaya aykırı doldurulmasının söz konusu olduğu, davalı yanın yemin deliline dayanabileceği ileri sürülmüş ise de; davalı savunmasının bu görüşün aksine, belgenin boş olarak imzalanmış olduğunun davalı yanca bilinmediği, taraflar arasında da sonradan doldurmaya yönelik bir sözleşmenin de olmadığı, belgenin hile ile imzalatıldığı yönünde olması karşısında, çoğunluk bu görüşe katılmamıştır. Şu durumda; başlatılan takipte ve açılan davada bir usulsüzlük bulunmadığına göre geçerli tahliye taahhüdü nedeniyle davanın kabulü ile kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki “itirazın iptali-tahliye” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir Sulh 2.Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 28.12.2006 gün ve 2006/1545-1936 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6.Hukuk Dairesinin 13.05.2007 gün ve 2007/3587-6905 sayılı ilamı ile;

( … Uyuşmazlık tahliye taahhüdüne dayanarak başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Mahkemece istemin reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili dava dilekçesinde 20.8.2004 düzenleme ve 5.6.2006 tahliye tarihli taahhütnameye dayanarak 12.6.2006 tarihinde başlatmış olduğu icra takibine haksız itirazın iptalini istemiştir. Davalı boş tahliye taahhüdünü hile sonucunda sözleşme ile aynı tarihte imzaladıklarını savunmuş, bu hususda karşı tarafa yemin teklif edilmiştir. Davacının yemin etmemesi üzerine mahkemece yemin kesin deliline dayanarak istemin reddine karar verilmiştir.

Takibe dayanak yapılan ve hükme esas alınan 20.8.2004 düzenleme tarihli tahliye taahhütnamesinde “kiracı olarak bulunduğum..” ifadesinden taahhütnamenin kira ilişkisi devam ederken verildiği anlaşılmaktadır. Kiracı tahliye taahhüdü amacıyla boş kağıda imza attığını üzerinin sonradan doldurulduğunu savunmuş ise de, buna itibar edilemez. Boş kağıda imza atan kimse bunun sonucuna katlanması gerekir. Dairemizin kararlılık kazanmış uygulaması da bu yönde olduğu gibi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 12.12.1990 gün ve 1990/6 E-1990/628 K. sayılı kararı ile 1.7.1992 gün ve E.357-K.422 sayılı kararı ve 17.1.1999 gün ve 1999/6-28-10 sayılı kararları da bu doğrultudadır. Davalı Borçlar Kanununun 31. maddesinde öngörülen yasal hakkını kullanmayıp hile ile imzalatıldığı savunmasından da vazgeçtiğine göre boş olarak imzalanan tahliyetaahhütnamesinin geçerli olduğunun kabulü gerekir. Davacı yazılı belgeye dayandığına göre buna karşılık davalı yemin teklifinde bulunamaz. Bu nedenle davacının teklif olunan yemini eda etmemesi kendi aleyhine sonuç doğurmaz. Zira boş kağıda imza atmakla davacıya istediği şekilde doldurma yetkisi verilmiş sayılır. Öte yandan davalının savunması sonuç itibariyle sahtelik iddiasına dayandığından HUMK.nun 352. maddesi hükmü uyarınca esasen bu konuda yemin teklif edilemez. Başlatılan takipde ve açılan davada bir usulsüzlük bulunmadığına göre geçerli tahliyetaahhüdü nedeniyle davanın kabulü ile kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile istemin reddine karar verilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir… ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, tahliye taahhüdüne dayalı takibe vaki itirazın iptali ile kiralananın tahliyesi istemine ilişkindir.

Davacı kiralayan vekili 29.08.2006 tarihli dava dilekçesiyle, tahliye taahhüdüne dayalı takibe davalı kiracı tarafından haksız itiraz edildiği iddiasıyla itirazın iptali ile taşınmazın tahliyesini istemiştir.

Davalı Tahliye taahhüdünün kendisine sözleşme ile birlikte hile ile boş olarak imzalatıldığını, özgür irade ürünü olmadığını, sonradan tahliye tarihinin yazıldığını, belgenin geçersiz olduğunu savunmuştur.

Mahkemece icra dosyası getirilmiş; kira sözleşmesi, taahhütname, taraf delilleri dosya arasına alınmış; davalıya davacıya yemin teklif etme hakkı hatırlatılmış; davacı yazılı belgeye göre dava sabit olduğundan önerilen yemini edayı kabul etmediklerini bildirmekle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece; davalının yasal hakkını kullanmayıp hile ile imzalatıldığı savunmasından da vazgeçtiğine göre boş olarak imzalanan tahliye taahhütnamesinin geçerli olduğunun kabulü gerektiği, Davacı yazılı belgeye dayandığına göre buna karşılık davalının yemin teklifinde bulunamayacağı, bu nedenle davacının teklif olunan yemini eda etmemesinin kendi aleyhine sonuç doğurmayacağı, zira boş kağıda imza atmakla davacıya istediği şekilde doldurma yetkisinin verilmiş sayılacağı, Öte yandan davalının savunması sonuç itibariyle sahtelik iddiasına dayandığından HUMK.nun 352. maddesi hükmü uyarınca esasen bu konuda yemin teklif de edilemeyeceği, başlatılan takipte ve açılan davada bir usulsüzlük bulunmadığına göre geçerli tahliye taahhüdü nedeniyle davanın kabulü ile kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuş; Mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hükmü temyize davacı/kiralayan vekili getirmektedir.

Taraflar arasında yazılı sözleşme ve taahhüdün varlığı; tahliye taahhütnamesi altındaki imzanın davalı şirketin müdürüne ait olduğu; davalının hile nedeniyle suç duyurusunda bulunmayacaklarını bildirip, yemin teklifinde bulunduğu; daha sonra suç duyurusunda bulunulmuşsa da süre geçtiğinden takipsizlikle sonuçlandığı uyuşmazlık konusu değildir.

Davalı savunmasını, imzası bulunan takip ve dava dayanağı taahhüdün sözleşme imzalatılırken hile ile boş olarak imzalattırıldığı ve sonradan doldurulduğuna dayandırmaktadır.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; imzasına itiraz olunmayan takip ve dava dayanağı tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesi ile birlikte üzeri boş olmak üzere hile ile davalıya imzalatılıp sonradan doldurulduğu savunmasının kanıtlanıp kanıtlanmadığı, davalının teklif ettiği yemini davacı yanın eda etmemiş olmasının varılacak sonuca etkili olup olmayacağı, noktalarında toplanmaktadır.

Öncelikle belirtilmelidir ki, boş olarak altı imzalanıp verilen bir belgenin üstünün taraflar arasındaki anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğu iddiasının tanıkla ispatının olanaklı olmadığında; ancak yazılı delille ispatı gerektiğinde ve yazılı delil de yoksa dayanılmış olması koşuluyla yemin delilinin söz konusu olabileceğinde uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bu görüş yargısal uygulamada yerleşik hal almış olup; tarafların, üzerinin ne şekilde doldurulacağı konusunda anlaşarak, bir tarafın bu anlaşmaya uygun olarak doldurulması için boş olarak imzalayıp diğer tarafa verdiği belgelerle ilgili olarak ortaya çıkan uyuşmalıklara özgü bir değerlendirmeyi ve sonucu içermektedir.

Buna karşılık, eldeki davada davalının icra dosyasına itirazı da eldeki davadaki savunması da yukarıda açıklanan durumdan ayrılmakta; takip ve davaya konu tahliye taahhütnamesi üzerinde bir anlaşma yapılarak boş olarak imzalanıp karşı tarafa verildiği değil, aksine kira sözleşmesi imzalatılırken kağıtlar arasında hile ile boş bir belgenin davalıya imzalattırılıp sonradan tahliye taahhüdü olarak doldurulduğu, bu konuda taraflar arasında bir anlaşmanın olmadığı ileri sürülmektedir.

Davalının bu savunması sonuç itibariyle sahtelik iddiasına dayanmakta; 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 352. maddesi karşısında esasen bu konuda yemin teklifine de olanak bulunmamaktadır. Davalı sahtecilik iddiasını ispat anlamında bir delil ortaya koymadığı gibi, yargılama aşamasında da bu iddiasıyla ilgili olarak ayrıca suç duyurusunda bulunmayacağını bildirmiş ve yemin deliline dayanmış; daha sonra ise suç duyurusunda bulunmuşsa da bu başvuru takipsizlikle sonuçlanmıştır.

Davalının dayandığı tek delil olan yemin delilinin, sahtecilik iddiasının söz konusu olduğu durumda dinlenilebilirliği olmadığına göre; bu yemini eda etmemek de davacı aleyhine sonuç doğurmayacaktır.

Şu durumda “kiracı olarak bulunduğumuz mecuru” ifadesini de taşıyan yazılı taahhüt belgesi; 01.05.2004 başlangıç, 15.04.2004 düzenleme tarihli kira sözleşmesinden sonra, 20.08.2004 tarihinde düzenlenmiş; ne düzenleme tarihi ne de içeriğinin sonradan doldurulduğu savunması davalı yanca usulünce kanıtlanmamıştır.

Görüşmeler sırasında her ne kadar boş belgenin anlaşmaya aykırı doldurulmasının söz konusu olduğu, davalı yanın yemin deliline dayanabileceği ileri sürülmüş ise de; davalı savunmasının bu görüşün aksine, belgenin boş olarak imzalanmış olduğunun davalı yanca bilinmediği, taraflar arasında da sonradan doldurmaya yönelik bir sözleşmenin de olmadığı, belgenin hile ile imzalatıldığı yönünde olması karşısında, çoğunluk bu görüşe katılmamıştır.

Şu durumda; başlatılan takipte ve açılan davada bir usulsüzlük bulunmadığına göre geçerli tahliye taahhüdü nedeniyle davanın kabulü ile kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekirken istemin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan, hükmün bozulması gerekmiştir.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı/kiralayan vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 28.05.2008 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2008/11-152

K. 2008/162

T. 27.2.2008

• TAHLİYE TAAHHÜDÜNÜN İPTALİ ( Tahliye Davasına İlişkin Dava Dosyası Getirtilerek O Davada Verilen Kararın Eldeki Dava Yönünden Kesin Hüküm veya Kesin Delil ya da Güçlü Takdiri Delil Teşkil Edip Etmeyeceği Hususunun Değerlendirilmesi Gerektiği )

• TAHLİYE DAVASI ( İlişkin Dava Dosyası Getirtilerek O Davada Verilen Kararın Eldeki Dava Yönünden Kesin Hüküm veya Kesin Delil ya da Güçlü Takdiri Delil Teşkil Edip Etmeyeceği Hususunun Değerlendirilmesi Gerektiği – Tahliye Taahhüdünün İptali )

• YENİ BİR HÜKÜM NİTELİĞİNDE DİRENME KARARI ( Temyize Konu Karar Gerçekte Bir Direnme Kararı Değil Bozmadan Esinlenmek ve Bozma Doğrultusunda Değerlendirme Yapılmak Suretiyle Oluşturulmuş Yeni Bir Hüküm Niteliğinde Olduğu ) 6762/m.336, 337

ÖZET : Yerel Mahkemenin aynı yöndeki önceki kararını temyiz etmemiş olan davacı vekilinin, direnme kararını temyiz etmekte hukuki yararı bulunmadığından, temyiz dilekçesinin reddi gerekir. Bozma ilamında, davalı Türk Hava Kurumu vekilinin, eldeki davaya konu tahliye taahhütnamesine dayalı olarak eldeki davadan daha önce, müvekkili tarafından davacı kiracı aleyhine tahliye davası açıldığını, kabul ile sonuçlandığını ve kararın kesinleştiğini bildirmiş olması karşısında; tahliye davasına ilişkin dava dosyası getirtilerek, o davada verilen kararın, eldeki dava yönünden kesin hüküm veya kesin delil ya da güçlü takdiri delil teşkil edip, etmeyeceği hususunun değerlendirilmesi gereğine işaret edilmiştir. Yerel Mahkemenin temyize konu kararının gerekçesinde ise, her iki davanın taraflarının, konusunun ve sebeplerinin farklı olması nedeniyle, tahliye davasında verilen kararın eldeki dava yönünden kesin hüküm oluşturmayacağı belirtilmiştir. Bu durumda, temyize konu karar, gerçekte bir direnme kararı değil; bozmadan esinlenmek ve bozma doğrultusunda değerlendirme yapılmak suretiyle oluşturulmuş yeni bir hüküm niteliğindedir. Dolayısıyla, hükmün temyizen incelenmesi görevi Hukuk Genel Kurulu’na değil, Özel Daireye aittir.

DAVA : Taraflar arasındaki Tahliye taahhüdünün iptali, tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Asliye 9.Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 8.4.2004 gün ve 2003/900-2004/357 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 24.5.2005 gün ve 2004/11105-2005/5480 sayılı ilamı ile;

( … Davacı vekili, asıl ve birleşen dava dilekçelerinde, davalı Türk Hava Kurumu’nun maliki olduğu M. Antique Hotel adı ile kullanılan taşınmazın, müvekkili şirkete 16.5.1985 tarihli kira sözleşmesi ile kiralandığını, ancak metruk ve kullanılamaz halde bulunan binanın onarımı için ortak olunacak şirkete ihtiyaç duyulduğundan dava dışı L. Laleli Otelcilik Yatırım Turizm ve Tic.A.Ş. unvanlı şirketin kurulduğunu, müvekkili şirketin L. A.Ş.de de hissesinin bulunduğunu, masraflar yapılarak otelin beş yıldızlı hale getirilip, işletmeye açıldığını, davalı Çetin S.’ın müvekkili şirketin 07.06.2000 tarihli olağanüstü genel kurulunda münferiden şirketi temsil ve ilzama yetkili kılındığını, adı geçenin verilen bu yetkiye istinaden 27.11.2000 tarihli tahliye taahhüdünü imzalayıp, 01.12.2000 tarihinde şirketteki hissesini devrettiğini, devir sözleşmesinde de şirket kayıtlarında hiçbir şeyi gizlemediği ve taahhütte bulunmadığını bildirdiğini, müvekkili şirketin hayatiyetinin oteldeki haklarının devamına bağlı olduğunu, böylesi önemli bir konuda genel ve yönetim kurulu kararı alınmasının şart olup, bu konuda münferit tek temsilci olan ortağın imzası ile verilen tahliye taahhüdünün geçersiz olduğunu, tahliye taahhüdü vermenin şirket temsilcisinin görevlerinden de olmadığını, davalıya verilen temsil yetkisinin günlük olağan işlemler için olduğunu, kira sözleşmesinin davacı şirket adına dört kararı imzalamış olması nedeniyle, en azından kira sözleşmesini imzalayanların tahliye taahhüdünde de imzalarının bulunmasının gerektiğini, taşınmazda fiilen kiracı olan L. A.Ş.ne davalı THK tarafından gönderilen yazıyla 2000 yılından itibaren 2020 yılına kadar kira süresinin uzatıldığı bildirildikten sonra, 27.11.2000 tarihli tahliye taahhüdüne dayanarak, kötüniyetli ortak Çetin S.’ın eylemlerini kolaylaştırmaya THK’nun iştirak etmek suretiyle tahliye davası açtığını, müvekkili davacı şirket ortaklarının hisse devriyle 01.12.2000 tarihinde tamamen değiştiğini, 27.11.2000 tarihinde eski ortağın hissesini devretmesinden dört gün önce düzenlenen tahliye taahhüdünden haberi olan hiç kimsenin hisseleri devralmayacağını ileri sürerek, 27.11.2000 tarihli tahliye taahhütnamesinin iptaline, davalı Çetin S.’tan TTK’nun 336-337 maddeleri kapsamında şimdilik ( 20.000.000.000 ) TL’nin faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, bilahare tazminat isteminden feragat etmiştir.

Davalı Çetin S. vekili, kira sözleşmesinde müvekkilinin şahsi sorumluluğunun bulunduğunu, hisse devrinin yapılmasından önce yapılan görüşmelerde müvekkilinin ileri sürdüğü koşullardan birinin kira sözleşmesinden doğan sorumluluğun önlenmesi amacıyla ileri tarihli tahliye taahhüdü verilmesi olduğunu, hisse devir bedelinin de bu nedenle düşük tutulduğunu, müvekkilinin şirketi her hususta en geniş manada temsil ve ilzam etmeye yetkili kılındığını, belirterek davanın reddini istemiştir.

Davalı Türk Hava Kurumu vekili, müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini, tahliye taahhüdü nedeniyle Ankara 7 Sulh Hukuk Mahkemesinde açılan tahliye davasında, dava dilekçesinde ileri sürülen tüm iddiaların gündeme gelip, mahkemece reddedilip, taşınmazın tahliyesine karar verildiğini belirterek, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve dosyadaki kanıtlara nazaran, taraflar arasındaki kira sözleşmesinin 12. maddesinin uygulanmasına yönelik olarak L. Laleli Otelcilik Yatırım ve Turizm A.Ş’nin kurulduğunu, davalı THK’na ödenen tüm kira bedellerinin L. A.Ş. tarafından ödenip, THK’nun buna bir itirazı olmadığı, 1993/108 D.iş sayılı dosyada yapılan tespitte, kiraya verilen yerin L. A.Ş. tarafından işletilmekte olduğu, turistik işletme belgesinin L. A.Ş. adına bulunduğunun belirlendiği, kira koşullarının revizyonu amacıyla L. A.Ş tarafından yapılan başvuruya THK.ca L. A.Ş’nin kiracılık sıfatına itiraz etmeden, farklı koşullar öne sürerek cevap verdiği, davaya konu tahliye taahhüdüöncesinde 15.5.2003 tarihinde 6 aylık kira bedelinin L. A.Ş. tarafından THK’na ödendiği, bu ödemeye bir itiraz olmadığı, kaldı ki sözleşme boyunca ödemelerin L. A.Ş’nin haiz olduğu, davacı şirket adına Çetin S. tarafından verilen tahliye taahhüdünün L. A.Ş ile bağlantısı bulunmadığı ve onu bağlamayacağı, fiilen kiracının L. A.Ş. olmasına rağmen, Çetin S. tarafından verilen taahhüde dayanarak davalı THK’nun Sulh Hukuk Mahkemesinden tahliye kararı alması nedeniyle bu davalı hakkında açılan davanın kabulünün gerektiği gerekçesiyle, 27.11.2000 tarihli tahliye taahhütnamesini iptaline, tazminat isteminin feragat nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Karar, davalılar vekillerince ayrı ayrı temyiz edilmiştir.

Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacı şirketin eski temsilcisi olan davalılardan Çetin S.’ ın davacı adına, şirketin kiracısı olduğu taşınmazdan tahliyesine dair verdiği taahhüdün iptali istemine ilişkindir.

Temyize konu işbu davanın açılmasından önce, davalı kiralayan Türk Hava Kurumu tarafından davacı şirket aleyhine davaya konu tahliye taahhüdüne dayanılarak tahliye davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda, tahliyeye karar verildiği ve anılan kararın kesinleştiği davalı Türk Hava Kurumunca savunulduğuna göre, tahliye davasına ilişkin Ankara 7.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2003/549 Esas,2004/150 K. sayılı dava dosyası işbu dava dosyası içerisine getirtilerek, o dosyada ileri sürülen iddia ve savunma doğrultusunda verilen kararın temyize konu işbu dava dosyası yönünden kesin hüküm veya kesin delil yada güçlü takdiri delil teşkil edip, etmeyeceği değerlendirilerek hasıl olacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, bu hususta bir değerlendirme yapılmaksızın noksan incelemeyle yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olmuş ve kararın açıklanan nedenle davalılar yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir… ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Asıl dava ve birleştirilen dava; her iki davanın davacısı durumundaki şirket adına, asıl davanın davalısı Çetin S. tarafından, birleşen davanın davalısı Türk Hava Kurumu’na verilen tahliye taahhütnamesinin iptali istemine ilişkindir.

Davacı G. Denizcilik Ticaret A.Ş. vekili, gerek asıl ve gerekse birleştirilen davada, davacının kiracısı olduğu taşınmazla ilgili olarak, davacı şirketin kuruluşundan beri hissedarı olan davalı Çetin S.’ın, yetkisiz olarak ve şirketten gizleyerek, iyiniyet kurallarına da aykırı şekilde kiralayan durumundaki diğer davalıya 27.11.2000 günlü tahliye taahhütnamesini verdiğini, kısa bir süre sonra da hisselerini devrederek ortaklıktan ayrıldığını ileri sürerek; hukuken geçersiz olan tahliye taahhütnamesinin iptaline, 10.000.000.000 TL maddi tazminatın davalı Çetin S.’tan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş; yargılama sırasında 29.3.2004 havale günlü dilekçeyle tazminat talebini atiye bırakılmış; 8.4.2004 günlü oturumda da bu beyanını tekrarlamıştır.

Her iki davalının vekilleri davanın reddini istemişler; davalı Türk Hava Kurumu vekili, davaya konu taahhütnameye dayalı olarak müvekkilince tahliye davası açıldığını ve kabul ile sonuçlandığını, kararın kesinleştiğini bildirmiştir.

Yerel Mahkeme; ( … Dava konusu taahhütnameyi veren davalı Çetin S., 27.11.2000 tarihli sirkülerle, davacı şirketi her hususta en geniş manada temsil ve ilzama yetkili kılınmış, bu yetkiye istinaden taahhütnameyi vermiştir. Tahliye taahhüdüne dayalı olarak açılan dava sonucunda, Ankara 7. Sulh Hukuk Mahkemesince taşınmazın tahliyesine hükmedildiği, kararın kesinleşmediği anlaşılmaktadır. Davalı Çetin Saraç, taahhütnameyi verdikten sonra 1.12.2000 tarihinde pay devir sözleşmesiyle şirketteki payını devretmiştir. Kira sözleşmesinde kiracı olarak davacı şirket görünmekteyse de, dosya kapsamına göre, L. A.Ş.’nin kiracılığının davalı Türk Hava Kurumu tarafından kabul edildiği, davalı Çetin Saraç’ın davacı şirket adına tahliye taahhütnamesini verdiği ve bu tahliye taahhüdü ile taşınmazı fiilen kullanan L. A.Ş.’nin ilgisinin bulunmadığı, kiracılık sıfatının fiilen ve hukuken L. A.Ş.’ye ait olduğu, tahliye taahhüdünün kiracıyı bağlamadığı anlaşılmaktadır. Davalı Çetin S.’ın tahliye taahhütnamesini vermek suretiyle davacı şirket hakkında tahliye kararı alınmasına sebep olmuş, bu suretle zarara uğratmıştır. Davalı THK. ise, taşınmazda fiilen L. A.Ş. kiracı olmasına rağmen, taahhütnameye dayanarak, Çetin S. ile yetkisini kötüye kullanmak sureti ile davacı şirketin aleyhine hüküm doğuracak şekilde tahliye kararı almıştır… ) gerekçesiyle, davanın kabulüne, 27.11.2000 tarihli tahliye taahhütnamesinin iptaline, tazminat isteminin feragat nedeni ile reddine karar vermiş; davalılar vekillerinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece metni yukarıda bulunan ilamla bozulmuş; Yerel Mahkeme direnme kararı vermiş ve bu karar taraflar vekillerince temyiz edilmiştir.

1- Yerel Mahkemenin aynı yöndeki önceki kararını temyiz etmemiş olan davacı vekilinin, direnme kararını temyiz etmekte hukuki yararı bulunmadığından, temyiz dilekçesinin reddi gerekir.

2- Bozma ilamında, davalı Türk Hava Kurumu vekilinin, eldeki davaya konu tahliye taahhütnamesine dayalı olarak eldeki davadan daha önce, müvekkili tarafından davacı kiracı aleyhine tahliye davası açıldığını, kabul ile sonuçlandığını ve kararın kesinleştiğini bildirmiş olması karşısında; tahliye davasına ilişkin dava dosyası getirtilerek, o davada verilen kararın, eldeki dava yönünden kesin hüküm veya kesin delil ya da güçlü takdiri delil teşkil edip, etmeyeceği hususunun değerlendirilmesi gereğine işaret edilmiştir.

Yerel Mahkemenin temyize konu kararının gerekçesinde ise, her iki davanın taraflarının, konusunun ve sebeplerinin farklı olması nedeniyle, tahliye davasında verilen kararın eldeki dava yönünden kesin hüküm oluşturmayacağı belirtilmiştir.

Bu durumda, temyize konu karar, gerçekte bir direnme kararı değil; bozmadan esinlenmek ve bozma doğrultusunda değerlendirme yapılmak suretiyle oluşturulmuş yeni bir hüküm niteliğindedir.

Dolayısıyla, hükmün temyizen incelenmesi görevi Hukuk Genel Kurulu’na değil, Özel Daireye aittir.

SONUÇ : 1-Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenle davacı vekilinin temyiz dilekçesinin reddine;

2-Yukarıda ( 2 ) nolu bentte açıklanan gerekçeyle davalılar vekillerinin yeni hükme yönelik temyiz itirazları yönünden inceleme yapılmak üzere dosyanın 11. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 27.02.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2004/6-428

K. 2004/456

T. 29.9.2004

• TAHLİYE ( Beş Yıl Üç Ay Süreli Kira Sözleşmesi – Yapıldıktan ve Kiracı Kiralanana Yerleştikten Bir Yıl Sonra İmzalanan Tahliye Taahhüdünün Geçerliliği/Kiracının Mirasçılarını da Bağlayacağı )

• TAHLİYE TAAHHÜDÜ ( Kiracının Mirasçılarını da Bağlayacağı – Beş Yıl Üç Ay Süreli Kira Sözleşmesi Yapıldıktan ve Kiracı Kiralanana Yerleştikten Bir Yıl Sonra İmzalanan/Geçerliliği )

• KİRA SÖZLEŞMESİNİN DEVRİ ( Kiracının Mirasçılarına – Sözleşmeye Bağlı Olarak Verilen Taahhüdün Geçerli Olması/Geçerli Olan Taahhüt Nedeniyle Kiralananın Tahliyesine Karar Verilmesi Gereği ) 2004/m. 272, 273, 275 6570/m. 7

ÖZET : İtirazın iptali ve tahliye davasına dayanak olan kira sözleşmesi 01.10.1995 başlangıç tarihli ve beş yıl üç ay sürelidir. Yazılı kira sözleşmesi kurulduktan ve kiracı kiralanana yerleştikten sonra 01.10.1996 tarihinde verilen taahhüt geçerlidir ve kiracının mirasçılarını da bağlar. Sözleşmenin devri kabul edilse bile sözleşmeye bağlı olarak verilen taahhüdün geçerli olmasına göre geçerli olan taahhüt nedeniyle kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki “itirazın iptali, tahliye” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bandırma Sulh Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 08.08.2003 gün ve 2001/179 E. 2003/560 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 03.11.2003 gün ve 2003/7890-7961 sayılı ilamı ile; ( …Davaya dayanak yapılan kira sözleşmesi 01.10.1995 başlangıç tarihli ve beş yıl üç ay sürelidir. Kiralayan davacı, kiracısı davalıların miras bırakanı O. olup, onun tarafından imzalanmıştır. İcra takibine konu edilen yazılı taahhüt 01.10.1996 tarihli olup kiracının imzasını taşımaktadır. İmza inkarı yapılmış, inceleme sonunda imzanın davalıların miras bırakanı O.’ya ait olduğu anlaşılmıştır.

Yazılı kira sözleşmesi kurulduktan ve kiracı kiralanana yerleştikten sonra 01.10.1996 tarihinde verilen taahhüt geçerlidir ve kiracının mirasçılarını da bağlar. Sözleşmenin devri kabul edilse bile sözleşmeye bağlı olarak verilen taahhüdün geçerli olmasına göre geçerli olan taahhüt nedeniyle kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde red kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunduğundan hükmün bozulması icap etmiştir… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 29.09.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2005/12-676

K. 2005/600

T. 26.10.2005

• AİLE KONUTU ( Üzerindeki Tasarruf Yetkisi Yasa İle Sınırlandırıldığı – Şikayetçi Eşin Halen Bu Yerde Çocukları İle Birlikte Oturmaya Devam Ettiği İleri Sürüldüğüne Göre Şikayetçinin Bu İddiası Üzerinde Durulması Gereği )

• GAYRİMENKULDE ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN BULUNMASI ( Eşlerden Birisi Diğerine Karşı ve Ona Tebaen Taşınmazda Oturduğundan Boşanma Gerçekleşse Bile İİK’nın 276 /Son Madde Hükmü Gereğince 3. Kişi Konumunda Bulunmadığı –TahliyeTakibi )

• HARİCEN SATILAN GAYRİMENKULLERİN TAHLİYESİ ( Tahliyeye Konu Konutun Aile Konutu Olarak Kullanıldığı Şikayetçi Eşin Halen Bu Yerde Çocukları İle Birlikte Oturmaya Devam Ettiği İleri Sürüldüğüne Göre Şikayetçinin Bu İddiası Üzerinde Durulması Gereği )

• ŞİKAYET ( Tahliyeye Konu Konutun Aile Konutu Olarak Kullanıldığı Şikayetçi Eşin Halen Bu Yerde Çocukları İle Birlikte Oturmaya Devam Ettiği İleri Sürüldüğüne Göre Şikayetçinin Bu İddiası Üzerinde Durulması Gereği – Haricen Satılan Gayrimenkulün Tahliyesi ) 2004/m.276 4721/m.194

ÖZET : Olayda, tahliye istemine konu taşınmaz takip alacaklısı tarafından takip borçlusundan haricen satın alınmış ve tarafların sözlü anlaşmaları ile içinde eş ve çocuklar oturmakta iken tahliye taahhüdüne konu edilmiştir. Bu tahliye taahhüdüne dayanılarak alacaklı tarafından girişilen takibe borçlu tarafından itiraz edilmemekle takip kesinleşmiş olduğundan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 276 /son maddesinin uygulanma olanağı bulunmaktadır.

Kural olarak, eşlerden birisi diğerine karşı ve ona tebaen taşınmazda oturduğundan -boşanma gerçekleşse bile- İİK’nın 276 /son madde hükmü gereğince 3. kişi konumunda değildir.

Ancak, kural bu olmasına karşın tahliyeye konu konutun aile konutu olarak kullanıldığı, şikayetçi eşin halen bu yerde çocukları ile birlikte oturmaya devam ettiği ileri sürüldüğüne göre şikayetçinin bu iddiası üzerinde durulmalıdır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 194/1., 194/3 maddeleri gereği, aile konutu özel bir konuma ve öneme sahip kılınmış ve üzerindeki tasarruf yetkisi yasa ile sınırlandırılmıştır. Takibe ve tahliyeye konu taşınmazın aile konutu olduğunun belirlenmesi halinde bu yasal gereklerin yerine getirilip getirilmediğinin araştırılması gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki “şikayet” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ( Ankara Onuncu İcra Mahkemesi )nce şikayetin kabulüne dair verilen 29.01.2004 gün ve 2003/573-2004/60 sayılı kararın incelenmesi Karşı taraf/takip alacaklısı Durdu tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 29.11.2004 gün ve 20444-24666 sayılı ilamı ile;

( … Dairemiz süregelen içtihatlarında benimsendiği üzere boşanma gerçekleşse dahi eşlerden birisi diğerine karşı ve ona tebaen mecurda oturduğundan İİK’nın 276 /son madde hükmü gereğince kiralayana karşı 3. kişi sayılamazlar. İcra mahkemesince müşteki kadının şikayetinin bu nedenle kabulüne karar verilmesi doğru değildir. Öte yandan 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunuyla getirilen 194. madde hükmü koşullarında da mahkemece herhangi bir inceleme yapılmaksızın özellikle mecurun aile konutu niteliği olup olmadığı ve anılan maddenin son fıkra hükmü gereğince kadının sözleşmede taraf durumuna gelip gelmediği irdelenmeksizin eksik inceleme ile sonuca gidilmesi de doğru değildir… )

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : A- Şikayetçi İsteminin Özeti:

Şikayetçi vekili 12.09.2003 tarihli şikayet dilekçesinde özetle; müvekkilinin zilyedi olup, oturmakta bulunduğu gecekonduyu enkaz satıcısı Ferit’in eşi ve iki çocuğu ile birlikte otururken eşini ve çocuğunu terk edip gitmesi üzerine müvekkilinin çocukları ile birlikte hayatlarını komşularının yardımı ile idame ettirdiklerini, borçlunun terk ettiği eşi Münevver hakkında Ankara Ondördüncü Asliye Hukuk Mahkemesinin 1998/12 esas sayılı dosyası ile açtığı boşanma davasının reddedildiğini ve tahliyesi istenen evde şikayetçinin dava tarihine kadar ve halen zilyet olarak oturduğunu, Ferit’in eşi ve çocuklarına mahkemece bağlanan nafakayı bile ödemediğini, tahliye isteyenin önce Ankara İkinci İcra Müdürlüğünün 2001/20672 sayılı, Ankara İkinci İcra Müdürlüğünün 2002/1833 sayılı, Ankara Yedinci İcra Müdürlüğünün 2002/6748 sayılı dosyalarında takibe girişmişse de bu dosyalardaki takiplerin iptal edildiğini, dördüncü kez Ankara Yirmisekizinci İcra Müdürlüğünün 2003/2989 sayılı dosyasında tahliye taahhütnamesi başlığını taşıyan belgeye dayalı olarak 56 örnek tahliye emri gönderildiğini, icra müdürlüğünün şikayetçiye 15.9.2003 tarihine kadar gecekonduyu tahliye etmesi için süre verdiğini, tahliye isteyen ile tahliye taahhüdünde bulunan arasında kiracılık ilişkisi olmadığından icra müdürlüğünce 56 örnek tahliye emri gönderilmesinin icra yasasına aykırı olduğunu belirterek girişilen takibin iptaline karar verilmesini istemiştir.

Şikayetçi vekili 18.11.2003 tarihli celsedeki beyanında: davalı savunmalarındaki hususun yalan olduğunu, müvekkilinin para almadığını savunmuştur.

B- Karşı Tarafın Cevabının Özeti:

Karşı taraf/borçlu Ferit 18.11.2003 günlü duruşmaya katılmış ve beyanında; 1.500.000.000 TL kendisinin, 1.500.000.000 TL de ( şikayetçi ) eşinin para alarak dava konusu yeri Durdu’ya sattığını, savunmuştur.

Karşı taraf/takip alacaklısı Durdu cevap dilekçesinde: dava konusu yer olan gecekondunun evveliyatı Şahin adına kayıtlı iken 20.05.1992 tarihinde Ferit tarafından muhtar ve şahitler huzurunda satın alınıp, 17.09.2001 tarihinde de yine muhtarlık tasdiki ile Ferit tarafından kendisine satıldığını, bu tarihten beri yasal olarak kendisine ait olduğunu, şikayetçi ile diğer şikayet edilen Ferit’in daha sonra boşandıklarını, her ikisinin de başka kişilerle evlendiklerini, şikayetçinin yeni evlendiği eşinin evinde başka adreste oturduğunu, gerektiğinde keşfen durumun tespit edilebileceğini, vekilin müvekkilini zilyet gibi göstererek ve şikayetçinin de boşandıktan sonra evden çıkmayarak satın aldığı yere sahip çıkmak istediğini, fuzuli şagil olup, şikayetinin samimi olmadığını, tahliyesine, taşınmazın kendisine boş olarak teslimine karar verilmesini istemiştir.

Duruşmadaki beyanında da; iki tarafın birlikte kendisine sattıklarını, 3 milyar parayı şahitler huzurunda Ferit ve Münevver’e verdiğini savunmuştur.

C- Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Yerel Mahkeme;

“Davacının davası yerinde görülmüş olup, davacının daha önce değişik Merciilerde açmış olduğu davalarında haklı görülmüş olup, Davalı taraf bu kez üçüncü kez aynı gerekçelerle takip yapmış olup, bu şekilde takip yapamayacağı aslında davalılar Ferit ile Durdu muvazaalı olarak iş bu satış senedini tanzim ettikleri çünkü davacımız Münevver ile Ferit’in boşanmalarının 11.7.2003 tarihinde olduğu, bu kararın 18.7.2003 tarihinde kesinleştiği, Davalı Durdu ibraz ettiği enkaz satış senedinin 17.9.2001 tarihli olduğu ve orada enkazı satanın sadece Davalı Ferit olduğu Münevver’in satışla 3.000.000.000 TL’nin yarısı olan 1.500.000.000 TL aldığına dair belgede imzası olmadığı gibi tarafta olmadığı anlaşılmış olup, bu durumda davacının davası yerinde görülmüş olup kabulü ile aşağıdaki hükme varılmıştır”

Gerekçesiyle; şikayetin kabulüne ve icra takibinin iptaline karar vermiştir.

D- Temyiz Evresi, Bozma ve Direnme:

Karşı taraf/takip alacaklısı Durdu’nun temyizi üzerine Yüksek Özel Daire;

“… boşanma gerçekleşse dahi eşlerden birisi diğerine karşı ve ona tebaen mecurda oturduğundan İİK’nın 276 /son madde hükmü gereğince kiralayana karşı 3. kişi sayılamazlar. İcra mahkemesince müşteki kadının şikayetinin bu nedenle kabulüne karar verilmesi doğru değildir. Öte yandan 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunuyla getirilen 194. madde hükmü koşullarında da mahkemece herhangi bir inceleme yapılmaksızın özellikle mecurun aile konutu niteliği olup olmadığı ve anılan maddenin son fıkra hükmü gereğince kadının sözleşmede taraf durumuna gelip gelmediği irdelenmeksizin eksik inceleme ile sonuca gidilmesi de doğru değildir…”

Gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Direnme hükmünü karşı taraf Durdu temyiz etmiştir.

E- Gerekçe:

İstek, icra müdürlüğü işlemini şikayete ilişkindir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; icra takibinden önce aralarında boşanma davası bulunan eşlerden erkeğin satarak iki adet tahliye taahhüdüne konu ettiği taşınmazda çocukları ile birlikte oturmakta olan şikayetçi eş kadının, taahhüdü alan tarafından kocası aleyhine girişilen takipteki hukuki konumunun ne olacağı ve mahkemece taşınmazın Türk Medeni Kanunu’nun 194/1 maddesi anlamında aile konutu niteliğinin araştırılmasının gerekip gerekmediği, noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle; somut olaya ilişkin özelliklerin açıklanmasında yarar vardır;

Tahliye istemine ve şikayete konu tapu tahsis belgesi başkası adına olan ve koca tarafından haricen satın alınan taşınmazda, önceleri şikayetçi kadın ile karşı taraf/borçlu koca ve çocuklarının oturmakta oldukları, karı-koca arasında çıkan anlaşmazlık nedeniyle kocanın haricen satın aldığı bu yeri yine haricen takip alacaklısına 17.09.2001 tarihli Enkaz Satış Senedi ile satarak, değişik tarihlerde tahliye taahhütleri verdiği, bu taahhütlerin üç ayrı icra takibine konu edilmişlerse de İcra Hakimliklerince takiplerin iptal edildiği, son olarak eldeki şikayete konu takibe girişildiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır.

Karşı taraf/borçlu koca tarafından, tahliyesi istenen konutta çocukları ile birlikte oturmakta olan şikayetçi kadın aleyhine 20.05.2003 tarihinde boşanma davası açılmış; bu dava devam ederken daha önce kocadan konutu haricen satan karşı taraf/takip alacaklısına 01.08.2003 tarihinde konutun boşaltılacağına ilişkin 09.07.2003 tarihli tahliye taahhüdü verilmiş bu arada boşanma davası da 11.07.2003 tarihinde kabulle sonuçlanmıştır.

Şikayetçi kadının kocasından taşınmazı ve tahliyeye ilişkin taahhüdü alan karşı taraf/takip alacaklısı Durdu Ankara Yirmisekizinci İcra Müdürlüğünün 2003/2989 esas sayılı dosyasında 05.08.2003 tarihinde karşı taraf/borçlu koca aleyhine tahliye taahhüdüne dayanarak “haciz ve tahliye” istemli takibe girişmiş; icra müdürlüğünce borçluya Örn.56 tahliye emri gönderilmiştir.

Tahliye emri kendisine 19.08.2003 tarihinde tebliğ edilen borçlu tarafından itiraz edilmemekle takip kesinleşmiş ve 10.09.2003 tarihli müdürlük kararıyla tahliyenin gerçekleştirilmesine karar verilmiştir.

Tahliye istemine konu taşınmazda oturan ve takipten 11.09.2003 günü hacze gelinmesi ile haberdar olan şikayetçi eş eldeki şikayet isteminde bulunmuş; icranın ertelenmesine ve takibin iptalini istemiştir.

Şikayetçi, takip borçlusu eşinin kendisini ve çocuklarını terk ettiğini ve onları mağdur etmek için bu yola başvurduğunu, taşınmazın zilyedinin kendisi ve çocukları olduğunu ileri sürmektedir.

Tahliye istemine konu taşınmaz açıklandığı üzere takip alacaklısı tarafından takip borçlusundan haricen satın alınmış ve tarafların sözlü anlaşmaları ile içinde eş ve çocuklar oturmakta iken tahliye taahhüdüne konu edilmiştir. Bu tahliye taahhüdüne dayanılarak alacaklı tarafından girişilen takibe borçlu tarafından itiraz edilmemekle takip kesinleşmiştir.

Takip kesinleşmekle takibin tarafları arasındaki ilişkinin hukuksal niteliği ve kesinleşen takibin sonuçları uyuşmazlık konusu olmakta çıkmıştır.

Dolayısıyla şikayet konusu olayda takip kesinleşmekle 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 276 /son maddesinin uygulanma olanağı bulunmaktadır.

Burada alacaklı ile borçlu arasındaki ilişki üzerinde değil; şikayetçinin onlar karşısındaki konumu üzerinde durmak gereği ortaya çıkmaktadır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “Kiralanan gayrimenkulde üçüncü şahıs bulunursa” başlıklı 276. maddesi;

“Tahliyesi istenen yerde kiracıdan başka bir şahıs bulunur ve işgalde haklı olduğuna dair resmi bir vesika gösteremezse derhal tahliye olunur.

Şu kadar ki, bu şahıs resmi bir vesika gösterememekle beraber daireye ibraz olunan mukavele tarihinden evvelki bir zamandan beri orayı işgal etmekte bulunduğunu beyan eder ve bu beyanı icra memuru tarafından mahallinde yapılacak tahkikatla teeyyüt ederse memur, tahliyeyi tehirle üç gün içinde keyfiyeti tetkik merciine bildirir.

Merci, tarafları dinleyerek icabına göre tahliyeyi emreder veya taraflardan birinin yedi gün içinde mahkemeye müracaat etmesi lüzumuna karar verir. Bu müddet içinde mahkemeye müracaat edilirse, davanın neticesine göre hareket olunur. 36. madde hükümleri burada da uygulanır. Dava etmeyen taraf iddiasından vazgeçmiş sayılır.

Borçlunun nesep ve sebepten usul ve füruu, karı veya kocası, ikinci dereceye kadar kan ve sihri hısımları ve iş ortakları ile borçluya tebaan mecurda oturdukları anlaşılan diğer şahıslar, bu madde hükmünün tatbikinde üçüncü şahıs sayılmazlar.”

Hükmünü içermektedir.

Görüldüğü üzere, kural olarak; eşlerden birisi diğerine karşı ve ona tebaen taşınmazda oturduğundan -boşanma gerçekleşse bile- İİK’nın 276 /son madde hükmü gereğince 3. kişi konumunda değildir.

Ancak, kural bu olmasına karşın tahliyeye konu konutun “aile konutu” olarak kullanıldığı, şikayetçi eşin halen bu yerde çocukları ile birlikte oturmaya devam ettiği ileri sürüldüğüne göre şikayetçinin bu iddiası üzerinde durulmak gerekir.

Zira, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Aile konutu” başlıklı 194/1 maddesinde;

“Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz” hükmü yer almakta;

Bu maddenin yasal gerekçesinde ise;

“Bu madde ile İsviçre Medeni Kanununun 169. maddesine uygun olarak eşlerin hukuki işlemlerinde 193. maddeyle kabul edilen genel kuralın bir istisnasına yer verilmiştir. Madde eşlerin aile konutlarıyla ilgili hukuki işlemlerde eşlerin serbestliği ilkesine istisna getirmiş ve böylece aile konutu ile ilgili bazı hukuki işlemlerin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kabul edilmiştir.

Aile konutu eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir alandır. Bu nedenle bu denli önemli bir malvarlığıyla ilgili olarak eşlerin tek başlarına hukuki işlemleri yapması diğer eşin önemli yararlarını etkileyebilir. Bunun sonucu olarak madde, konutla ilgili kira sözleşmesinin feshini, bu konutun başkalarına devrini ya da konut üzerindeki hakları ve buna benzer diğer hukuki işlemlere tamamen ya da kısmen sınırlanmasını diğer eşin rızasına bağlamıştır. Maddede, aile konutunu eşlerden birinin kiralaması halinde, diğer eşin bir bildirimle sözleşmenin tarafı haline gelmesi öngörülmektedir.

Bu konu İsviçre Medeni Kanununda 7 Temmuz 1998 tarihli Kanunla yapılan değişiklikle “boşanmanın sonuçları” ile ilgili 121. maddede üç fıkra halinde düzenlenmiştir. Ancak bizde evliliğinin devamı sırasında da kira sözleşmesine taraf olmayan eşin mağdur olması gündeme gelebilmektedir. Bu nedenle sözkonusu hüküm evlenmenin hükümleri kısmında ele alınmıştır.

Diğer eşin kanunun kendisine tanımış olduğu rıza verme yetkisini haklı sebep olmaksızın eşinden esirgemesi, bu yolla hakkını kötüye kullanması mümkündür. Bunun önlenmesi için de maddenin ikinci fıkrasında böyle bir rızaya muhtaç olan eşe hakime başvurma yetkisi tanınmıştır.” denilmektedir.

Bu hüküm göstermektedir ki”, aile konutu özel bir konuma ve öneme sahip kılınmış ve üzerindeki tasarruf yetkisi yasa ile sınırlandırılmıştır. Takibe ve tahliyeye konu taşınmazın aile konutu olduğunun belirlenmesi halinde bu yasal gereklerin yerine getirilip getirilemediğinin araştırılması gerekecektir.

Öyleyse, mahkemece öncelikle bu iddia üzerinde durulmalı ve şikayetçinin bu yerin “aile konutu” olduğunun tespitine yönelik olarak açılmış bir davasının ve aile mahkemesince yapılmış bir belirlemenin bulunup bulunmadığı, araştırılmalı; sonucuna göre gerektiğinde şikayetçiye tahliyesi istenen taşınmazın aile konutu olduğunu ispata yönelik olarak aile mahkemesine dava açma yetkisi ve olanağı verilmeli ve sonucuna göre bir karar verilmelidir.

Aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 19.10.2005 gün ve 2005/12-652 esas ve 2005/583 karar sayılı ilamında da vurgulanmıştır.

Açıklanan hususlar göz ardı edilerek eksik incelemeyle hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Karşı taraf/alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının bozma ilamı ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’nın 429. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 26.10.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2005/6-732

K. 2005/740

T. 21.12.2005

• TEMERRÜT NEDENİYLE KİRA SÖZLEŞMESİNİN FESHİ ( Ödemeyi Yasal Süre Geçtikten Sonra Yapmış Olması Karşısında Temerrüdün Gerçekleştiğinden Tahliye Talebinin Kabulü Gereği )

• TAHLİYE TALEBİ ( Ödemeyi Yasal Süre Geçtikten Sonra Yapmış Olması Karşısında Temerrüdün Gerçekleştiğinden Kabulü Gereği )

• KISMİ ÖDEME TAAHHÜDÜNDE BULUNMA ( Davalı Borç Miktarına İtiraz Ederek Kısmi Ödeme Taahhüdünde Bulunması – Ödemeyi Yasal Süre Geçtikten Sonra Yapmış Olması Karşısında Temerrüdün Gerçekleştiğinden Tahliye Talebinin Kabulü Gereği ) 818/m.260

ÖZET : Dava, temerrüt nedeniyle kira sözleşmesinin feshi ve kiralananın tahliyesi istemine ilişkindir.

Davalının takip dosyasındaki itiraz dilekçesinde kira ilişkisini açıkça kabul ve fakat borç miktarına itiraz ederek, kısmi ödeme taahhüdünde bulunduğu halde, ödemeyi yasal süre geçtikten sonra yapmış olması karşısında temerrüdün gerçekleştiğinin kabulünde zorunluluk bulunmasına; eldeki davada, itirazın kaldırılması yönünde bir istemin de dava dilekçesinde yer almamış olmasına göre, davanın kabul edilmesi isabetli görülmüştür.

DAVA : Taraflar arasındaki “tahliye” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gaziosmanpaşa İcra Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 08.09.2004 gün ve 2004/378-748 sayılı kararın incelenmesi davalı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6.Hukuk Dairesinin 14.03.2005 gün ve 2005/255-2192 sayılı ilamı ile;

( … Dava kira borcu nedeniyle yapılan İcra takibine vaki itirazın kaldırılması ve kiralananın tahliyesine ilişkindir. Mahkemece tahliye kararı verilmiş ve hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, davalının 2001 yılında aylık 50 milyon TL, 2002 yılında aylık 75 milyon TL, 2003 yılında aylık 100 milyon TL, 2004 yılında aylık 150 milyon TL’ den kiracı olduğunu, 2001/4- 2004/3. aylar arası toplam 6.340.125.000.TL kira borcu için icra takibi yaptığını, davalının itirazında, aylık kiranın 40 milyon TL olduğunu bildirdiği halde bu miktardan ödemeyi kabul ettiği 1.480.000.000.TL’yı ödemediğini bildirerek itirazın kaldırılmasını ve davalının tahliyesini istemiştir. Davalı, burada kiracı olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Taraflar arasında yazılı kira sözleşmesi yoktur. Davalı takibin dayanağı olan sözlü akde karşı çıkmıştır. Bu durumda uyuşmazlığın halli yargılamayı gerektirmektedir. Mahkemece yapılacak iş uyuşmazlığın halli yargılamayı gerektirdiğinden bahisle istemin reddine karar vermek gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmadığından kararın bozulması gerekmiştir… ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, temerrüt nedeniyle kira sözleşmesinin feshi ve kiralananın tahliyesi istemine ilişkindir.

Davacı Saadettin Kılıç vekili, davalının, davacıya ait taşınmazda kiracı olduğunu, ödenmeyen kira paralarının tahsili istemiyle hakkında icra takibi yapıldığını, davalının aylık kira miktarının 40.000.000 TL. olduğundan bahisle kira miktarına, borca ve faize itiraz etmekle birlikte, anılan aylık kira miktarı üzerinden toplam 1.480.000.000 TL. yi yatıracağını bildirdiğini; her ne kadar, davalının kira miktarına yönelik itirazları doğru değil ise de, davanın daha fazla uzamaması ve tahliyenin sağlanabilmesi için aylık 40.000.000 TL. kira parasının davacı tarafından kabul edilmekte olduğunu, ancak, davalının ödemeyi taahhüt ettiği tutarı dahi yasal süre içerisinde ödemeyerek temerrüde düştüğünü ileri sürerek, sözleşmenin feshiyle kiralananın tahliyesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı Ramazan Barmanbay cevap dilekçesi vermemiş; bilahare, 08.09.2004 günlü dilekçesinde, davaya konu yeri 06.08.2002 tarihli sözleşmeyle davacıdan satın aldığını, hacizli olması nedeniyle tapusunun verilmediğini, taşınmazda kiracı olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Yerel Mahkeme, davalının takip dosyasındaki itiraz dilekçesinde kiracılık sıfatını ve kira ilişkisini inkar etmediği, eldeki davada ise, 06.08.2002 tarihli sözleşmeyle taşınmazı satın aldığına dair savunmada bulunduğu, bunun, savunmanın genişletilmesi mahiyetinde olması ve davacı tarafından muvafakat edilmemesi nedeniyle sonuca etkili görülmediği; davacının davalı hakkında yaptığı icra takibinde, tahliye ihtarlı örnek 51 sayılı ödeme emrinin davalıya 02.04.2004 tarihinde tebliğ edilmiş olduğu, 30 günlük yasal ödeme süresi geçtikten sonra, 06.05.2004 tarihinde davalı tarafından kabul edilen miktarın icra dosyasına ödendiği, bu durumda ise kısmi temerrüdün sabit bulunduğu gerekçesiyle, davanın kabulüne, taraflar arasındaki kira akdinin temerrüt nedeniyle feshine, kiralananın tahliyesine karar vermiştir.

Davalı tarafından temyiz edilen karar, Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkeme gerekçesini tekrarlayarak önceki kararında direnmiş; direnme kararını da davalı vekili temyiz etmiştir.

Taraflar arasında yazılı kira sözleşmesi yoktur. İcra takibinde de şifahi sözleşmeye dayanılmıştır.

Davalı, takip dosyasına verdiği itiraz dilekçesinde taşınmazda kiracı olarak bulunduğunu kabul etmiş, eldeki davada ise cevap dilekçesi verilmemiş, davalı vekili ilk oturuma mazeret bildirerek katılmamış, ikinci oturumdan önce vekillikten çekildiğine dair dilekçeyi vermiş, üçüncü oturuma bizzat katılan davalı, taşınmazda kiracı olmadığını, davacı ile kendisi arasındaki harici satım akdine dayalı olarak oturduğunu savunmuş, davacı vekili ise bu beyanın savunmanın genişletilmesi niteliğinde olduğunu ileri sürmüş, onay vermemiştir.

Ön sorun ve değerlendirilmesi : Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında, işin esasına geçilmeden önce, hükmü temyiz eden davalı vekilinin temyizden vazgeçmiş sayılıp sayılmayacağı yönünden yapılması gereken değerlendirmeye esas olmak üzere, dosyanın Yerel Mahkemeye geri çevrilmesinin gerekip gerekmediği hususu, ön sorun olarak incelenmiştir.

Bu yönde bir ön sorunun gündeme getirilmesinin nedeni şudur:

Yerel Mahkeme, direnme kararını temyiz eden davalı vekiline “…Mahkememizin 2005/439 esas-2005/563 karar sayılı ilamını temyiz eden davalı vekili tarafından, temyiz talebi ile birlikte temyiz harcı ve temyiz masrafları yatırılmadığı, temyiz harcı olan 11.20 YTL. harcın 10.06.2005 tarihinden itibaren 10 günlük süre içerisinde yatırılması, dosyanın Yargıtay’ a gidiş-dönüş ücreti 15.YTL, temyiz dilekçesinin karşı tarafa tebliği ve Yargıtay ilamının taraflara tebliği masrafı 10.50 YTL., icra dosyasının fotokopi masrafı 3.00 YTL. olmak üzere toplam: 28.50 YTL. temyiz masrafının, muhtıranın tebliğinden itibaren 7 ( yedi ) gün içinde Mahkememiz veznesine yatırılmasına, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacaklarına…” şeklindeki ifade ve uyarıyı taşıyan 10.06.2005 günlü muhtırayı göndermiştir.

Muhtıra davalı vekiline 15.06.2005 günü tebliğ edilmiş; 11,20 YTL. tutarındaki temyiz harcı 21.06.2005 günü mahkeme veznesine yatırılmıştır. Ancak, muhtırada talep edilen temyiz masraflarının ödenip, ödenmediğine ve ödenmiş ise tarihine ilişkin olarak dosyada herhangi bir belge veya açıklama yoktur.

Dosyanın bu yönden ( temyiz masraflarının muhtırada gösterilen süre içerisinde ) yatırılıp yatırılmadığının belgelenmesi veya kayıtlara dayanılarak açıklanması için ) Yerel Mahkemeye geri çevrilmesinin gerekip, gerekmediği konusundaki ön sorunla ilgili olarak, şu değerlendirme yapılmıştır:

Anılan muhtıra üzerine, temyiz masrafının yasal süre içerisinde yatırıldığı, buna ilişkin makbuz içeriğiyle sabittir. Muhtıraya konu temyiz masraflarının ödenmiş olduğu da, dosyanın Yargıtay incelemesi için gönderilmiş olmasından anlaşılmaktadır. Her ne kadar, söz konusu masrafların hangi tarihte yatırıldığı konusunda dosyada herhangi bir belge ve açıklama yok ise de; gerek dosyanın Yargıtay’a gönderilme tarihi ve gerekse, temyiz dilekçesinin verilmesinden sonraki aşama itibariyle, bunların da temyiz harcı ile birlikte aynı gün yatırılmış olduğu, dolayısıyla yasal sürenin geçirilmediği kabul edilmiş; ön sorun bu şekilde oybirliğiyle aşıldıktan sonra işin esası incelenmiştir.

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle; davalının takip dosyasındaki 05.04.2004 tarihli itiraz dilekçesinde kira ilişkisini açıkça kabul ve fakat borç miktarına itiraz ederek, kısmi ödeme taahhüdünde bulunduğu halde, ödemeyi yasal süre geçtikten sonra 06.05.2004 günü yapmış olması karşısında temerrüdün gerçekleştiğinin kabulünde zorunluluk bulunmasına; eldeki davada, itirazın kaldırılması yönünde bir istemin de dava dilekçesinde yer almamış olmasına göre, Yerel Mahkemenin açıklanan bu olgulara dayalı direnme gerekçesi yerinde görülmüş; direnme kararının başlığında karar tarihinin 10.06.2005 yerine 08.09.2004 olarak yazılmış olması da, mahallinde düzeltilmesi mümkün maddi hata olarak kabul edilmiştir.

Ancak, davalı vekilinin esasa ilişkin diğer temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden; bu yönden inceleme yapılmak üzere, dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Yerel Mahkemenin direnme gerekçesi yerinde görülmekle, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 6. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 21.12.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.

“Tarafların yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Bu kural, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır. Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılmamışsa, kira bedeli, bir önceki kira yılının üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla hâkim tarafından, kiralananın durumu göz önüne alınarak hakkaniyete göre belirlenir. Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın, beş yıldan uzun süreli veya beş yıldan sonra yenilenen kira sözleşmelerinde ve bundan sonraki her beş yılın sonunda, yeni kira yılında uygulanacak kira bedeli, hâkim tarafından üretici fiyat endeksindeki artış oranı, kiralananın durumu ve emsal kira bedelleri göz önünde tutularak hakkaniyete uygun biçimde belirlenir. Her beş yıldan sonraki kira yılında bu biçimde belirlenen kira bedeli, önceki fıkralarda yer alan ilkelere göre değiştirilebilir…”

Sözleşmede kira bedeli yabancı para olarak kararlaştırılmışsa, beş yıl geçmedikçe kira bedelinde değişiklik yapılamaz.

“Konut ve çatılı işyeri kiralarında sözleşmeyle kiracıya güvence verme borcu getirilmişse, bu güvence üç aylık kira bedelini aşamaz. Güvence olarak para veya kıymetli evrak verilmesi kararlaştırılmışsa kiracı, kiraya verenin onayı olmaksızın çekilmemek üzere, parayı vadeli bir tasarruf hesabına yatırır, kıymetli evrakı ise bir bankaya depo eder. Banka, güvenceleri ancak iki tarafın rızasıyla veya icra takibinin kesinleşmesiyle ya da kesinleşmiş mahkeme kararına dayanarak geri verebilir. Kiraya veren, kira sözleşmesinin sona ermesini izleyen üç ay içinde kiracıya karşı kira sözleşmesiyle ilgili bir dava açtığını veya icra ya da iflas yoluyla takibe giriştiğini bankaya yazılı olarak bildirmemişse banka, kiracının istemi üzerine güvenceyi geri vermekle yükümlüdür.”

“Kiracıya, kira bedeli ve yan giderler dışında başka bir ödeme yükümlülüğü getirilemez. Özellikle, kira bedelinin zamanında ödenmemesi halinde ceza koşulu ödeneceğine veya sonraki kira bedellerinin muaccel olacağına ilişkin anlaşmalar geçersizdir.”

“Konut ve çatılı işyeri kiralarında kiracı, belirli süreli sözleşmelerin süresinin bitiminden en az onbeş gün önce bildirimde bulunmadıkça, sözleşme aynı koşullarla bir yıl için uzatılmış sayılır. Kiraya veren sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremez. Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir. Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde, kiracı her zaman, kiraya veren ise kiranın başlangıcından on yıl geçtikten sonra, genel hükümlere göre fesih bildirimiyle sözleşmeyi sona erdirebilirler. Genel hükümlere göre fesih hakkının kullanılabileceği durumlarda, kiraya veren veya kiracı sözleşmeyi sona erdirebilir.”

Kiraya veren sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremez. Ancak on yıllık uzama süresinin sonunda en az üç ay önceden bildirmek koşuluyla herhangi bir sebep göstermeksizin sona erdirebilir.

Borçlar Kanunu Avukat Derviş Ali ERKOL

ŞİRKET ÇEKİ’NE TEK İMZA ATARAK MAL ALMASI SONRADAN ŞİRKET ÇEKİ ÇİFT İMZALI DEĞİL DİYEREK ÖDEME YASAĞI KOYDURMASI, NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK SUÇUNUN OLUŞTURUR

T.C.
YARGITAY
15. CEZA DAİRESİ
ESAS NO: 2015/209
KARAR NO:2018/51
KARAR TARİHİ: 8.1.2018

> ŞİRKET ÇEKİ’NE TEK İMZA ATARAK MAL ALMASI SONRADAN ŞİRKET ÇEKİ ÇİFT İMZALI DEĞİL DİYEREK ÖDEME YASAĞI KOYDURMASI, NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK SUÇUNUN OLUŞTURUR

Nitelikli dolandırıcılık suçundan sanığın mahkumiyetine dair hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek
gereği düşünüldü:

KARAR

Sanık hakkında, 5237 Sayılı TCK.nun 158/1-h maddesine aykırılık suçundan kamu davası açıldığı ve ek savunma hakkı verilmeden aynı maddenin (f) fıkrasıyla cezalandırıldığı anlaşılmış ise de, iddianamede sanığın şirkete ait çeki tek başına keşide ederek vermek suretiyle atılı suçu işlemiş olduğundan bahisle cezalandırılmasının talep edilmesi sebebiyle bankanın aracı kılınması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunun anlatılmış olduğu, sanığın alınan savunması öncesinde de iddianamenin okunarak atılı suçun anlatılmış olması, ek savunma hakkı yönünden bozma nedeni yapılmamıştır.

Suça konu çek bedeli ve sanık hakkında verilen ceza miktarı karşısında, tebliğ namede yer alan orantılılık kuralları gözetilmeden, hak ve nesafet kurallarına aykırı olarak, sanık hakkında asgari sınır üzerinden ceza tayin edildiği gerekçesiyle bozma görüşüne iştirak edilmemiştir.

Katılanın ticari ilişkisi sebebiyle … isimli şahıstan Finansbank Adana Şubesine ait 31/01/2008 keşide tarihli 20,000 TL bedelli … Ticaret A.Ş’ye ait çeki aldığı, katılanın sanık ilede görüşerek çekin doğruluğunu teyit ettikten sonra bankaya ibrazında, bankadan bildirilen cevabi yazıya göre de çek ile ilgili ödemeden men yasağı bulunması sebebiyle ödemenin yapılamadığı, sanığın şirketi tek başına temsil ve imza yetkisi olmadığı halde çeki keşide ettiği ve ödeme yasağı sebebiyle çek bedelinin ödenmediği, katılanın alınan beyanın da sonradan öldüğü anlaşılan … isimli kişi ile canlı hayvan alış verişi sonucunda aldığı şirket çekini sanık ile görüşüp doğruluğunu teyit ettikten sonra tahsil için bankaya götürdüğünde sanığın yetkilisi olduğu şirketin yazılı talebi üzerine çek ile ilgili ödemeden men yasağının bulunduğunu öğrendiğini, bu sebeple zararının olduğunu beyan ettiği, sanığın alınan savunmasında ise, … Mefruşat Ticaret A.Ş’nin yetkilisi ve ortağı olduğunu, şirket çeklerinde kızının ve kendisinin imzasının bulunması gerektiğini ancak tek başına imzaladığını, çekteki keşideci imzasının kendisine ait olduğunu, bankaya ödemeden men talimatını kendisinin verdiğini, bahse konu çeki de malzeme alış verişi için … isimli şahsa verdiğini beyan ettiği, sanığın bu şekilde şirkete ait çeki tek başına keşide ederek ve daha sonra da ödemeden men talimatı vererek haksız menfaat sağladığı, sanık savunması, katılan beyanı ve tüm dosya kapsamından anlaşıldığından, sanığın nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinin sabit olduğu gerekçesine dayanan mahkemenin mahkumiyet hükmünde bir isabetsizlik görülmemiştir.

SONUÇ : Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafiinin verilen kararın usul ve yasalara aykırı olduğuna ve sanığa alt sınırdan uzaklaşılarak ceza verilmesinin bozma nedeni oluşturduğuna dair yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle mahkumiyet hükmünün ONANMASINA, 08/01/2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi

MOBBİNG, İŞÇİNİN HER SEFERİNDE FARKLI SEBEPLERLE İŞÇİYİ İSTİFAYA ZORLAYAN OLUMSUZ TAVIR VE DAVRANIŞLAR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO: 2017/7-3017
KARAR NO: 2018/99
KARAR TARİHİ: 24.1.2018

>MOBBİNG, İŞÇİNİN HER SEFERİNDE FARKLI SEBEPLERLE İŞÇİYİ İSTİFAYA ZORLAYAN OLUMSUZ TAVIR VE DAVRANIŞLAR.

Taraflar arasındaki “iş yerinde psikolojik taciz (mobbing) nedenine dayalı manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 1. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 19.12.2012 gün ve 2010/802 E., 2012/900 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 09.12.2013 gün ve 2013/8988 E., 2013/21316 K. sayılı kararı ile;

“…Davacı vekili, davalı iş yerinde amirlerinin sözlü saldırı ve hakaretlerine maruz kaldığını, kişilik haklarının çiğnendiğini, istirahatli olduğu zamanda banka şube müdürü tarafından oluru alınmaksızın çalışma masası, çekmeceleri, özel eşyaları arandığını ve böylece diğer çalışma arkadaşları karşısında küçük düşürüldüğünü, kendisine üstleri tarafından sistematik bir biçimde işten istifa etmesi için her türlü kötü muamele, tehdit, aşağılama gibi davranışlar uygulandığını, bunun neticesinde ortaya çıkan psikolojik tacizin E.Ü.Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanlığının raporu ile sabit hale geldiğini, mobbing eylemlerine rağmen davalı işverenin işçisine karşı koruma sorumluluğunu yerine getirmediğini, davacının iş yerinde yıpratılmasını önleyemediğini, davacının işini, görevini gereği gibi yapmasına, yapmak için uğraş vermesine rağmen onurunun, kişiliğinin, iş ortamında incitilmesine, küçük düşürülmesine, üzüntü ve sıkıntı içinde kalmasına neden olunduğunu belirterek manevi tazminat alacağının tahsilini istemiştir.

Davalı işveren vekili ise, davacının 25.10.2004-23.06.2008 tarihleri arası çalıştığını ve istifa ederek ayrıldığını, yeniden 17.06.2009 tarihinde tekrar göreve başladığını, Şirinyer Şubesinde yönetmen sıfatı ile işletme bankacılığı portföy yöneticisi olarak görev yapmakta iken 04.11.2010 tarihinde 25/2-b bendi uyarınca iş aktinin feshedildiğini, davacının yeniden işe alınmasını tavsiye eden dava dilekçesinde isim vermek sureti ile suçladığı kişiler olduğunu, davacıya verilmiş hedefler olmasına rağmen kendisinin bir türlü istenilen performansı gösteremediğini, sürekli verilen hedeflerin gerisinde kaldığını, hatta bu sebeple bir defa uyarı cezası dahi aldığını, davacının aniden rahatsızlanması ve rapor alması üzerine 01.09.2010 tarihinde bankacılık işlemi için evrak araması hasıl olduğnu ve evrak araması çerçevesinde banka disiplin yönetmeliğine göre suç sayılan bazı evraklara rastlandığını, şube çalışanlarının huzurunda tutanak tutmak suretiyle belgelendiğini ve kasada muhafaza edildiğini, konunun teftiş kuruluna bildirildiğini, rapor ile davacının banka disiplin yönetmeliğine göre suç sayılan eylemlerinin detayları ile tespit edildiğini, müşterilere açıktan faiz ödemek, faiz oranları hakkında farklı taahhütlerde bulunmak fiillerinden dolayı disiplin yönetmeliğinin 10/y maddesi hükmü gereğince kınama cezası öngörüldüğünü, iddia edildiği gibi hiçbir şekilde mobbing eylemleri ve diğer iddia edilen fiiler ve işlemler uygulamadığı gibi tam tersine son derece şeffaf bir şekilde bankacılık ilke ve uygulamaları doğrultusunda işlemler yapıldığını, davacının yönetmeliklere aykırı fiil ve işlemlerini gidermek yerine tam tersine amirlerine karşı gerçek dışı, şeref ve haysiyeti incitici isnat ve suçlamalarda bulunması, savcılığa suç duyurusunda bulunması, bu davayı ikame etme yoluna gitmesi karşısında davacının iş aktinin feshi yerine kendisine uyarı cezası verildiğini, fakat banka olarak görev değişikliği dahi tüm alternatifleri değerlendirirken kendisinin asılsız ve mesnetsiz iddialarla suç duyurusu ve dava açma yolunu tercih etmesi üzerine iş akdinin feshinin banka açısından uygulanmak durumunda kalındığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davacının maruz kaldığını iddia ettiği ve tanık beyanları ile de desteklenen hiyerarşik açıdan kendisinden üst mevkide yer alan ..bank İzmir Şube Müdürü ve Bölge Müdürü tarafından tekrarlanan bir biçimde ve her seferinde farklı sebeplerle davacıyı istifaya zorlayan olumsuz tavır ve davranışlar ile yargılama sürecinde toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporları birlikte değerlendirildiğinde davacının işçi konumunda çalışması, işverenin işçiyi gözetme, bu anlamda insani varlıklarına ve kişiliğine saygı gösterilmesini sağlama yükümlülüğü ve ayrıca çalışanlar arasında ayrım yapmaktan kaçınmak konusundaki yasal gereklere uygun davranma yükümlülüğünün gereklerini davacı yönünden yeterince gerçekleşmediğini, bu çerçevede yapılan inceleme ve değerlendirmede davacının çalışma ortamında iş yeri yetkilileri tarafından psikolojik baskıya tabi kılındığı ve yargılama sürecinde alınan doktor raporuyla da anlaşıldığı üzere bu baskıların devam ettiği süreçte yaşadığı acı ve elem yanında, davacının psikolojik yapısında bozulmaya yol açtığı yönü ile bu konuda takdir edilecek tazminatı tutarının çalışma ilişkilerinde yaygın olarak dile getirilen bu tür eylemler konusunda caydırıcılık taşıması gereğiyle eylemin ağırlık derecesi de gözetilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Çağdaş iş hukuku bir taraftan uluslararası sözleşmeler, diğer taraftan Avrupa normları işçinin huzur içerisinde işini görmesi, emeğinin karşılığını alması, çalışma ilişkisinin, karşılıklı güvene dayanan tam bir uyum içerisinde olmasını amaçlamıştır.
İşyerinde psikolojik taciz (mobbing) çağdaş hukukun son zamanlarda mahkeme kararlarında ve öğretide dile getirdiği bir hukuki kurumdur. Örneğin Alman Federal İş Mahkemesi bir kararında işçilerin birbirine sistematik olarak düşmanlık beslemesi, kasten güçlük çıkarması, eziyet etmesi veya bu eylemlerin işçinin başta işveren olmak üzere amirleri tarafından gerçekleştirilmesi olarak tanımlanmıştır. (BAG, 15.01.1997, NZA. 1997) Görüleceği üzere işçi bir taraftan diğer işçiye, diğer taraftan işverene karşı korunmaktadır. İşçinin anlattığı mobbing teşkil eden olayların tutarlık teşkil etmesi, kuvvetli bir emarenin bulunması gerekmektedir. Kişilik hakları ve sağlığın ağır saldırıya uğraması mobbingin varlığını tartışmasız kabulünü doğurur.
Öte yandan ispat kurallarının zorlanan sınırları usul hukukunda yeni arayışlara yol açmıştır. Emare işte bu anlayışın bir sonucudur. Olayların tipik akışı, tecrübe kuralları gözönüne alındığında verilecek sonuçla ispat gerçekleşir. Başka bir anlatımla bu ilk görünüş ispatıdır. (Üstündağ, Saim:Medeni Yargılama Hukuku B.6, İstanbul 1997 ;sh.622)

Somut olayda davacı kendisine yönelik işveren yetkililerinin davranışlarını belirtir iken olayın kronolojisini şu şekilde vermektedir. Buna göre; ” kendisine yönelik 24.08.2010 günü şube müdürünün ” bölge müdürü C…’in istifasını istediğini söylemesi ve bunun nedeni olarak da bölge müdürünün….bank’tan T…’e ve tekrar ….bank’ta işe başlamasını hoş karşılamadığını, bu tarz personele taktığını” beyan ettiğini,bu tarihten önce ise sadece 28.04.2010 tarihinde şubenin önceki müdürü döneminde davacının performansı sebebiyle uyarı cezası verildiği, hem bu uyarı yazısı hem de şube müdürünün yukarda belirtilen sözleri sebebiyle içinde bulunduğu psikolojik durum sebebiyle rahatsızlandığını ve hemeroid ameliyatı olup istirahat raporu aldığını, raporun ilk günlerinde şube müdürü ile bölge satış müdürü tarafından telefonla aranarak şubeye istifa etmesi için beklendiğinin bildirildiğini, 02.09.2010 günü şube müdürünün kendisini arayarak ” çalışma masasındaki çekmecelere baktığını, bazı belgeler bulup tutanak tuttuklarını söylediğini, 27.09.2010 tarihinde iş başı yaptığını, şube müdürünün odasına çağırarak istifa dilekçesini yazmasını, imzalamasını söylemiş olduğunu, istifa etmeyeceğini beyan etmesi üzerine elinde kendisi ile ilgili belgeler olduğunu bildirerek istifasını istediğini, söz konusu belgelerin raporlu olduğu dönemde bilgisi ve onayı dışında masası, çekmeceleri karıştırılarak oluşturulan tutanaklar olduğunu öğrendiğini, söz konusu tutanaklardan bir örnek istediğinde istifa etmesi şartı ile verileceğinin söylendiğini, istifa etmeyeceğini söylemesi üzerine de bölge satış müdürünün şubeye çağrıldığını, her ikisinin de olduğu ortamda şube müdürünün istifa etmesinin kendisi için en iyi yol olacağı aksi takdirde söz konusu tutanak kullanılmak suretiyle uyarı cezası verileceği ve bu kayıt ile kendisinin başka bankalarda çalışmasını engelleyeceği, hayatının kararacağı şeklinde tehditlerde bulunduğunu, istifasının neden istendiğini sorduğunda ise Bölge Müdürünün, Mart-Nisan aylarında yapılan kampanyadaki etkinliğini tatmin edici bulmadığının söylediğini, bu baskılar sebebiyle psikolojik açıdan rahatsızlanıp eczacıya başvurduğunu ve kendisine antideprasan verildiğini, 01.10.2010 günü E.Ü.Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim dalı Başkanlığına başvurduğunu ve ankisiyete bozukluğu teşhisi konulup ilaç verildiğini, hastane dönüşü çalışmakta iken bu kez de banka denetleme müfettişi geldiğinin söylendiğini, müfettişin de bir müşterinin hesabına kendisinin para yatırdığını bu durumun soruşturma konusu olduğunu söylediğini, bu olaylar neticesinde C.Savcılığına suç duyurusunda bulunduğunu” beyan etmiştir.

Öncelikle davacının dava dilekçesinde kendisine yönelik psikolojik baskı uygulayan işveren yetkililerinin şube müdürü ile bölge satış müdürü ve bölge müdürü olduğunu beyan etmiş ve bu kişiler hakkında suç duyurusunda bulunmuş ise de yapılan hazırlık soruşturması neticesinde soyut iddia dışında kamu davasının açılmasını gerektiren bir durum bulunmadığı belirtilerek takipsizlik kararı verilmiş, bu karara itiraz edilmesi üzerine de Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesince 2011/780 D.İş sayılı 06.04.2011 tarihli karar ile itirazın reddedilmesi üzerine takipsizlik kararı da kesinleşmiştir.

Yine kendisine psikolojik baskı uyguladığı belirtilen davalı işveren temsilcilerinden bölge satış müdürü …’ın davacının ikinci kez davalı bankaya alınmasında etkin rol aldığı ve yine dosyada yer alan maillerden davacının durumu ile ilgili ortak arkadaşları ile yaptığı görüşmelerin neticesinde davacıya psikolojik olarak baskı yapan bir üst yönetici pozisyonunda olmadığı izlenimi oluşmaktadır.
Davacının masasındaki çekmecelerin karıştırılmasına dair iddiası yönünden ise davalı işyerinin niteliği ve özellikle de kişisel eşyaların çekmecelerde bulundurulmaması sebebiyle masa üzerinde işverenin tasarrufunun her zaman geçerlilik taşıdığı da işin gereğidir. Dosyada davacının masasına ait çekmecede tespit edilen evrak listelenmek suretiyle ( 18 adet) tutanak tutulduğu ve olayın Teftiş Kuruluna bildirilmesi üzerine gelen banka müfettişinin yaptığı inceleme neticesinde “…soruşturmaya konu müşteri…. hesabına vadeli mevduat vade günlerinde 9 adet işlemde toplam 2534,05 TL nakit yatan işlemleri yapılmıştır. İşlemleri gerçekleştiren gişe görevlileri tüm paraların … tarafından getirildiğini ifade etmişlerdir ve … da bilgilerin doğruluğunu teyit etmiştir. Işlemlerin yapıldığı günlerde …’nın hesabından nakit çekilen işlemleri bulunmaktadır. Bu müşteri dışında başka bir müşterinin … numaralı …. hesabına da vadeli mevduat vade günlerinde 2 adet işlemde toplam 220,6 TL nakit yatırılmıştır. …, söz konusu tutarların kendisine müşteriler tarafından teslim edildiğini ifade etmektedir. Tüm bulgular ve ifadeler neticesinde M……ın 2 adet müşteriye toplam 2754,65 TL açıktan faiz ödediği yönünde ” kanaat belirttiği görülmüştür.

Davacının iddialarına yönelik olarak dinlenen davacı tanıklarından …, ” davacıya iş yerinde zamanla az fakat giderek artan şiddetle bağırdıklarına şahit olduğunu, hitap şekillerini hatırlamadığını, çocuk gibi kendisini azarladığını” beyan ettiği görülmüş dinlenen diğer davacı tanığının ise bu konuda görgüye dayalı bilgisi olmadığı görülmüştür. Ancak bu tanıkların beyanlarında zaman belirtilmediğinden önem taşıyan bir husus ortaya çıkmaktadır. Davacının çalıştığı şubenin önceki müdürü ile uzun süre çalışmıştır. Performansı ile ilgili uyarıyı da bu müdür döneminde almıştır. Davacının dava dilekçesinde hakkında şikayetçi olduğu ve suç duyurusunda bulunduğu şube müdürü ile çalışması süresi ise feshe kadar 5-6 ay kadardır. Dolayısıyla davacı tanıklarının beyanlarının bu yönü ile mevcut şube müdürünün kendisine bağırdığına yönelik beyan kabul edilmesi mümkün değildir.

Dosyada ilki avukattan ikincisi ise doktordan alınan iki raporda da işveren tarafından davacı işçiye yönelik psikolojik taciz uygulandığı noktasında yeterli delilin bulunmadığı ortaya konulmuştur. Olayın niteliği itibariyle avukat olup bilirkişinin konu ile ilgili teknik bilgisi bulunmadığı kabul edilebilir ise de dosyada psikolojik taciz yönünden davacı tanığı …’ün beyanı dışında delil olmadığı doktor olarak görev yaptığı anlaşılan ikinci bilirkişi tarafından düzenlenen raporda belirtilmiştir.

Ancak ikinci raporda davacının heyet tarafından değerlendirilmesi yönündeki görüşü üzerine mahkemece istenilmesi üzerine davacı işçi ile yüz yüze görüşme suretiyle yapılan ancak dava dosyası incelenmeksizin kanaat belirtilen Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalında görevli kişilerden oluşan heyetten rapor alınarak sonuca gidildiği görülmüştür. Ancak hükme esas alınan bu raporun tek yönlü olduğu, sadece davacı ile yapılan mülakat neticesinde edinilen izlenim olduğu hatta bir kısım davacı anlatımının yargılama konusu dosyada iddia olarak dahi dile getirilmediği de değerlendirildiğinde bilirkişilerce davalı savunması ve dosyadaki diğer deliller gözönünde bulundurulmaksızın kanaat oluşturulmak suretiyle tanzim edildiği anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak işveren veya yetkililerinin davranışlarının psikolojik baskı ya da manevi cebir olarak kabul edilmesi için eylemlerdeki süreklilik ve eylemi gerçekleştiren kişilerdeki ulaşılmak istenen amaç oldukça önemlidir. Dosya kapsamından kendisine yönelik psikolojik taciz niteliğinde davranışları olduğunu isim vererek açıkça belirten davacının, ismini verdiği bu işveren yetkililerinin kendisinin istifasının istenilmesine yönelik sadece kendi beyanları dışında başkaca hiçbir delil sunamadığı,buna karşılık hükme esas alınan raporun yukarda belirtilen sebeplerle yeterli bir rapor niteliğinde olmayıp hükme esas alınamayacağı, davacı iddiasını destekler davacı tanığının beyanının da psikolojik taciz için yeterli kabul edilemeyeceği, işverenin işlemlerinin yönetim hakkından kaynaklı olup manevi tazminatı gerektirecek ağırlıkla eylemler olmadığı anlaşılmakla davanın reddine karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme sonucu kabulüne karar verilmiş olması bozma nedenidir….”
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR

Dava iş yerinde psikolojik taciz (mobbing) nedenine dayalı manevi tazminatın tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin amirlerinin sözlü saldırı ve hakaretlerine maruz kaldığını, kişilik haklarının çiğnendiğini ileri sürerek manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili davacının 25.10.2004-23.06.2008 tarihleri arası çalıştığını ve düşük performans sebebiyle istifa ederek işten ayrılıp bir başka bankada çalışmaya başladığını, bir müddet sonra bu bankadan istifa ederek 17.06.2009 tarihinde tekrar davalı banka bünyesinde çalışmaya başladığını, davacının yeniden işe alınmasını tavsiye edenlerin davacının dava dilekçesinde isim vermek suretiyle suçladığı kişiler olduğunu, davacıya verilmiş hedefler olmasına rağmen kendisinin bir türlü istenilen performansı gösteremediğini, sürekli verilen hedeflerin gerisinde kaldığını, hatta bu sebeple savunması da alınmak suretiyle uyarı cezası dahi verildiğini, davacının aniden rahatsızlanması ve rapor alması üzerine 01.09.2010 tarihinde bankacılık işlemi için evrak aranması gerektiğini, evrak araması çerçevesinde banka disiplin yönetmeliğine göre suç sayılan bazı evraka rastlandığını, bu durumun şube çalışanlarının huzurunda tutanak tutmak suretiyle belgelendiğini, tutanağın kasada muhafaza edildiğini, konunun teftiş kuruluna bildirildiğini, düzenlenen raporda davacının banka disiplin yönetmeliğine göre suç sayılan eylemlerinin detayları ile tespit edildiğini, müşterilere açıktan faiz ödemek, faiz oranları hakkında farklı taahhütlerde bulunmak fiillerinden dolayı Disiplin Yönetmeliğinin 10/y maddesi hükmü gereğince kınama cezası öngörüldüğünü, iddia edildiği gibi hiçbir şekilde mobbing sayılacak eylemler ile diğer fiil ve işlemler uygulanmadığı gibi tam tersine son derece şeffaf bir şekilde bankacılık ilke ve uygulamaları doğrultusunda işlemler yapıldığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece davacının çalışma ortamında iş yeri yetkilileri tarafından psikolojik baskıya maruz bırakıldığı, yargılama sürecinde alınan doktor raporuyla bu baskıların devam ettiği süreçte acı ve elem yaşadığı ayrıca davacının psikolojik yapısında bozulma oluştuğu gerekçesi ile eylemin ağırlık derecesi gözetilerek davanın kısmen kabulüne ve 5.000 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece bozma kararı içeriğinde yapılan irdelemeyle hükme dayanak alınan tıbbi raporun tek yanlı içeriği ve yetersizliğine değinilmişken yeni bir inceleme gereği duyulmaksızın yine söz konusu rapordan hareketle davanın reddine karar verilmesinin istenilmesinin çelişki olduğu, iş yerinde maruz kaldığı uygulamalar sebebiyle psikolojik yapısının belirlenmesine yönelik bir tıbbi incelemenin tek taraflı olmasının konunun doğası gereği olduğu, ayrıca işverenin yönetim hakkı kavramı altında tanımlanan, çalışanın iş yerinde özel alanı ve yaşamının olmayacağı sonucunun doğmasına yol açacak yaklaşımın da temel insan hak ve özgürlüklerinin çalışma yaşamında da korunması gerektiği, işverenin denetim ve gözetim hakkının iş yeri ortamında dahi kişisel özgürlüklere saygı bağlamında sınırlanması gerektiği, psikolojik baskı iddiasının davacıyı, yöneticiler hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunma noktasına getirdiği yönü göz ardı edilerek ispat zorluğu kabul edilen olayda kanıt yetersizliğine dayalı takipsizlik kararına üstünlük tanınması konusundaki bozma gerekçesinin de kabule olanak olmadığı gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davalı işveren vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda, davalı işveren yetkililerinin tutum ve davranışlarının mobbing olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği, hükme esas alınan raporun yeterli olup olmadığı ile yeni bir incelemeyi gerektirip gerektirmediği, burada varılacak sonuca göre de davacının kişilik haklarının saldırıya uğrayıp uğramadığı belirlenerek davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmayacağı noktalarında toplanmaktadır.

Psikolojik taciz (mobbing); iş yerinde diğer çalışanlar veya işverenler tarafından tekrarlanan saldırılar şeklinde uygulanan bir çeşit psikolojik terördür. Kavram, çalışanlara üstleri, astları veya eşit düzeydeki çalışanlar tarafından sistematik biçimde uygulanan her tür kötü muamele, tehdit, şiddet, aşağılama gibi davranışları ifade eden anlamlar içermektedir. Mobbing olgusundan zarar gören kişilerde; uykusuzluk, iştahsızlık, depresyon, sıkıntı, endişe, hareketsizlik, ağlama krizleri, unutkanlık, alınganlık, ani öfkelenme, suskunluk, yaşama arzusunun kaybı, daha önceleri sevdiği şeylerden doyum almama gibi bir takım davranış ve düşünce değişiklikleri gözlenebilir (Tınaz, P.: İş yerinde Psikolojik Taciz (Mobbing), Beta Yayınları, İstanbul Mart 2006, s.8).

Anayasa Mahkemesine (AYM) göre psikolojik taciz olarak tabir edilen ve çalışanlara yönelik iş yerlerinde gerçekleştirilen, belirli bir süre sistematik biçimde devam eden, yıldırma, dışlama, pasifize etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan, mağdurların kişilik değerlerine, mesleki durumlarına, sosyal ilişkilerine ve özellikle ruh sağlıklarına zarar veren, bireylerin yaşamlarına etkisi bakımından çekilmez bir ağırlık ve yoğunluk derecesine ulaşan, kasıtlı biçimdeki olumsuz tutum ve davranışlar bütünü olarak tanımlanan psikolojik taciz niteliğindeki eylem, işlem ya da ihmallerin Anayasa ve Sözleşme ile güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını zedeleyebileceği açıktır. Psikolojik taciz mahiyetindeki bu tür davranışların önlenmesi için tedbirler alınması ve gerçekleştirildiğine yönelik şikâyetlerin etkili şekilde incelenmesi anayasal bir gereklilik olduğu gibi yıldırıcı ve kasıtlı tutumlara maruz kalanların uğradıkları maddi ve manevi zararların giderilip sorumluların yasal çerçevede cezalandırılmaları da bu gerekliliğin bir devamını oluşturmaktadır (Fecir Ergün Turan, B. No: 2014/10590, 05.12.2017, para. 48).

Çalışanların adil çalışma koşulları altında güvenli ve sağlıklı ortamlarda çalışmaları ile ilgili hususlar, insan hakları ile ilgili diğer bir takım uluslararası hukuk belgelerinde de yer almaktadır. Örneğin Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 26. maddesinde tüm çalışanların onurlu çalışma haklarının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla işverenlerin ve çalışanların örgütlerine danışarak çalışanların birey olarak işyerinde ya da işle bağlantılı olarak maruz kaldıkları kınanacak ya da açıkça olumsuz ya da suç oluşturan, tekrarlanarak devam eden eylemler konusunda bilinçlenmesi, bilgilenmesi ve bunların engellenmesi konusunda desteklenmesi ve çalışanları bu tür davranışlardan korumaya yönelik tüm uygun önlemlerin alınması taraf devletlerin taahhüdü olarak düzenlenmiştir (AYM, Fecir Ergün Turan kararı, para.49).

Ülkemizde 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’ndan önceki dönemde özel bir düzenleme olmamasına rağmen, çalışanların maruz kaldıkları psikolojik taciz, hizmet sözleşmesinin taraflara yükledikleri borçlar ve ödevler kapsamında değerlendirilmiştir. Buna göre, psikolojik taciz eylemi, işverenin işçiyi koruma (gözetme) ve eşit davranma borçlarına aykırılık oluşturmaktadır. Bunun yanında, psikolojik taciz aynı zamanda, işçinin kişilik haklarına da müdahale niteliği taşıması dolayısıyla, buna dair hukuki yolların da kullanılması gündeme gelebilir.

Mülga 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 332’nci maddesinde işçinin, iş görme yükümlülüğü çerçevesinde maruz kalacağı tehlikelere karşı işverenin gerekli tedbiri alması gerektiği hususu düzenlenmişti. Bu düzenleme, işverenin işçiyi koruma (gözetme) borcunun temelini oluşturuyordu. Buna karşılık 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununda “İşçinin Kişiliğinin Korunması” başlıklı 417’nci maddesinde psikolojik taciz terimine açıkça yer verilmiş ve işçinin kişiliğinin korunması yoruma yer vermeyecek biçimde özel olarak düzenlenmiştir. Buna göre;

“İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.

İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.

İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı sebebiyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlızararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.”
Bireylerin çalışma ortamlarında maruz kaldıklarını ileri sürdükleri eylem, işlem ya da ihmallerin psikolojik taciz olarak nitelendirilmesi her somut olayın kendi bütünlüğü içinde değerlendirilmesiyle mümkündür. Müdahalelerin işyeri ile ilgili işyerinde çalışan diğer şahıslar tarafından süreklilik arz edecek şekilde tekrarlanan, sistemli ve kasıtlı, yıldırma ve dışlama amaçlı; mağdurun kişiliğinde, mesleki durumunda ve sağlığında zarar ortaya çıkaran nitelikte olması gerekir. Müdahalelerin neden olduğu sonuçların boyutu; mağdurun konumuna, muamelelerin süresine, sıklığına, kim ya da kimler tarafından gerçekleştirildiğine, mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumuna kadar birçok faktöre göre değişebilmektedir (AYM, Fecir Ergün Turan kararı, para.50).

Görüldüğü üzere, bir eylemin psikolojik taciz olarak kabul edilebilmesi için, bir işçinin hedef alınarak gerçekleştirilmesi, belli bir süreye yayılması ve bu durumun sistematik bir hâl alması gerekir. Belirtilen şartların gerçekleşip gerçekleşmediğinin, her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Psikolojik tacizin nedenleri farklılık göstermesine karşın amaç, çoğu kez işçinin iş yerinden ayrılmasını sağlamaktır.

Son olarak psikolojik taciz ile ilgili ispat sorununa değinmek gerekmektedir. Her ne kadar psikolojik tacize uğradığını iddia eden mağdur, bu iddiasını ispatlamakla yükümlü ise de; psikolojik tacizin genellikle tacizi uygulayan ile tacize maruz kalan arasında gerçekleşen bir olgu olması karşısında olayların tipik akışı, tecrübe kuralları göz önüne alınarak sonuca gidilmesinde yarar bulunmaktadır. Yaklaşık ispat olarak adlandırılan bu yaklaşım tarzı işin doğasına da uygundur. İş Hukukunda ispat kurallarının esnekleştirildiği bazı düzenlemeler de bulunmaktadır. Nitekim 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 5’inci maddesinin son fıkrasında belirtildiği üzere işçi, işverenin eşit işlem borcuna aykırı davrandığını güçlü bir biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren böyle bir ihlalin mevcut olmadığını ispat etmekle yükümlüdür. Aynı şekilde 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 25’inci maddesinin yedinci fıkrasında fesih dışında işverenin sendikal ayrımcılık yaptığı iddiasını işçi ispat etmekle yükümlü olduğu, ancak işçinin sendikal ayrımcılık yapıldığını güçlü biçimde gösteren bir durumu ortaya koyması hâlin de işverenin davranışının nedenini ispat etmekle yükümlü olacağı açıkça düzenlenmiştir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı işçi düşük performans gösterdiği gerekçesiyle verilen uyarı cezasının haksız olduğunu, amirleri tarafından istifa etmesi yönünde kendisine baskı uygulandığını, bu baskılar sebebiyle rahatsızlandığını ve 30.08.2010 günü ameliyat geçirdiğini, ameliyat sonrası 10 günlük istirahatli olduğu bir dönemde çalışma masasındaki çekmecelerinin aranarak bazı belgeler sebebiyle tutanak tutulduğunun kendisine bildirildiğini, istirahat bitiminde iş başı yaptığını ancak amirleri tarafından istifa etmesinin istendiğini, bu haksız muamele ve olaylar sebebiyle kişiliğinin ve çalışma ortamının bozulduğunu, bunun neticesinde psikolojik olarak rahatsızlandığını ve antidepresan ilaç kullanmaya başladığını, 01.10.2010 tarihinde E. Ü. Tıp Fakütesi Ruh ve Sinir Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanlığınca anksiyete bozukluğu teşhisi konulduğunu, iş yerinde amirleri tarafından maruz kaldığı bu baskılar sebebiyle Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunduğunu iddia ederek manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

Davalı işveren ise davacıya iş yerinde psikolojik taciz uygulanmadığını savunmuştur.

Davacı işçinin iddiaları dikkate alındığında öncelikle psikolojik taciz sürecinin başlangıcı olarak ifade edilen düşük performans sebebiyle verilen uyarı cezası üzerinde durulması gerekmektedir. 28.04.2010 tarihli uyarı yazısı ve ekleri incelendiğinde davacı işçinin bazı hedeflerin gerisinde kaldığı tespitinde bulunulmuş ve kendisinden savunma istenmiş, davacı işçi savunmasında bu iddiaları kabul etmemiştir. Performans uyarı yazısı ekinde davacının önceki şube müdürü tarafından “genel olarak ağırlık ve takipsizlikten bir an evvel kurtulması gerekir” şeklinde, bölge müdürü tarafından ise “şube yönetimi ile iletişim problemini çözmesi gerekir. Gerekli performanstan uzak olmakla birlikte, çaba göstermemekte ve verilen işleri takip etmemektedir. Yeni şube müdürünün de görüşü olumsuz olup yakın takip edilmekte” şeklinde görüş belirtilmiştir. Davalı işveren tarafından belirlenen hedeflerin davacı işçinin yaptığı işe uygun ve ölçülebilir nitelikte olduğu ve objektif unsurlar taşıdığı hususları ispat edilemediği gibi bizzat davalı işverenin bölge müdürü tarafından dahi davacı ile ilgili şubeye yeni atanan müdürün görüşünün olumsuz olduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla davacının düşük performans gösterdiği davalı işveren tarafından ispatlanamamıştır.
Davacının istirahatli olduğu bir dönemde masasındaki çekmecelerinin aranması üzerinde de durulmalıdır. Genel olarak işçinin işyerinde kullanımına özgülenen ofis, masa, dolap gibi alanların işveren tarafından aranması, işçinin özel yaşamına yönelik bir müdahale oluşturmaktadır. Söz konusu alanların aranması bir hukuka uygunluk sebebine dayanmalıdır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Peev-Bulgaristan kararında; başvurucunun ofisi bakımından genel olarak olmasa dahi, masa çekmeceleri ve dosya dolapları bakımından “gizliliğe dair makul bir beklenti”si olduğunun kabulü gerekeceğini ifade ettikten sonra başvurucunun gizliliğe dair beklentisinin haksız veya mantıksız olduğunu gösteren bir durum da –örneğin, işverenlik tarafından, çalışanların masa ve dosya dolaplarında kişisel belge saklamalarını caydırıcı nitelikte düzenleme veya işyeri uygulaması- bulunmadığını, başvurucunun işverenin bir kamu otoritesi olmasının bu tespitleri değiştirmeyeceğini dolayısıyla başvurucunun ofisindeki masa çekmecelerini ve dosya dolaplarını da kapsayan bir aramanın özel yaşama bir müdahale olarak kabulü gerektiği sonucuna varmıştır (Ayrıntılı bilgi için Çetin, E.: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 8-11. Maddeleri Bağlamında Çalışanların Hakları, XII Levha Yayınları, İstanbul Temmuz 2015, s.229 vd.).

Somut olayda davalı işveren tarafından ibraz edilen Personel Yönetmeliğinin 5 “Çalışanların Sorumluluk ve Yükümlülükleri” başlıklı 5.2. maddesinin “Görev ve Sorumluluklar” alt başlıklı 5.2.1. bölümünde aynen, “Çalışanlara, DFHG tarafından tahsis edilen masa, dolap, etajer ve benzeri demirbaş üstünde/içinde sadece çalışma konuları ile ilgili dökümantasyon, kitap, dergi vb. muhafaza etmeleri; kendilerine ait şahsi eşyalarını hiç şekilde bu ortamda bulundurmamaları esastır. DFHG yönetimi söz konusu dolap, masa ve etajerleri gerekli görmesi hâlinde açtırma ve inceleme hakkına sahiptir” şeklinde düzenleme olduğu görülmüştür. Söz konusu Yönetmeliğin bu hükmü işyeri düzenine dair olup davalı işveren tarafından davacı işçinin masa çekmecelerinin aranmayacağı yönünde “gizliliğe dair makul bir beklenti” oluşturmayacağı açıktır. Bununla birlikte işveren tarafından çekmecelerde bulunan ve bankacılık mevzuatına aykırı olduğu ifade edilen işlemlerin on sekiz başlık altında tutanağa bağlandığı, buna karşılık Banka Teftiş Kurulu tarafından görevlendirilen müfettiş tarafından tanzim edilen raporda on sekiz başlık altında belirtilen işlemlerle ilgili olumsuz bir tespitin yer almadığı, tutanakta belirtilenler dışında iki müşteri ile ilgili tespitler sebebiyle davacı hakkında disiplin cezası uygulanması istendiği görülmüştür.

Bölge satış müdürü ile davacıyla ortak arkadaşı olduğu anlaşılan bir kişi arasındaki 24.08.2010, 31.08.2010, 01.10.2010 ve 03.10.2010 tarihli e-maillerde iş yerinde davacıya yönelik olumsuz tutum ve davranışlar sergilendiği ve hakkında olumsuz istihbaratlar verildiği üzerinde durulmuş, bu tutum ve davranışların engellenmesi gerektiği belirtilmiştir.

Yargılama sürecinde mahkemece raporlar aldırılmış olup bu raporlardan Mahkeme ve Özel Daire arasında uyuşmazlık konusu olan 14.09.2012 tarihli E. Ü. Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim görevlilerinin bulunduğu üç kişilik bilirkişi heyet raporunda, davacının yaşadığı süreç ayrıntılı biçimde öyküleştirilerek sonuç olarak yapılan ruhsal muayenede zaman zaman olayları hatırladığında sıcak basması, sıkıntı hissi, uyuyamama, haksızlığa uğrama düşünceleri ve olayla ilgili flashbaclerinin olduğunun tespit edildiği, bu bulgular ışığında davacının ruhsal ve ruhsal hastalıklarla ilgili bulguların iş yerinde maruz kaldığı psikolojik baskı ve kötü muamele ile ilişkili olduğu kanaatine varıldığı belirtilmiştir.

Son olarak dinlenen davacı tanıklarından …. ..aya görgüye dayalı bilgisi olmadığı ancak davacıdan duyduğu kadarıyla müdürü tarafından kendisine bağrıldığını, başarılı olduğu hâlde başarısızlığının öne sürüldüğünü söylediğini beyan etmiş; buna karşılık dinlenen diğer tanık … ise aynen, “…performansı iyiydi, işyerinde idareciler ben dahil kimseye bağırmadılar, oysa davacıya işyerinde zamanla az fakat giderek artan şiddetle bağırdıklarına şahit oldum, hitap şekillerini hatırlayamıyorum, çocuk gibi kendisi azarlanmaktaydı, işyerinde görüşüme göre çifte standart vardı, davacının yanlış davranışına da şahit olmadım, yanlış davranışı olsa dahi bu şekilde bir bağırmayı hak etmezdi, kendisi yönetmen olduğu hâlde kendisine yönetmen muamelesi yoktu, her toplantıya davet edilmezdi, davacıdan başka işletme bankacılığında da yönetmen yoktu dışarıdan gelen stajyer dahi davacının yönetmen olduğunu bilemedi, ben kendisine izah ettim” şeklinde beyanda bulunduğu görülmüştür.

Davalı tanıklarından …, davacıya yönelik olumsuz bir davranışa şahit olmadığını beyan etmiş; davalı tanığı … ise davacının ilk zamanlarda çalışmasında herhangi bir olumsuzluk olmadığını, fakat İzmir Şubesindeki son çalışmalarında performansının ortalamanın altında kaldığını öğrendiğini, ancak bu dönemde iş yerinden ayrılıp başka bir iş yerinde çalıştığından davacının performansı ile ilgili duyumlarını şube müdüründen ve bağlı olduğu bölge müdüründen öğrendiğini, şube müdürü … Hanım zamanında herhangi bir olumsuz davranışa şahit olmadığını ancak müdür Şefik Bey zamanında bir toplantı esnasında davacının performansı ve raporlu olduğu dönemle ilgili bir gerginlik olduğunu fakat amiri tarafından kendisine hitaben ağır bir söz ve davranış olmadığını beyan etmiştir.

Dosyaya ibraz edilen yukarıda ayrıntısı verilen bilgi ve belgeler ile diğer tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde; iş yerinde uygulanmakta olan Personel Yönetmeliği uyarınca çekmecelerinin aranmaması noktasında davacı işçinin haklı bir beklentisinin söz konusu olmayacağı ancak düşük performansla çalıştığının ispatlanamaması, e-mail içerikleri, davanın açıldığı tarihten yaklaşık iki yıl sonra E.Ü. Tıp Fakültesi öğretim üyelerince tanzim edilen heyet raporu içeriği, davacının yönetmen olmasına rağmen kendisine bu yönde bir muamele yapılmayıp, bağrılıp azarlandığı yönündeki tanık …’ün anlatımları ve tüm dosya içeriği dikkate alındığında davacı işçinin hedef alınarak uzun bir süreye yayılan ve sistematik hâl alan psikolojik taciz niteliğindeki davranışlara maruz kaldığı sonucuna varılmıştır. Davacı işçiye yönelik bu baskıların varlığına dair güçlü olgular karşısında, davalı işveren ise davacıya psikolojik baskı uygulanmadığını ispat edememiştir.

Hâl böyle olunca, mahkemece, davacıya yönelik davranışların psikolojik taciz olduğu belirtilerek verilen direnme kararı isabetlidir.
Öte yandan hüküm altına alınan manevi tazminat miktarının, eylemin ağırlığı dikkate alındığında makul olduğu sonucuna varılmıştır.

O hâlde direnme kararı onanmalıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (256,25 TL) harcın temyiz edenden alınmasına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 24.01.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

MAHKEMECE VEKALET ÜCRETİNE HÜKMEDİLİRKEN “DAVALI LEHİNE” YAZILMASI GEREKİRKEN YANLIŞLIKLA “DAVACI LEHİNE” YAZILMIŞ OLMASI HALİNDE BU MADDİ HATA TAVZİH İLE DÜZELTİLE BİLİR

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO:2008/11-448
KARAR NO:2008/454
KARAR TARİHİ:25.06.2008

>MAHKEMECE VEKALET ÜCRETİNE HÜKMEDİLİRKEN “DAVALI LEHİNE” YAZILMASI GEREKİRKEN YANLIŞLIKLA “DAVACI LEHİNE” YAZILMIŞ OLMASI HALİNDE BU MADDİ HATA TAVZİH İLE DÜZELTİLE BİLİR

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (A… Birinci Asliye Ticaret Mahkemesi)’nce davanın reddine dair verilen 17.06.2004 gün ve 428-277 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesi’nin 25.12.2006 gün ve 13563-13771 sayılı ilamı ile; (Davacı vekili asıl davada, müvekkilince taraflar arasındaki 01.08.1988 tarihli sözleşme ile üstlenilen danışmanlık edimi yerine getirildiği halde hak kazandığı ücretin ödenmediğini ileri sürerek, hizmet bedeli 1.338.412.538 TL, yoksun kalınan kâr karşılığı 3.995.165.508 TL, cezai şart olarak ise 750.000.000 TL’nin tahsiline, birleştirilen A… Asliye Yedinci Ticaret Mahkemesi’nin 1997/415 esas sayılı davasında, 2.919.200.000 TL ücret alacağı ile 500.000.000 TL munzam zarar karşılığı tazminatın tahsiline, yine birleştirilen A… Asliye Beşinci Ticaret Mahkemesi’nin 1999/246 esas sayılı davasında ise aynı sözleşme nedeniyle 10 milyar TL tazminatın tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davaların reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemenin uyduğu bozma kararı sonucu asıl davanın reddine dair verdiği kararın Dairemizce bozulması üzerine, davacı vekili bu kez karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

Karar düzeltme isteminden sonra davalı vekilinin başvurusu üzerine mahkemece karar dahi, ücreti vekalet ile ilgili takdir edilen ücreti vekaletin davalıdan alınarak davacıya verilmesi yolundaki ibarenin maddi hata sonucu yazıldığı gerekçesiyle bu hatanın HUMK 459. maddesi uyarınca tavzihen düzeltilmesine karar verilmiş, davacı vekili bu karar ile temyiz etmiştir.
1- a) Davacı vekili asıl dava bakımından karar düzeltme isteminde bulunmuş olup, bu dava açısından kesinleşen istem kalemleri çıkarıldıktan sonra hüküm verilen miktar 1.338.412.538 TL olup, HUMK’nın 5219 sayılı Kanun ile değişik 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme sınırı 6.580.000.000 TL’ye yükseltilmiş olduğundan, karar düzeltme istemine konu tutar gözönüne alındığında davacı vekilinin karar düzeltme dilekçesinin miktar yönünden reddi gerekmiştir.
b) Ancak, Dairemiz bozma kararının 2. bendinde birleştirilen dava dosyaları belirtilirken A… Asliye Beşinci Ticaret Mahkemesi’nin dosya numarasının tapaş hatası sonucu “1999/246” yerine “1999/1246” olarak yazılması, birleştirilen dosya niteliğinde olmayıp, yapılan yargılama sonucu açılmamış sayılma kararı verilen A… Asliye Birinci Ticaret Mahkemesi’nin 2001/561 E. sayılı dava dosyasının da birleştirilen dosya gibi karar metninde belirtilmiş olması maddi hata niteliğinde olup, HUMK’nın 459. maddesi gereğince her zaman düzeltilmesi mümkün olduğundan, Dairemiz bozma kararının 2. bendinin 4. satırında “…A… Beşinci Ticaret Mahkemesi’nin…” ibaresinden sonra gelen “1999/1246” ibaresinin “1999/246” olarak düzeltilmesine, yine aynı satırdaki “… ve A… Birinci Ticaret Mahkemesi’nin 2001/561 esas …” ibaresinin karar metninden çıkarılmasına karar vermek gerekmiştir.
2- Davacı vekilinin tavzih kararına yönelik temyiz itirazlarına gelince;
mahkemece yapılan yargılama sonucu davanın reddine, “davalı kendini vekil ile temsil ettirdiğinden hüküm tarihindeki avukatlık ücret tarifesine göre
ölçümlenen 708.357.805 TL avukatlık ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine” karar verilmiş ve bu konuda davalı taraf temyiz isteminde bulunmamış, ancak 16.03.2006 tarihli dilekçesi ile tavzih talebinde bulunmuş, mahkemece bu istem 20.03.2006 tarihli karar ile kabul edilerek vekalet
ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesi şeklinde kararda düzeltme yapılmış ve bu husus davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Hükümlerin tavzihi HUMK’nın 455 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup, 455. maddeye göre “Hüküm müphem ve gayrivazıh olur veya mütenakız fıkraları ihtiva ederse icrasına kadar her iki taraftan biri iphamın tavzihini ve tenakuzun refini isteyebilir”, 459. maddeye göre ise “İki tarafın isim ve sıfat ve neticei iddialarına müteallik hataları ve esas hükümdeki hesap hataları kendilerinin istimaından sonra mahkeme tarafından tashih olunur. Tashih olunan cihet hüküm üzerine yazılır.” Tavzih yoluyla hüküm değiştirilemeyeceği gibi, düzeltmeye konu hususlar HUMK’nın 459. maddesinde açıklananlardan olmadığından, usul ve yasaya aykırı olan tavzih kararının bozulması gerekmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacı vekili

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme karar ının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle HUMK 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/11. fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, sözleşmeye dayalı alacak istemine ilişkindir.

Davacı şirket vekili, taraflar arasında otel inşası için idari, mali, teknik vb. konularda müşavirlik hizmeti verilmesine ilişkin 01.08.1988 tarihli bir sözleşme imzalandığını, müvekkilinin sözleşme gereğince üstlendiği edimlerini yerine getirmesine rağmen, davalının hak kazandıkları ücreti ödemediğini ileri sürerek, 1.338.412.538 TL hakediş bedeli, 3.995.165.508 TL yoksun kalınan kâr, 750.000 TL cezai şart ile, bu dava ile birleştirilen A… Yedinci Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 21.01.1998 gün ve 1997/415 E. 1997/9 K. sayılı dosyasında; saklı tuttukları 419.200.000 TL ücret ile 500.000.000 TL munzam zararın ve ayrıca birleştirilen A… Beşinci Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 28.09.2000 gün ve 1999/246 E. 2000/453 K. sayılı dosyasında; yaptırılmayan işler sonucu yoksun kalınan kazanç nedeniyle 9.250.000.000 TL ile davalının sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle 750.000 TL tazminatın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı şirket vekili davanın reddini savunmuştur.

Dosya bir çok asamadan geçmiş mahkemece verilen 17.06.2004 gün ve 2000/428 E. 2004/277 K. sayılı kararında; “hüküm fıkrasının 1. bendinde aynen; “1- Davacının davası sübut bulmadığından Reddine,” denilmiş, aynı hüküm fıkrasının 5. bendinde aynen; “5- Davalı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden hüküm tarihindeki avukatlık ücret tarifesine göre ölçümlenen 708.357.805 TL avukatlık ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine” karar verilmiştir.
Bu karar taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Davalı vekili; avukatlık ücreti ile ilgili hususta açıkça temyiz isteminde bulunmamış ancak; dilekçesinde re’sen görülecek nedenlerle de temyiz talebinde bulunduğunu ifade etmiştir.

Özel Daire’ce; asıl davaya yönelik temyiz itirazlarının reddi ile, asıl dava ile ilgili verilen hükmün onanmasına, ancak bozmadan önce birleştirilen iki dosya hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmediğinden bu yönden verilen kararın bozulmasına karar verilmiştir.
Dosya yerel mahkemeye gittiğinde karar düzeltme aşamasından önce, davalı vekili tarafından verilen 16.03.2006 tarihli dilekçe ile; “hüküm fıkrasında çelişki olduğu, davanın reddedilmesine rağmen davacı lehine vekalet ücreti verildiğini, bunun yazım hatasından kaynaklandığını” beyanla bu maddi hatanın tavzih yoluyla düzeltilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, bu dilekçe davacı vekiline gönderilmiş, davacı vekili bu talebe itirazlarını dilekçe ile sunmuştur. Yerel mahkemece; hüküm fıkrasındaki “davanın reddedilmiş olmasına rağmen avukatlık ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesi şeklindeki” ibarenin sehven yazılmış olduğu açıklanarak, HUMK m. 459 uyarınca bu maddi hatanın tavzih yoluyla düzeltilmesine karar verilmiştir.
Davac ı vekili asıl karar yönünden verilen bozma kararına karşı karar düzeltme, tavzih kararı yönünden ise temyiz itirazlarını bir dilekçe ile mahkemeye sunmuştur.

Özel Daire’ce; asıl karar yönünden yapılan karar düzeltme talebi reddedilmiş, tavzih kararı yönünden, “tavzih yoluyla hükmün değiştirilemeyeceği” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Yerel mahkemece; bozma ilamında önceki kararda asıl dosya ile birleştirildiği belirtilen A… Birinci Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2001/561 E. sayılı dosyasının bu dava ile birleştirilmediği ve bu dosyanın açılmamış sayılmasına karar verildiği anlaşıldığından, bu konuda karar verilmesine yer olmadığına, asıl dosya ile birleştirilmesine rağmen ilk hükümde sehven unutulan A… Beşinci Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 1999/246 E. sayılı dosyada açılan davanın da reddine karar verilmiştir. Mahkemece tavzih kararı yönünden yapılan bozmaya ise; ısrar edilmiştir.

1- Mahkemece verilen önceki hükümde bulunmamakla birlikte, bozma kararına uyularak verilen ve hüküm fıkrasının 1. bendinde yer alan A… Birinci Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2001/561 E. sayılı dosyası yönünden karar verilmesine yer olmadığı kararı ile, A… Beşinci Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 1999/246 E. sayılı dosyası yönünden verilen red kararının Özel Daire’nin incelenmesinden geçmeyen yeni hüküm niteliğinde olduğu anlaşıldığından, bu yeni hükme yönelik davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Dairesine gönderilmesine karar verilmiştir.

2-Tavzih kararı yönünden yapılan temyize gelince;
Hükümlerin tavzihi; hükmün müphem olması veya birbirine aykırı (çelişik) fıkralar ihtiva etmesi halinde, hükmün gerçek anlamının meydana çıkarılması için başvurulan bir yoldur.
HUMK m. 455’te; hüküm müphem ve gayrivazıh olur veya mütenakız fıkralar ihtiva ederse icrasına kadar iki taraftan her biri ilamın tavzihini ve tenakuzun ref’ini isteyebilir” denmektedir.
HUMK m. 455’te belirtildiği gibi, açık olmayan veya çelişik fıkraları kapsayan hükümlerin açıklanması istenebilir. Yargılamanın iadesine karar verilmedikçe veya hüküm temyiz edilip bozulmadıkça verilen hükmün değiştirilmesi mümkün değildir. Hükümlerin tavzihi de bunun bir istisnası olarak kabul edilemez. Hakim burada hükmün başka türlü anlaşılmasını önlemek için gerçeği ortaya koymakla ödevlidir.

Tavzih, kural olarak sadece hüküm fıkrası hakkında olur. Hükmün gerekçesinin açıklanması için, tavzih yoluna başvurulamaz. Ancak, hüküm fıkrası ile gerekçe arasında bir çelişki varsa, bu çelişkinin giderilmesi için tavzih yoluna başvurulabilir. (YHGK’nın 14.06.1967 gün ve 1967/9-462 E. 300 K. sayılı ilamı)

Bunun gibi Yargıtay kararları hakkında da tavzih yoluna başvurulabilir. Tavzih kararı ile hükmün değiştirildiğini iddia eden temyiz yoluna başvurabilirce de, Yargıtay Dairesi’nin kendi kararlarının tavzihi ile ilgili verdiği kararlara karşı Hukuk Genel Kurulu’na temyiz yoluna başvurulamaz. (YHGK’nın 15.03.1969 gün ve 1969/2-466 E. 178 K. sayılı ilamı)

Tavzih yoluna başvurabilmek için hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek yoktur. Kesinleşmemiş olan kararlar hakkında da hükmün icrasına (yerine getirilmesine) kadar tavzih istenebilir. Fakat tavzih talebinde bulunulmakla temyiz süresi durmaz. İlamın icraya konmasından sonra da, ilam tamamen icra edilinceye kadar hükmün tavzihinin istenilmesi mümkündür. İcra Müdürünün hükmü yorumlamak (tavzih etmek) yetkisi yoktur. Hüküm ancak onu vermiş olan mahkemece tavzih edilir.
Hakim tavzih yolu ile hükümde unutmuş olduğu talepler hakkında karar verip bunu hükmüne ekleyemez. Bunun gibi hüküm verirken unutmuş olduğu vekalet ücreti veya faiz hakkında tavzih yolu ile bir karar verip bunu hükmüne dahil edemez. Aynı şekilde kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişki de tavzih yolu ile giderilemez. Bütün bu anlatımlardan çıkan netice, tavzih yolu ile kesinleşmiş olan hüküm sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez. (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, 2001, cilt 5, sayfa 5270 vd.)

Öte yandan, Yargıtay’ın istikrar kazanmış görüşüne göre maddi hata kazanılmış hak oluşturmaz. Açıklanan kuralların ışığında somut olaya bakıldığında; mahkemece verilen hükümde davacının davasının reddine karar verilmiştir. Bunun doğal sonucu olarak davalı lehine avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekir. Davanın reddedilmesine rağmen davacı lehine vekalet ücreti verilmesi usulen mümkün değildir. Yine vekalet ücretinin hükmedildiği hüküm fıkrasının 5. bendinde “Davalı kendini vekil ile temsil ettirdiğinden” ibaresi ile başlanmıştır. Bu cümlenin gelişinden davalı lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerekir. Buna karşılık mahkemece sehven bu cümlenin devamında “…avukatlık ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine”, denilmiş ve bu suretle birbiri ile çelişkili bir hüküm fıkrası oluşturulmuştur. Çelişki hem hüküm fıkrasının 1. bendinde davanın reddine karar verilmesi, hem de 5. bendinde “davalının kendini vekille temsil ettirmesine göre” denilmesine rağmen “davalı lehine vekalet ücretine hükmedilmesine” yazılması gerekirken “davacı lehine vekalet ücretine hükmedilmesine” yazılması suretiyle oluşturulmuştur.
Mahkemece bu yanlışlık davalı vekilinin tavzih talebi ile fark edilmiş, tavzih usulü uygulanarak sehven oluşturulan bu maddi hata düzeltilmiştir. Dolayısı ile mahkeme bu tavzih kararı ile hükmü değiştirmemiş olup, tarafların sıfatında meydana gelen çelişki düzeltilerek hükmün doğru şekilde yorumlanıp icra edilmesi sağlanmıştır.

Her ne kadar mahkemece HUMK m. 459’dan söz edilmişse de, fiilen HUMK m. 455’teki usulün uygulanıp buna göre karar verilmiş olması karşısında, bu hatanın sonuca etkili olmadığı anlaşılmıştır.

Sonuç itibarı ile usul ve kanuna uygun olan tavzih kararı onanmalıdır.

SONUÇ

1- Mahkemenin hüküm fıkrasının 1. ve 2. bentlerinde hükme bağlanan birleştirildiği belirtilen A… Birinci Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2001/561 E. sayılı dosyası ve A… Beşinci Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 1999/246 E. sayılı dosyaları yönünden verilen kararlara yönelik davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine (oybirliği ile),

2- Tavzih kararı yönünden davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun hükmün (ONANMASINA) (oy çokluğu ile), 25.06.2008 gününde karar verildi.

DAVANIN KABULÜNE KARAR VERİLİP LAKİN SEHVEN DAVACI ALEYHİNE YARGILAMA GİDERİ VE VEKALET ÜCRETİ HÜKMEDİLMESİ, TAVZİH YOLU İLE DÜZELTİLE BİLİR.

T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2016/5586
KARAR NO: 2017/6964
KARAR TARİHİ: 28.9.2017

>DAVANIN KABULÜNE KARAR VERİLİP LAKİN SEHVEN DAVACI ALEYHİNE YARGILAMA GİDERİ VE VEKALET ÜCRETİ HÜKMEDİLMESİ, TAVZİH YOLU İLE DÜZELTİLE BİLİR.

Davacı, davalı işverene ait işyerinde 16.07.1990-31.08.1990 tarihleri arasında geçen çalışmalarının tespitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davacı ile feri müdahil Kurum vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.

1-)Davacı vekili 31/12/2016 tarihli dilekçesi ile … 1.İş Mahkemesi’ne ait 29/01/2016 tarihli ve 2014/890 Esas, 2015/585 Karar sayılı ilamının tavzih ve tashihini istemiştir. Mahkemece 29/01/2016 tarihli ek karar ile; davacı vekilinin tavzih ve tashih talebinin reddine karar verilmiştir. Bu karar 08.02.2016 tarihinde davacı vekiline tebliğ edilmiş ve davacı vekilince 12.02.2016 tarihli temyiz dilekçesi ile ek karar temyiz edilmiştir.
6100 Sayılı HMK’nın “Hükmün Tashihi” başlıklı 305. maddesi, “(1) Hükümdeki yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar, mahkemece re’sen veya taraflardan birinin talebi üzerine düzeltilebilir. Hüküm tebliğ edilmişse hâkim, tarafları dinlemeden hatayı düzeltemez. Davet üzerine taraflar gelmezse, dosya üzerinde inceleme yapılarak karar verilebilir. (2) Tashih kararı verildiği takdirde, düzeltilen hususlarla ilgili karar, mahkemede bulunan nüshalar ile verilmiş olan suretlerin altına veya bunlara eklenecek ayrı bir kâğıda yazılır, imzalanır ve mühürlenir” şeklindedir. 6100 Sayılı HMK’nın 305. maddesi uyarınca hükmün tashihi, ancak “yazı ve hesap hataları ile diğer benzeri açık hatalar” halinde mümkündür. Hüküm altına alınmayan bir hususun hükmün tashihi şeklinde yeniden hüküm altına alınması mümkün değildir. Hakim tavzih yolu ile hükümde unutmuş olduğu talepler hakkında karar verip bunu hükmüne ekleyemez. Bunun gibi hüküm verirken unutmuş olduğu vekalet ücreti veya faiz hakkında tavzih yolu ile bir karar verip bunu hükmüne dahil edemez.Aynı şekilde kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişki de tavzih yolu ile giderilemez.Bütün bu anlatımlardan çıkan netice tavzih yolu ile kesinleşmiş olan hüküm sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez. (Prof.Dr…. Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı 2001 cilt 5, sayfa … vd.)

Öte yandan, Yargıtay’ın istikrar kazanmış görüşüne göre de maddi hata kazanılmış hak oluşturmaz.

Somut olayda; davanın kabulüne karar verildiği lakin sehven davacı aleyhine yargılama giderleri ile vekalet ücretine hükmedildiği açıktır. Ne var ki, bu işlem bir maddi hata olup tavzih usulü uygulanarak sehven oluşturulan tarafların sıfatında meydana gelen çelişki düzeltilerek hükmün doğru şekilde yorumlanıp icra edilmesi sağlanmalıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 25.6.2008 tarihli ve 2008/11-448 Esas ve 2008/454 Karar numara lu ilamı da bu doğrultudadır .

O halde, Mahkemenin davacı vekilinin 26.10.2016 tarihli ek kararına karşı yöneltmiş olduğu temyiz itirazları kabul edilmeli ve ek karar bozulmalıdır.

SONUÇ

… 1.İş Mahkemesi’ne ait 2014/890 Esas, 2015/585 Karar sayılı ve 29/01/2016 tarihli ek tavzih kararının yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA,

2-) Davalı Kurum vekilinin Mahkeme’nin 17/11/2015 tarih ve 2014/890 Esas ve 2015/585 Karar numara lu ilamına karşı yöneltmiş olduğu temyiz itirazına gelince,
Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı Kurum vekilinin yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde temyiz edenlerden davacıya iadesine, 28.09.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

ÇEK ZAYİ SEBEBİYLE İPTALİ İSTEMİ-İPTAL TALEBİNDE BULUNAN ŞAHSIN İSPAT ETMESİ GEREKEN HUSUSUN ZİLLİYETİ BULUNDUĞU ÇEKİN RIZASI HİLAFINA ELİNDEN ÇIKMIŞ OLDUĞU–İPTAL DAVASINDA KESİN İSPAT ARANMAYIP ÇEKİN KAYBOLDUĞUNUN “KUVVETLE MUHTEMEL” OLMASININ YETERLİ OLDUĞU.

T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2016/3882
KARAR NO: 2017/6192
KARAR TARİHİ: 15.11.2017

>ÇEK ZAYİ SEBEBİYLE İPTALİ İSTEMİ-İPTAL TALEBİNDE BULUNAN ŞAHSIN İSPAT ETMESİ GEREKEN HUSUSUN ZİLLİYETİ BULUNDUĞU ÇEKİN RIZASI HİLAFINA ELİNDEN ÇIKMIŞ OLDUĞU–İPTAL DAVASINDA KESİN İSPAT ARANMAYIP ÇEKİN KAYBOLDUĞUNUN “KUVVETLE MUHTEMEL” OLMASININ YETERLİ OLDUĞU.
6102/m.651

ÖZET : Dava, zayi sebebiyle çek iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece, iptali istenen çeklerde davacının yetkili hamil olduğunu kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Esasen hasımsız olarak açılan bu davada iptal talebinde bulunan şahsın ispat etmesi gereken husus zilyedi bulunduğu çekin rizası hilafına elinden çıkmasıdır. Ancak, iptal davasında kesin ispat aranmayıp çekin kaybolduğunun “kuvvetle muhtemel” olduğunu göstermesi yeterlidir.
Davacı, çeklerin lehtarı ve hamili olduğunu ileri sürerek iptalini talep ettiği çeklere dair bilgileri mahkemeye bildirmiştir. Davacının daha fazlasını ispata zorlanması, zayi sebebiyle çek iptali hükümlerinin uygulanmasını imkânsız hale getirecektir. Kaldı ki, dosya kapsamında davacının iddiasının aksini kanıtlayacak somut bir delil bulunmamaktadır.
Davacının davaya konu ettiği ve bilgilerini sunduğu 21 adet çekin lehtarı ve yasal hamili olduğunun kabulü gerekirken yazılı gerekçelerle davanın reddi isabetsizdir.
DAVA : Hasımsız olarak görülen davada 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 10/03/2016 tarih ve 2016/208-2016/180 Sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili; müvekkilinin yetkili hamili olduğu, … Bankası, … Şubesine ait, keşidecisi … Mak. İmalat Paz. San. ve Tic. Ltd. Şti. olan 21 adet çeki kaybettiğini ileri sürerek davaya konu çeklerin iptaline karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece tüm dosya kapsamına göre; keşideci şirketin yetkili müdürü olan davacının davaya konu çeklerin yetkili hamili olduğunu ispat edemediği gerekçesiyle davanın dava şartı olan aktif husumet yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Talep, zayi sebebiyle çek iptali istemine dair olup, mahkemece, iptali istenen çeklerde davacının yetkili hamil olduğunu kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Esasen hasımsız olarak açılan bu davada iptal talebinde bulunan şahsın ispat etmesi gereken husus zilyedi bulunduğu çekin rizası hilafına elinden çıkmasıdır. Ancak, iptal davasında kesin ispat aranmayıp çekin kaybolduğunun “kuvvetle muhtemel” olduğunu göstermesi yeterlidir (6102 Sayılı TTK. m. 760). Davacı, çeklerin lehtarı ve hamili olduğu ileri sürerek iptalini talep ettiği çeklere dair bilgileri mahkemeye bildirmiştir. Davacının daha fazlasını ispata zorlanması, zayi sebebiyle çek iptali hükümlerinin uygulanmasını imkânsız hale getirecektir. Kaldı ki, dosya kapsamında davacının iddiasının aksini kanıtlayacak somut bir delil bulunmamaktadır. Her nekadar, karar gerekçesinde davacının keşideci şirketin ortağı ve yetkilisi olduğu ve çeklerin yasal hamili olduğunu ispat edemediği ifade edilmiş ise de, davacının ortağı ve yetkilisi olduğu keşideci şirketten 2014 yılında ayrıldığı; mahkemece talebin kabulü halinde ilanın ve kararın “keşidecisi … Tarım Mak. İmalat San. Tic. Ltd. Şti. lehtarı … olan” çeklere dair yapılacağı ve zayi kararlarının kesin hüküm teşkil etmediği de gözetildiğinde davacının davaya konu ettiği ve bilgilerini sunduğu 21 adet çekin lehtarı ve yasal hamili olduğunun kabulü gerekirken yazılı gerekçelerle davanın reddi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle davacının temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının istemi halinde temyiz edene iadesine, 15.11.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

MENFİ TESPİT DAVASI – SENETTEKİ KAYDI TALİL EDEN DAVALININ İSPAT YÜKÜNÜ ÜZERİNE ALDIĞI – DAVALININ İDDİALARINI İSPATA YARAR DELİL İBRAZ EDEMEDİĞİ – BONONUN İPTALİ İLE DAVACIYA İADESİNE KARAR VERİLDİĞİ – HÜKMÜN ONANMASI GEREĞİ

TC

YARGITAY
19. Hukuk Dairesi
2016/10779
2017/402

Karar Tarihi: 24.01.2017

MENFİ TESPİT DAVASI – SENETTEKİ KAYDI TALİL EDEN DAVALININ İSPAT YÜKÜNÜ ÜZERİNE ALDIĞI – DAVALININ İDDİALARINI İSPATA YARAR DELİL İBRAZ EDEMEDİĞİ – BONONUN İPTALİ İLE DAVACIYA İADESİNE KARAR VERİLDİĞİ – HÜKMÜN ONANMASI GEREĞİ

ÖZET: Senetteki kaydı talil eden davalının ispat yükünü üzerine aldıgı, davalının iddialarını ispata yarar delil ibraz edemedigi gerekçesiyle davanın kabulüne, davacı tarafça ödenen ? TL’nin istirdadına, davaya konu bononun iptali ile davacıya iadesine karar verilmis, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmis olup hükmün onanması gerekmistir. (6100 S. K. m. 141)

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün davalı vekilince temyiz edilmesi ve davacı vekilinin durusma istegi üzerine ilgililere çagrı kagıdı gönderilmisti. Belli günde davacı vek. Av. … ile davalı vek. Av. …’in gelmis olmalarıyla durusmaya baslanarak hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten ve temyiz dilekçesinin süresinde oldugu anlasıldıktan sonra dosya incelendi, geregi konusulup düsünüldü.

Davacı asil, dava dısı …’ın müvekkili oldugunu, davalı ile dava dısı … arasında 2007 yılında tasınmaz takas islemi yapıldıgını, kendisinin davalıyı bir defa burada gördügünü, davalıyı tanımadıgını, davalı tarafından hakkındaki icra takibine konu edilen 30/03/2009 vadeli 100.000,00 TL miktarlı senedin bedelsiz oldugunu, takip konusu senette nakden ibaresi yer aldıgını, davalı tarafından ne kendisine ne de müvekkili dava dısı …’a senet tanzim tarihinde ya da sonrasında herhangi bir para verilmedigini, senet üzerindeki imzanın kendisine ait olmadıgını, davalı ile arasında hiçbir ticari iliski veya alacak verecek iliskisi bulunmadıgını ileri sürerek, davalıya borçlu olmadıgının tespiti ile icra dosyasına yatırdıgı 15.000,00 TL teminatın davalıya ödenmesi halinde istirdadına karar verilmesini talep ve dava etmistir.

Davalı vekili; … ile aralarındaki iliski geregi müvekkiline ait iki adet dairenin dava dısı …’ın çocuklarına devredildigini, buna karsılık …’taki arsanın müvekkiline devredilmesine ragmen …’nda bulunan arsanın devrinin yapılmaması sebebiyle dava konusu senedin davacı ile … tarafından imzalanarak müvekkiline verildigini, …’nda bulunan arsanın mülkiyeti devredilmedigi için davacı ile dava dısı … hakkında icra takibine giristigini, davacının kötü niyetli oldugunu savunarak davanın reddi ile %20 tazminata karar verilmesini istemistir.

Mahkemece, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre, davalının beyanlarıyla senetteki “nakten” kaydını tal’il ettigi, senetteki kaydı talil eden davalının ispat yükünü üzerine aldıgı, davalının
iddialarını ispata yarar delil ibraz edemedigi gerekçesiyle davanın kabulüne, davacı tarafça ödenen 15.000,00 TL’nin istirdadına, davaya konu bononun iptali ile davacıya iadesine karar verilmis, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmistir. Dosyadaki yazılara kararın dayandıgı delillerle gerektirici sebeplere ve özellikle 6100 sayılı HMK’nın 141. maddesi uyarınca dilekçelerin verilmesi asamasında tarafların iddia ve savunmalarını karsı tarafın muvafakatına ihtiyaç olmaksızın degistirebileceklerine ve davalı tarafın nakden kaydı bulunan senedin ihdas nedenini talil etmis olması nedeniyle ispat külfetini üstüne almıs bulunmasına ve savunmasını kanıtlayamamıs olması karsısında yazılı sekilde hüküm kurulmasında isabetsizlik görülmemesine göre davalı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, vekili Yargıtay durusmasında hazır bulunan davacı yararına takdir edilen 1.480,00 TL durusma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, asagıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, 24.01.2017 gününde oybirligi ile karar verildi.